Cumartesi, Ocak 21, 2017

Anekdotlar

1.
Bugün çöpten bir tablo buldum. Herhalde çöpe tablo atılan tek ülke Türkiye’dir. Atlı ve hatlı bir tablo. 20-30 liraya satarım, 1,5-2,5 şişe şarap içerim.
+
2.
Tellibağ bitti, Migros Galata Kuledibi, bu kezinde Kilim verdi. Yine 14 (13,90) lira. Kırmızı turp ile kırmızı şarap. Panayot’un eski halinde de öyleydi, bir de haşlanmış patates ve çok koyu kıvamlı bir fava vardı 1993 gibi.
Pırasa ile rakı, Arnavut ciğeri ile nane likörü inanmazlığımdan sonra, bizzat kendim kırmızı turp ile kırmızı şaraba vardım. İnanılmaz gerçekten.
Ahmet Mithat, siyah zeytin ve/ya poğaça ile rakı içeni anlatır anılarında. Bu da o hesap.
Haa, rakı ile kola gitmiyor, o kesin. Bunu yapan bir Alman idi. 1982 zaman idi, Büyükada Su Sporları Klübü mekan idi. Bendeniz barmen idim. Adam resmen bara kafayı vurdu ve sızdı.
+
3.
Bu akşam bir kitapçıda, bana çok içtiğimi söyleyen 2 kişinin biri, rakıdan diğeri kırmızı şaraptan kıpkırmızı idiler. Ürtiker veya zona. Zamanında ben de olduydum.
Biri bana, eski adı Apollo, yeni adı Ottoman olan, Pangaltı Işıklar’daki tekel bayiinde satılan, 1,5 litresi 19 liralık kırmızı şarabın yerini tarif etti. Öğrenmiş oldum.
Ben de onlara, eski Şişli Site Sineması arkasındaki, açık Tekirdağ Mürefte şarabı satan, ‘Mantı’ adlı yerden söz ettim. Onlar da onu anımsamadı. Herkesin ucuzcu şarapçısı kendine yani.
Bütün bunlar olurken, yanımızda 80 yaşını aşkın en eski efemeracı abimiz de vardı. Bizi iç çekerek dinledi ve gülümsedi. İşte, ben de o gülümseme noktasına doğru tam gaz gidiyorum.
+
4.
Bu akşam, bana 2 küsur yıldır bedava milleriyle İzmir uçak bileti sağlamayan 2 paralı kişiye, göçmen (immigrant) ile mülteci (refugee) arasındaki ayrımı anlattım. Anlamadılar, çünkü dinlemediler. Biri doların 7 lira olmasını umuyordu, diğer ikimiz ise 5 maksimum 2017 sonu, dedik. Birinin oğlu ABD’ye gidecek, birinin oğlu yeni ABD’de doğdu ve benim hala bir pasaportum bile yok. Buradaki fark bu: Onlar yaşama güzel yalan ile bakıyor, ben yaşama çirkin gerçek ile bakıyorum.
Bu dolar artışı keriz silkelemesini, 1995’te bir borsacı da benim üzerimde denemişti. Kendileri pahalıya aldılar, zararı çıkarmaya debeleniyorlar. O zaman da kerizlemeyi yememiştim, şimdi de yemem. Komik ama çok yaşasın BÜ işletme eğitimim.
+
5.
Biri bana, bu gece için 50 lira şarap parası verdi, tiko para. İnanılmaz ama gerçek. Rakı sofrasında daha çoğunu, 2 gece önce (140 lira gibi) yine benim için ödediler zaten ama bu yalnızca içeyim diye verilen bir para. Tenbih etti, pahalı şarap almam için ama ben yine gidip, 14 liralık şarap aldım, çünkü o parayla 3 kere içeceğim, 1 kere değil.
+
6.
Bana kötü davranmamaları için, son 1-2 ayda 5 kişinin manen ağzını burnunu dağıttım, gerekirse bunu bedenen de yapacağım, Bayazıt’ta yaptıydım zaten. Bunun gerekmesi ayıp ama benim bunu yapmam ayıp değil. Hepsi de, dediğimi yaptılar. Nasıl ama? Deveye diken, insana siken.
+
7.
2 kere anlaşmazlık yaşadığımız, zorun zoru bir esnafa bu akşam, 2 kere 20’şer, yani toplam 40 liralık satış yaptım ve feleğim şaştı resmen.
Aklıma, Mario Puzo’nun Aptallar (Erken) Ölür’ romanı geldi ama ben oradaki aptal değilim çok şükür.
+
8.
Yine bir esnaf, bana insanların günde 1 öğün için yemek ısmarlayıp, bunu haftanın geri kalan 20 öğününde o insanın kafasına kakmanın günah olduğunu anlattı. Bana yapılan, tam da bu. Resmen 10 lirayla tüm ömrü(mü) satın almaya çabalıyorlar, bunu yaptılar da, birden çok kişi, cenazem varken bile.
Ancak sorun, bunun evsiz tarafından evsize de yapılması. Ben kimseyi siklemem ki. Ama diğer evsiz ne yapsın? O herkese gebe kalabilir, umudu kalmamış veya bırakılmamış, herkese umut bağlayabilir. Ben kimseye umut bağlamam. Eksodusum da bu zaten: Allah’ı, babayı, devleti, öğretmeni, parayı takmamak. Öleceksem ölmek. Sağ kalacaksam, kalmak. Hep sağ kaldım, şans eseri.
+
9.
Dilerim, bugünkü Prednol’ler beni sabah erken uyandırabilir, çünkü Dolapdere’ye gidilecek hava var.
+
10.
Krizin insanları feci aptallaştırdığını gördüm.
Bir insan dolardan arbitrajla para kazanırken, aynı sürede 30 yıllık bir borsacı 20 bin lira içeri girmiş. Ona gülünce ve öbür kazanını anlatınca, çok kızdı. Oysa ben alay etmiyordum, ona yeni bir yol gösteriyordum: Ayın 27’sinde Fitch açıklaması ve yine arbitraj olanağı var çünkü. Onu göremiyor, çünkü ona bakmıyor bile.
Kriz ve felaket (yönetimi) bu işte:
Yıllar önce bir trafik uzmanı şöyle demişti radyoda:
Başkaları için felaket olan şey, bizim için istatistik, çünkü aynı yerde, yılın aynı zamanda kaç kişinin öleceğini baştan biliyoruz. Önlemleri alsak da, almasak da ölüyorlar.
+
11.
Kierkegaard’ın ‘ya, ya da’sı ile Kafka’nın ‘seçim yoktur’u durumunun, ‘göçmen ya da mülteci’ ve ‘seçim yoktur’ durumu olduğunu, bana 2 küsur yıldır, İzmir’e ‘bedava mil’li uçak bileti veremeyen 2 kişiye anlatamadım.
Ne cümleydi ama.
+
12.
Ne akşammış be.
+
13.
Dönüp dolaşıp aynı terane:
Fassbinder haklı ve geçerli imiş, onu aştığım 1995’te de, yolumu yitirdiğim ama eksodusumu da yakaladığım 2017’de de.
Ancak o nedense, Birleşik Almanya’nın faşizmini red ederken, ben Birleşik Türkiye’nin emperyalizmini ve faşizmini reddetmiyorum, katılmıyorum da, ayrı konu. Tam tersine, onu yapacak 2 odak tarafından cezalandırılıp, onu yapıyorum.
Vee, hala sağ kalıyorum.
Artı değerim, bu olmuş oluyor benim.
Bir boka yaramayabilir, ayrı konu.
Şerh:
Fassbinder’in ölümünden sonra yapılan belgeselde, onu mezara götürenlerin, onu ağlayarak anmaları geyiğini de unutmamam gerekli ama bu, ‘Türkiye’de adamı asarlar ve arkasından ağlarlar’ durumu değil, ‘la bizim şavalak, feci haklıymış, te be yav’ durumu.
Çünkü, Fassbinder’i de küçümsediler ve yok saydılar, beni de öyle yaptılar ve yapıyorlar. Yoksa, herkes eksodus arıyor ama bakmıyor ki görsün veya oturduğu sandalyeden kalkıp onu da kaldırsın.
Veya:
Herkes, yaşamla pazarlık yapıyor ve kuburda / kabirde vaat bekliyor.

Cuma, Ocak 20, 2017

Türkçe Tartışmaları 2

Fonem ve morfem birebirliği hiçbir dilde yok.
Türkçe’de resmen 8, gayrıresmen 12 ünlü var.
Yapay ve hesapça Dünya’daki en kurallı dil olmasına karşın, ‘tren’i ‘tiren’ olarak yazmayı kabul edemediler bir türlü.
Hece tanımı Dünya dillerinde belirsiz. İngilizce’de açıkça belirtilmese de, hiçbir hece kuiralı yok.
Çince gibi diller için, hece tanımı sözkonusu değil. Çünkü Çince, hala piktografik ve ideografik, artı sentetik bir dil. Yani, analitik kurallar onda işlemiyor.
Türkçe’nin en zayıf noktalarından biri, her hecesinde en az 1 ünlü olması iken, Gagavuzca ve Fince örneklerinden hareketle, peşpeşe ünlülük sorunu çözememesi. ‘Maaile’deki (o Arapça olsa da) gibi, ‘CV-V-VC’ durumunu hiç zorlamaması.
Bunun, ‘CVCC-CVCC’ olan ve tek başına 3,6 milyar olanak tanıyan seçeneği hiç kullanmaması ile benzerliği var. Oysa ‘yurtkent’, hiç de anlamsız ve söylenirken kulağa batan bir sözcük değil.

(11 Ocak 2017)

Çarşamba, Ocak 18, 2017

Erdoğan Nereye Koşuyor?

18.01.17 günü Diken’de Murat Sevinç imzalı bir analiz yayınlandı, başkanlık sisteminin ne olduğuna ilişkin.
Orada benim açıkça gördüğüm ama analizcinin gözden kaçırdığı ve/ya açıkça dilegetirmediği 2 durum var:
Bir: Erdoğan, görevde ölmek istiyor, çünkü şu anki haliyle başkanlık sistemi ona 15 yıl başkanlık olanağı sağlıyor. 2019 + 15 = 2034. Bu da, onun doğal yaşam eriminin ötesi bile olabilir. Ayrıca Erdoğan, ülkeyi terketmek niyetinde de değil. Artı: Savaş durumunda seçimlerin erteleneceğine ilişkin hüküm de var.
İki: Erdoğan, AKP’yi harcıyor ya da harcadı bile. Fiilen, hükümeti, meclisi ve partileri ‘by-pass’ yapmış oluyor. Kendisinin seçileceğine güveni tam yani. Ancak bu hesap, en geç 2024’te geçersizleşmiş olabilir. Savaş ve kriz, ülkeyi nereye götürecek belli değil.
Söylemeye gerek yok ama yine de not olsun:
Erdoğan, savaş ve krizi elde var 2 olarak koruyor. Türkiye savaşa 34 yıldır dayanıyor, onu geç ama 1-2 yıldan uzun ekonomik kriz, ülkemizde hep birilerini götürmüştür. Tamam, AKP’yi harcadıktan sonra, CHP’nin üzerine ekonomi yıkılacak ama 2002’deki gibi, 2 partili, MHP’nin ve HDP’nin baraj altında kaldığı bir durumda, 2015’teki savaş hükümeti gibi, olmadık seçimler veya seçenekler yaratılabilir. Tamam, inanılmaz absürd ama zaten 1,5 yıldır absürd-ötesi noktalardayız ve Dünya da rasyonel dönemden çıktı. Olay, devenin boynuna döndü yani.
Bu Erdoğan’a, AB’nin veya ABD’nin gücü yetmeyebilir. Gördüğümüz şu ki o, sonuna kadar gidecek.
(18 Ocak 2017)

Pazartesi, Ocak 16, 2017

Çorba Günce'si ve/ya Şiir Gecece'si

Önnot:
Metin parçaları semantik ters sırayla ama kronolojik düz sırayla yazıldı ve yerleştirildi.
+
1.
Şiir uyduramadık, evsiz çorbası verdik.
Biz şiir yazınca, daha çok anırıyoruz, uluyoruz Acı’mızdan, yani insan sesimizi yitiriyoruz ve/ya bize yitirttiriyorlar. ‘Bab Bir Buçuk’ta öyle oldu.
Şiir toplama kampından sonra yazılamaz, diyen Adorno’ya hastir çekip, ona beş benzemezce inat, şiir kitaplarımızı 2,5’tan 3,5.’layalım bakalım. N’olcek?
Böylelikle de, Çorba Güncesi olabilir pekala, Şiir Gecece’si.
+
2.
Cihangir semti, yağmur ertesi sessizliğinde.
Etini imajlaştırmış ve şeyselleştirmiş pahalı-Cihangir-insan dişileri geçiyorlar yanımdan tek tük.
Çorbadan Tophane’ye ricattayım.
+
3.
Çorba dağıtımı sırasında, önce idrar ve dışkı koktuğunu sandığım, 80+ yaşında, başı 7. omurundan aşağıdaki kadın, kıdemli çorba dağıtımı düzenleyicisi çıktı. Aristokrat ama emekli öğretmen öğreticisi edasında, bana çorbaları cami şadırvanının taburelerine değil, yere koydurdu. Oysa benim amacım, daha geç soğumalarıydı. Sonuçta dışarısı 7-8 derece ancak.
+
4.
Çorbadan az önce, Cihangir Sıraselviler Carrefoursa’nın az aşağısından çaprazlama aşırma baktım, çorbacı kimse yoktu ve saat 20:32 idi ama çorba dağıtımı 20:30’dur genelde.
Caminin şadırvanındaki tabureye dinlenmek için oturunca, karanlıkta görmeyen yarı gece körlüğüm, orada bekleyenleri anca seçti.
Hala, her akşam yeni insanlar gelmekteler. Peki ama her akşam gelenler nerde?
+
5.
Cihangir evsizleri, hala çorba kuyruğu oluşturmayı bilmiyorlar. Bu akşam, aynı zamanda her zamanki başotorite amca da yoktu dağıtıcı tayfa içinde.
Noldu lan, bunlar da kendi içinde darbe mi yaptı yoksa?
+
6.
Bu akşamki ana tema, aslında 3 x 30 yaş civarı kitapçı. 18:00-20:00 arasındaki polilogda, bir oto-anarşist olarak, ‘imamın dediğini yap, yaptığını yapma’ yönünde öğütler verdim. Genç oldukları için dinlemediler tabii ki.
Bunlar, pek 42 yaş altı ergeni değiller. Kıyısından köşesinden yaşamdan haberdarlar ama yine de yaşamla ve gelecekle ilgili olmadık tasarımları var.
Benim 2 yıllık AKP kırıcılığı savıma ikna olmadılar.
+
7.
Geldik bu akşamki 7. başlık ama 0. tema’ya:
Bir Şiir gördüm 30 yıldan sonra, çorba içmeye çağırdığım.
Benim mahlasım Bilge Can’dır onun rahmetli kocasının asıl adı, bunun permütasyonu idi. Bunu hiç bilmedi, belki bu satırları okursa öğrenir.
Şiir’in Sevgikent İstanbul’u ile benim Kuburkent İstanbul feci tez-antitez durumda.
‘Bab Bir Buçuk’u şiir sayıp basacak yayınevi de yok ortalıkta.
Fassbinder, Feneon, Sinağrit Baba, (Beyaz) Paltolu Adam (Oğuz Atay), burada devreye giriyor.
+
8.
Ferhan Şensoy’un Aydınlık’taki metinlerini istedim bir Aydınlık çalışanından. Bulursa, getireceğini söyledi.
Artık iyice yaşlandığıma ve ölmüş 1. Cumhuriyet edebiyatı yazarlarını (daha çok 1970 ve sonrasını) eleştirme ve 3-5 kitaplama zamanımın geldiğine aydım. Ben yapmazsam, başkası yapmayacak da, yapamayacak da.
Şerh: Bunu Kaan Arslanoğlu’nun nihilizmi inkarcılık saydığını (Politik Psikiyatri) okuduktan sonra kafama-dank’ladım.
Kaldı ki Güzellemeler ile zaten o cumhuriyeti ölürken resmetmiştim çoktan.
Bir Şiir güzellemesi yazdım ama ona çirkinleme gelecek.
+
9.
Ve çorbaa…
(16 Ocak 2017)

Yeni Akit Yalan Belki ama Cumhuriyet Cahil Kesin

Cumhuriyet bir haber başlığı atmış:
“AKP’nin İstediği Medya: Yalan Dolan.”
Sözünü ettiği medya, Yeni Akit gazetesi.
Yeni Akit’in üfürtme haberi ise şu:
“Aselsan’ın yaptığı bu silah, atom bombasını dahi durdurabiliyor.”
O yalan, bu yalan, gastecilikte biraz da sen oyalan, durumu.
Gelelim haberin içeriğine ve her 2 tarafın da cehaletine:
Öncelikle şunu belirtmek gerek.
Aselsan’ın başında, AFL 1977 mezunu Faik Eken var. Bu ülkede olabilecek (o kuşaktaki) en zeki 96 kişi arasında olduğu resmi sınavla kanıtlanmış biri.
Haa, desen ki muhafakardır, kafası sınırlıdır, olabilir. Ancak, atom bombası konusunu kafası basacak biridir. Konu, zaten deha gerektirmez.
Atom bombası deyince.
Nükleer silah, anlıyoruz.
Genellikle, uçakla veya füzeyle atılan türden.
Atom bombasından sonra, hidrojen bombası, nötron bombası gibi envai çeşit nükleer silah üretildi. Hepsini de adı, halk dilinde hala atom bombası olarak durur.
Nükleer silah, diyelim.
1945’teki 2 atom bombası gibiki veya uzun menzilli balistik füzeyle / roketle atılan türdeki atom bombalarını tabii durdurabilirsiniz.
Çünkü:
Çıkış noktasıyla varış noktası arasında epeyi zaman ve mesafe vardır. En kötü durumda, uçakla dalarsınız üzerine, düşer. Haa, düştüğü yeri yakar ama okyanus üzerinden yakalarsanız, zarar düşük olur. Zarar yine olur ama milyonlarca kişi ölmez.
Yani:
Aselsan’ın ve Yeni Akit’in Zihni Sinir’liğine gerek kalmadan da, atom bombaları durdurulabilirdi. Japonya, o 2 atom bombasını durdurabilirdi pekala 2 kamikaze ile.
Burada sorun, Akit’te ve Aselsan’da olmaktan çok, sivir zekalı Cumhuriyet’te. Bilmediği konuyu yazmış ve haber yapmış. Feci de çuvallamış. Düşmanının ekmeğine yağ sürmüş.
Diyeceğim o ki iktidar ve muhalefet basını böyle olunca, polemik de böyle eksi zekalı ve eksi bilgili oluyor.
(16 Ocak 2017)

Türkçe Tartışmaları 1

Ne yediğin önemli değil, yediğin önemli, denemiyor.
Ne yemişliğin önemli değil, yemişliğin önemli, denemiyor.
Ne yemişliğin önemli değil, yemiş olman önemli, belki denebilir.
Yani ve ancak:
Ne yediğin değil, yemiş olman önemli, denebiliyor.
Yani:
Burada, ses ve zaman kipi uyumunu gözetemiyorsun bir türlü.
Yani:
Diller hala çok düzensiz ve çok kuralsız.
(11 Ocak 2017)

Pazar, Ocak 15, 2017

Çizgiroman Balonu Yazısı

Bu, neredeyse 2 yıldır kafama takılan 1 soru.
Tüm çizgiromanların konuşma balonları; elyazısı, italik, herhangi bir yazı tipine uymayan, büyük harflidir.
Peki ama neden?
Daha aksiyonlu duygudurumlu olduğu için mi?
Yoo.
Daha kolay okunduğu için mi?
Yoo.
Yalnızca bir gelenek olduğu için mi?
Öyle görünüyor.
Japonca’da ve mangada öyle değil zaten.
(14 Ocak 2017)

Cuma, Ocak 13, 2017

Şeytani Kötülüğün Banalitesi

Hannah Arendt, ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ olarak çevrilen ama adı aslen bu anlama (bayağılık) gelen kitabında, sınırlı-sonlu bir kavramaya varır. Gördüğü, sonradan doğrulanan bir biçimde, Naziler’in Museviler’e zulüm etmesinde, Museviler’in değil engellemesi, katkısı olmasıdır. Ona göre, bayağı olan budur ve o zaman kötünün kötülük etmesi, sıradan bir şey olur çıkar.
Ancak kendisi, soyutlama derecesini hiç ilerletmez. İsrail devletinin yaptığı ve toplama kampını aşan eziyetleri yazmaz. Asıl önemlisi, Golda Meir’in Oriana Fallaci’ye belirttiği üzere, Museviler’in Museviler’i bir Musevi ülkesinde fahişe yapması ve satması da vardır ek olarak.
Peki, soyutlama derecesini biz ilerletelim o zaman:
Banalin karşıtı nedir?
Elit (seçkin) mi?
Elegans mı, aristokrat mı?
Hepsi veya hiçbiri.
Bizim ilgimizi çeken konu; kötünün iyi, doğru ve/ya güzel olabileceğinin sanatta ayırdına varılması ve bunun ilk çizgiromanda gösterilmesidir. Bu, erken 1990’lardadır.
Bunun 1980’deki Dallas / Jr ile koşutluğu yoktur ve o daha önce gelmiştir.
Devamında bizi ilgilendiren, bu ‘iyi-doğru-güzel kötü’nün, ölen ve (kendini ve başkalarını) öldüren bir kültürün biricik panzehiri olabileceğidir ki bunu bi biçimde Birleşik Almanya faşizmini daha gerçekleşmeden öngören Fassbinder de bir biçimde yapmıştır gibi.
Şerh. Kötü, aslen ve (t)özde psikopattır ama bu iyi-doğru-güzel kötü’ –pati’den muaftır. Çünkü, insandan muaftır. -pati’sel kötülük, insanın insana yaptığıyla ilgilenir ama iyi-doğru-güzel kötü, insan-değil’e eksodusla ilgilenir.
Artı bu süreç, form, içerik ve biçim-içerik praksisi olarak tümele, ancak 2015-2016 gibi ulaştırılabilmiştir. 25 yılda yani.
Uzun da değil, kısa da.
Aynı sürede von Trotta, Rosa ve Hannah ile aç-kapa ayraç ve ayraçiçi olarak da (x-von) Trier, Avrupa ile aynı yolu yürümüştür ama sinemada.
von Trotta’nın bu kadınsı kadın anlatıcılığını tam açımlayabilmek beni aşıyor gerçekten. Kadın üstelik gerçekten aristokrat bir Alman, Trier gibi sonradan olma özenti değil.
Şerh: Eğer, doğruyu söylemek gerekiyorsa, nasıl ki şövalye-erkek hiç ilgimi çekmediyse, kahraman-kadın da hiç ilgimi çekmedi öyküleştirme olarak. Beni belgesellik ilgilendirdi, yani anlatılanların doğru ve geçerli olması. Yoksa, Rosa Luxemburg’u ve Leni Rifenstahl’ı ve taa epeyi sonradan da von Trotta’yı kompleta bir bütün sayanlardanım. Birini diğerinden yalıtamazsınız. Hepsi Alman kadını bütünüdür ve hesap tamamdır. Madam Curie’nin tamamlayıcı Fransız kadını yoktur örneğin. Anna Delbee öyle bir kadın değildir çünkü.
Yani:
Hristiyan mitinden hareketle şeytani kötü, iyinin, doğrunun güzelin tamamlayıcısı ve bütünleyicisidir. Sorun; ne zaman, nerede, nasıl devreye girip çıktığıdır.
(11 Ocak 2017)

Çarşamba, Ocak 11, 2017

Kedi Evi Suçları

Kedi evi olgusu, 2016-2017 kışının belirgin olgusu.
Kedilere işkence eden halkımızın böyle bir olguya tarafsız kalması beklenemezdi.
Bugüne kadar basına 2 suç yansıdı.
1 toplu yakma:
“Kadıköy Yoğurtçu Parkı'ndaki kedi evleri, kimliği belirsiz kişilerce yakıldı.”
1 cinayet:
Edinilen bilgiye göre; 49 yaşındaki psikolog Alper Engeler oturduğu apartmanın yakınlarındaki Ağabey Sokak’taki kaldırıma tahtadan kedi evi kurarken bir komşusu ile tartışmaya başladı. İddiaya göre sözlü olarak başlayan tartışma daha sonra kavgaya dönüştü. Engeler tartıştığı şahıs tarafından bıçaklandı. Olay yerine çağrılan ambulansla hastaneye kaldırılan Engeler, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.
Kedi evleri salgın gibi yayılmaya başladı bile.
Bu da bir slaktivizmdir. Çünkü, sektör olacaktır. Çünkü, ABD’deki 100 milyon evdeki 150 milyon kedi köpek, hayvan sevgisini göstermez, burjuva mülkiyetçiliğini gösterir. TC’liler de o yoldadır. Önce Cihangirliler tabii ki.
Nokta. Es.
Dipnot:
Sevgili ülkemiz, trafik cinayeti Niyazi’liğinden sonra, ölmenin yeni bir komik ve zavallı yolu olarak, kedi evi cinayetini icat etmiş bulunmakta.
(11 Ocak 2017)

Pazartesi, Ocak 09, 2017

Nakil, Tefsir, Telif

2,5 milenyumluk felsefe tarihinin pek pek 250 yılında, telif eserler verilebilmiştir. Geri kalanı, nakil ve tefsir olarak idare edilmiştir.
Bu, sanat için de böyledir ama bilim için değildir: Eratosthenes’in telif düşünceleri 1.800 yıl boyunca inkar edilmiştir.
Bilim de 2,5 milenyumluk sayılır ama sanatı 5 milenyumdan uzun sayabiliriz ve sanat tarihinin her döneminde bölük pörçük de olsa, telif ve ustalık yapıtı eserler üretilebilmiştir.
Sözümüz TFK’na:
Onlar, nakil ve tefsir düşüncelerle idare etmeyi sevmişler. Ayrıca, seçtikleri kişiler ve metinler de bundan 50 yıl sonra anımsanmayacak bile.
Artı:
Tümel sorunları değil. Hep tikel soruları ve sorunları yeğlemişler.
Bizim kendimize göre, 1 yerli 1 yabancı, 2 tümel alıntımız var:
Bir: Sait Faik’in Sinağrit Baba’sı neden mutsuz öldü ve masumda en çok neye kızdı?
İki: Lili Marlene masum muydu? Ve onun gerçek yaşam muadilleri, Leni Riefensthal ve Hildegard Knepf?
Çıkış dipnotu:
Elimizde elyazısı metni olduğu için örnekleyebiliyoruz:
17 yaşımızda, Evren’in küsurlu boyutlarını tartışan bir teliflikte idik.
57 yaşımızda ise, çapraz medyayı başlangıç momentinden 3-4 epistemik kritik öteye taşımış durumdayız.
(9 Ocak 2017)

Olimpiyat, TFK, Kuçuradi, İşbirlikçilik

Son yıllarda TFK’nin düzenlediği Türkiye felsefe olimpiyadı seçmelerinde derece alan liseli öörenciler, Dünya Felsefe Olimpiyadı’nda ilk 3 dereceleri birden çok kez aldı. Keza, satrançta da öyle. Bu da, aptal Türkler tezinin negasyonu ve antitezi oldu, geçerlilikle.
TFK’nin başında son yıllarda Kuçuradi var. Kuçuradi, pozisyonu yeğleyerek, iktidar partisinin desteğiyle, Dünya Felsefe Kongresi’nin Türkiye’de yapılmasını sağladı. Bu, bizim bakış açımızla işbirlikçiliktir.
2017 yarışmasında derece alan metinlerden biri Gezi olaylarını övüyordu. Oysa, o olaylarda bu iktidar varken, 10 kişi devlet tarafından öldürüldü.
Bu yönde düşünce belirterek yazdığım bir metin, TFK’nin Facebook grubunda tepki aldı.
Felsefe tarihinin 6 başustasından; Sokrat, Platon, Aristo, Sun Tzu, Lao Tzu, Konfiçyus, bir tek Lao Tzu politikaya ve onun yan yüzü olana savaşa katılmayıp, ülkesinden ayrıldı.
Yani felsefe tarihi, başustalarından başlayarak politik suçlarla ve işbirlikçiliklerle dolu. Dolayısıyla Kuçuradi de bu diziye katılmış oldu. Üstelik kendisi, bu tür sağ muhafazakar iktidarlarnı katlettiği bir azınlığa da mensup.
Kuçuradi’nin hata-ötesi edimleri çok uzun yani. Biz, kendisini eleştirdik, yargıladık, mahkum ettik. O kadar. İnfaz etmedik ama. Yoksa, kendisinin o mevkide durabilmesi, bizim bakış açımızdan felsefe adına utanç vericidir.
İşbirlikçiliğin negasyonu ve antitezi,  direniştir. Biz o noktada duruyoruz.
Ek: Gezi: Bir direniş değil, bir oyun idi. Bunun için, ondan 1 ve 2 yıl sonraki gazete haberlerine, söyleşilere, röportajlara bir bakılsın deriz. Bu konuyla ilintili metinlerim internette bulunabilir.
Dayanak savımız: Felsefenin tümü negasyondan ibarettir.
(9 Ocak 2017)

Pazar, Ocak 08, 2017

Diller ve Irklar

Kavimler Göçü zamanının tarihini okurken, Slav dilinin kabul edilip yaygınlaşmasının, Slav olmayan halklar arasında da olduğun okudum, bulgarlaşan Türkler gibi.
Bu süreci ayrıştırmak önemli.
Ortak dil, bildiğimiz ‘lingua franca’ durumu. O dil, her zaman en üstün veya yaygın dil olmuyor. Örneğin İngilizce, ABD’de Almanca yerine seçildiğinde, Almanlar daha kalabalıktı ama Almanca konuşmayan bazıları, Almanca’yı değil, İngilizce’yi yeğledi. Bunun nedeni önemsiz. Önemli olan, bir parametrenin gidişini o parametreyle ilintili olmayan parametrelerin belirlemesi.
MS 800 sonrasında Türkçe’yi ve Türk adını seçen bazılarının, etnik açıdan Türklük ile hiçbir ilgisi yoktu, Türkmenler gibi.
MS öncesinde Avrupa’da İndo-Avrupa dillerin yayılması ve kabulü de aynı süreçle işlemiş olabilir.
Yeni gördüğüm, Kürtçe konuşan Süryani olayı da öyle.
Bazı Suriyeliler’in türkleşmesi de öyle.
Türkleşen Çingeneler ve çingeneleşen Türkmenler (hurdacı Niğdeliler / Nevşehirliler) öyle.
Yani, illa ki determinist bir model kullanılması gerekmiyor.
İronik olan durum, Nordik-Germen melezi olan Ruslar’ın çok sonradan slavlaşması ve onların başına geçmesi. Bunu da, enternasyonalist bir kültür momenti döneminde (Stalin) yapması.
Burada, Çin’in tekdillileşirken, Hindistan’ın bunu yapamaması önemli. Burada, Çince ve onun Çinliler’i sömürgeleştiren iken, birleşmeyen Hindistan dillerini konuşanların bölgeleri, işgal edilen konumundaydı, bunu belirtmek gerekli.
Oradan da 2 temel ikileme varıyoruz:
Bir:
1.550 yılda 160 devlet kuran Türkler ile aynı sürede ilkede yalnızca 1 devlet kuran Çinliler ikilemi.
İki:
Tek alfabeli Avrupa kıtası ile, çok-çok (ve her ülkede ve dilde ayrı) alfabeli Asya kıtası ikilemi.
Dünya Sistemi’nin bunu açımlamış olması gerekirdi.
AB, bunu MÖ 1000 gibi, İndo-Avrupa dil ithalatı ve MS 400 gibi Doğu Avrupa’da Slavca ithalatı ile 2 kere yaşamış oluyor. Bu, doğu-batı Avrupa ayrımı, dinde, dilde ve ırkta hala sürüyor sayılır.
Not: Sonunda, iktisadi, askeri, siyasi olmayan bir makro-makro parametreyi (dil kültürel modunu) tarihe içersetebilmiş oldum.
Dipnot:
‘Erken Slavlar’ (Early Slavs) Wikipedia maddesinde ciddi bir epistemik hata var:
Slavca’daki ortak sözcükler nedeniyle, çekirdek bir bölgede konuşulmaya başladığını düşünüyorlarmış. Aradan bin yıl geçmiş olsun. İngilizce için bunu demek mümkün olmayacak ama tek bir İngilizce olacak yine de. Bu, Slav dillerini Slav olmayan halkların kabulünün tarihi demek yalnızca, başka şey değil.
Ek 1: Rusça’nın Germenlik’ten çıkıp, slavlaşması da, Slavca’nın oluşmasından çook sonra olmuş bir şey.
Ek 2: Slavlar, Nordik ve Türkik genlerin karıştığının kesin olduğu ilk halk sanırım. Gotlar, Alanlar, Bulgarlar tarihi öyle diyor. Slavlar’ın (bazı Sırplar ve Hırvatlar dışında) sarışın olmama eğilimli olması, Asya geni katılımının çokluğunu imliyor.
Ek 3: Türk geni katılımlı olan Slavlar’a Türkik denmezken, Türkik geni katılım olmayan Türkmenler’e Türkik denmesi ironik tarihsel bir durum.
Ek 4: Burada, kategorik ekleme ve çıkarma niceliği ile, melezlenme ve safkanlaşma niteliği, kullanılacak parametreler durumunda. Bulgarlar’ın ince yüz cildi ve Türkmenler’in kalın yüz cildi gibi.
(7 Ocak 2017)

Perşembe, Ocak 05, 2017

Death Stranding, Embriyo, Space Odysey, Taş bebek, Ghost in the Shell 1-2: Serbest Çağrışımlı 1 Metin

Her yazılı, görsel, işitsel, karmaşık tekst ve hipertekst, (kısaca) yaratılırken ve okunurken (hepsi için bu ‘okuma’ terimi, geçerli kılınmış bir gelenek benden önce), serbest çağrışım kullanılır, istesen de istemesen de, bilsen de bilmesen de.
‘Death Stranding’, bir neo-hiper-tekst olmakta. Ve bir bilgisayar oyunu aynı zamanda. Daha piyasaya sürülmedi ama.
Asıl fragmanındaki girizgahta, bir taş bebek ve kuvöz içinde bir embriyo var.
Taş bebek, ‘Ghost in the Shell 1-2’ye gönderme.
Embriyo ise, ‘Space Odysey’e. ‘Death Stranding’ ise, ‘Freud’cu ölüm arzusuna, Bronson’vari ‘Ölüm Arzusu’na, metinde gönderrme imlendiği için balinasal toplu ‘ölüm arzusu’na ve ‘karaya vurma’ya, yaşam alanını terketmeye ve Asgardia’ya (ama o aşırı-aşırı yorum olacağı ve burada yalnızca aşırı-yorum-1 aşamasında kalınacağı için es geçildi).
Balina olunca da, ‘Leviathan’a ve sanal yaratı gözlüğüne (bu da 1,5 aşırı-yorum ötede olduğu için pas geçiliyor).
Hepsi birarada simeyotik alanda, pokerdeki 5 benzemez olmakta.
A evet, uygarlık(çık)lar ve barbarlık(çık)lar, kendi içlerinde ve kendi aralarında feci kumar oynuyorlar.
Savaş ve kumar, İngilizce’de aynı sözcükle karşılanır = Game = Oyun.
Bilgisayar, konsol, video da oyun oynar.
Huizinga oyunu çağrışımı var (ama onu geçiyoruz, ayrı bir konudur çünkü ve toplama kampında biter, Huizinga’nınkinin bittiği gibi.)
Öyleyse:
Bir: Potansiyel-tasarım ‘Ghost in the Shell 3’ bu:
Ölüm arzusu açılımı. Batou’nunki dahil. Ama Freud’unki hariç. Batou, bu en-yenik haliyle bile, yapsa yapsa, Freud’un olmayan taşaklarına bir tekme atardı ancak.
İki: Oyun tasarımcısı ve yönetmen İnarritu, ya ne bok yediğini (henüz mü?) bilmiyor, ya da ‘bokuyla oynuyor’ ancak ki bu da Freud terimidir.
Üç:
‘Space Odysey’ tanımlandığında geçersizdi, Kubrick ve Clarke anlamlarıyla birlikte.
Ne kalıyor geriye veya bir şey kalıyor mu geriye?
A evet, Mikkalsen’in psikopatisi.
Ve artı:
O kaybolan ölü-psikopat-şeytan-embriyo bebek. Aslına bakılırsa, bir başlangıç potansiyeli imi, göstergesi, semantik vektörü.
Ve artı:
Uygarlık doğmayacak. Epeyidir ölü doğmuş durumda çünkü. 5 milenyumcuktur. Silinemez kayıtlı olarak.
Eksodus var, bu ölü takıntılı uygar yavşaklara inat.
Eksodusu uygarlar yaratmazsa, barbarlar yaratır, yarattı da, yaratıyor da, yaratacak da.
Bu oyun, o nedenle doğmadan kendini öldürdü.
Ne intihar takıntısı ama…
‘Death Stranding’i yöneten Meksikalı yönetmen İnarritu’nun Meksikalı ölüler bayramı gibi.

(3 Ocak 2017)

Çarşamba, Ocak 04, 2017

İnsan Türünün Tuzlu Göl Sevgisi ve Uzaycılık

İnsan türünün ilk evrildiği bölgelerden biri Doğu-Orta Afrika. Orada da göl(ler) var. Tuzlu değil de, acı veya sodalı. Balık avı, en baştan beri tanımlı.
Sonra Lut Gölü’ne gelip, 15-20 bin yıl önce tarımın ilkel evresini başlatıyorlar. O zaman orası daha büyük.
Sonra, Anadolu’ya gelip, 8-10 bin yıl önce tarımı tam başlatıyorlar. Konya Ovası’nda 2 göl birden var, 1’i tuzlu, diğeri kesin değil. Balık değilse bile, tuzlu göl yumuşakça ürünleri var.
Aynı durum, Orta Asya’da da var. Tarım Havzası’nda oldukça büyük bir iç-tuzlu deniz var. Oraya 50-10 bin yıl öncesi arası bir zaman yerleşilmiş.
Bunlar raslantı değil. İnsanın bilinçaltı bir biçimde-yoldan kültürel tercihi.
Şu ya da bu biçimde, 50 bin yıldan başlayarak, son evrimimizde denizcilik de hep var, en azından Avustralya’ya varmak için.
Artı: Bugünkü Baltık’taki kutup iç denizi var, tuzlu mu, tatlı mı kayıtlı değil.
Artı: Çin’in kuzeydoğusunda bir iç deniz daha sözkonusu ama o da tahmin şimdilik.
Kızıldeniz’in bir biçimde kara köprülü olmuş olması mümkün. Genel göç kara üzerinden hep.
Büyük deniz göçü yolları, MS 1000 gibi ancak başlayabiliyor. Atlantik’li ve Pasifik’li / Hint Okyanusu’lu olarak.
Şerh: Tuhaf olan şey, MS 0 gibi bile, Hint Okyanusu, parça parça da olsa geçilirken bile, MS 1500’e kadar kimsenin Batı Afrika’da güneye deniz yoluyla inmemiş olması. Rüzgar düzeninin bağlayıcılığı. Neden-sonuç ilintisinin Çin Seddi.
Sonuçta insan, pek pek 30 bin yılda, 15 bin kilometre doğuya ve kuzeye, sonra da 15 bin kilometre güneye yürüdü. Yılda 1 kilometre eder ama insanın yayılma hızı, yılda 50 kilometre kabul ediliyor.
Yani:
Bu yürüme süreci, yürüme, durma, yerleşme, göçe ara verme, sonra yeni bir yürüme dalgası biçiminde yaşanmış. 50 bin yıllık süreç, bugün bile hala dalga dalga sürüyor ve yaşanıyor. Yeni Kavimler Göçü ve global % 5 göçmen nüfus oranı var.
Deniz yayılmasının yerini ise, uzaya yayılma aldı. MS 1500’deki imkansız deniz-global yayılması, 2000’de imkansız uzay-evrensel yayılması oldu. İlkeler hala aynı.
Yani:
Karada yol alıp, su kenarını bulma ve denizde yol alıp, kara kenarını bulma, 2 tez-antitez süreci. Uzay için yayılma, her ikisini de içerecek.
İlki aynı uzay cisminde yayılma, ikincisi farklı uzay cismine sıçrama biçiminde olacak. 10-100 bin yıl daha böyle.
(1 Ocak 2017)

TC’nin Savaşları, Darbeleri, İsyanları: Bir Taslak

Proto-TC, 1922’de Yunanistan’la savaştı.
1950’de Kore’de Çinliler’le pratikte, Ruslar’a karşı teorikte savaştı. SSCB ile sınırımız vardı ve karşıt askeri oluşumlarda yer aldılar. Çinliler ise, ezeli düşmanımız ve rakibimiz durumunda idi.
1974’te aynı askeri oluşum içinde olduğu Yunanistan’la Kıbrıs’ta savaştı.
1983-2017 arasında sınır-ötesi harekatlarla, kendi sınırı içindeki bir düşmana, PKK’ye karşı Irak’ta savaştı.
2016’da hem Suriye’de, hem Irak’ta Türk askeri yerleşti. Halep ve Musul Savaşı’nda doğrudan veya dolaylı müdahil oldu.
1923-1938 arasında, yurtta barış, Dünya’da barış ilkesini benimsedi.
1985 ertesinde emperyalistçiklik başladı.
1925, 1950, 1975, 2000+15 zaman dizisi anlamlı.
Ek küsurat:
1989’da Bulgaristan’la savaşın eşiğine gelindi.
1990 ertesinde Gürcüstan olaylarına karşı tarafsız kalındı.
1992’de Ermenistan’la savaşın eşiğine gelindi.
1992 gibi, Azerbeycan’da başarısız emperyalistçiklik denendi.
1993 gibi, Afganistan’da başarısız emperyalistçiklik denendi.
1989 ertesinde 4 komşusu sistem değişikliği yaşadı.
1991 ertesinde 2 komşusu sistem değişikliği yaşıyor.
Karadeniz ötesi komşusu Ukrayna dahil, çevresinde sistem çökmesi veya parçalanma potansiyeli yaşamayan komşusu kalmadı. TC ise, 1983’ten beri aynı noktada.
Proto-TC 1919-1921’de 20-25 Anadolu halk isyanı bastırdı.
TC; 1960, 1971, 1980, 1997, 2016 askeri darbeleri yaşadı.
1960-1980 arasında büyükkentlerde halk isyanı yaşandı.
Fransa, 1789-1969 arasında 5 cumhuriyet kurdu.
Türkiye, 1923-2017 arasında 1 cumhuriyet kurdu, ikincisini henüz kuramadı.
(4 Ocak 2017)

Salı, Ocak 03, 2017

Yabancılaşmanın ve Şeyselleşmenin Cılkı Çıkarılınca Negasyon Olabilirmiş: Simge: Kamera: Klip, Selfi, Vayn-Video

0.
Şarkıcının adı girizgah zaten:
Simge.
Simge. Öykü. Duygu. Gizem.
1980’lerin ve 1990’ların çocuk adları dizisi.
Devrimcan ama epeyi obezcan ve hatta sumocan.
Simge ise, balıketican kıvamında, o da şimdilik. (Balinacan ibaresi, bana ceza aldırmıştı.)
+
1.
Sonra zamandan tersine doğum: Gelecekten geçmişe.
Feci halde ‘Bulut Atlası’ndan yürütülmüş (ki o da tam bu çizgide idi, bilimkurgunun şeyselleş(tiril)mesi ama yine cılkı çıkarılmak yoluyla negasyonla aşılması) bir gelecek plancığı.
Sonra günümüz.
Sonra kovboy. Ama çizgiroman renginde, daha doğrusu Madonna’lı ‘Dick Tracy’ efektinde renkli.
+
2.
Şarkı sözlerinin vurgusu kameraya.
Holywood deniyor ama sözkonusu olan şey selfi.
+
3. Cüce, olayı feci David Lynch’liyor.
Olay, ‘Koma’ (2017) filmindeki gibi, bir reklamcının kabusuna çok-hızlı-sinema-tarihi oluveriyor.
+
4.
Ardından gelen mekan ise, ‘kong’u (2017) öncelliyor. Tam Ferhan Şensoy’un groteski Abdullah’ı gibi.
+
5.
Bu kadar çok yanlış atışla, bu kadar çok sinemasal doğru vurmak, bir aceminin işi olabilir olsa olsa.
+
6.
Ekstralar:
4:53’ün 4:10’unda beline penisini dolamış zenci tiplemesi evlere şenlikti.
+
7.
Uzun zamandır bu kadar mavra bir klip görmemiştim.
Bis bis bis.
Ciddiyim.
+
7.
Bilgi:
Bolywood, çok tuhaf filmler yaptı ama Raj Kapoor’dan ve ‘Avare’den gelen uzuun bir gelenekle, Türk popüler müziğini hep etkiledi.
Ara yorum: Göbek havası göbek havasıdır ve Hint müziği poliritmiktir ama aynı göbek havasını da böyle farklı yorumlamak, üstelik bunu onyıllar ölçeği tayfına yaymak (yani bunu bilinçsizce yapmak), yine global popüler müzik tarihine, ‘Shakti 1 (2, 3, 4 değil ama)’ alaşımlaması kadar sıkı alaşım bir katkıdır.
Onlardaki erkek epilasyonu, teşhirci kaslı ayılığı ve kadın imajı batılılaşması da, alaturka kadar acaip, bir baba hindi alahindi, tarihe bindi yani.
+
8.
Bunun kurmaca panzehiri, antitezi, eksodusu; ateist bir Türk ile Hindu veya Brahman veya Budist bir Hintli’nin, Müslüman Pakistan’a, Çin işi bir atom bombasını düşürdüğü, politik bir filmdir. Müslüman bir Hintli de onları engellemeye çabalar.
Adı da:
“Atom Bombasını Sevmeyi Nasıl Öğrendim? 2” olur netekim.
+
8.1.
2:28 / 4:30 gibiki, el kamerasıyla kalabalık içi zum ve antizum çekimleri de, sinemaya kısa ama metamorfozlu bir katkı olmuş. Onu Machinima bile becerememişti. Ek: Anti-Machinima uygulaması var artık, belki o kullanılmıştır.
+
8.2.
Görüldüğü gibi, estetiko-politik yorum, 2016-2017 momentinde, ‘Death Stranding’ momenti kesinliği ve imzası ile kesinkes çapraz medyada artık.
Artı: İronik olan şey, balinaların ‘death wish’i ile ‘Death Stranding’in ‘death wish’i pokersel beş benzemez durumda. ‘Death Wish’, aslen / otantikçe / orojince Charles Bronson tipolojisi (klişe) imzalıdır ve sinemada 1975 momentlidir, artı bir uzun-kurmaca filmsel dizidir de, bir tipolojidir de, kopyası da / benzeri de / taklidi de çekilmiştir.

(3 Ocak 2017)

Tarihsel Poliyalektik Notları

MÖ 500’de Antik Yunan-Çin aksisi yoktu ama MÖ 0’da Roma-Çin aksisi vardı. Tarihsel 5 bin yılda, 2,5 ve 3 bin yıllık imler.
Antik Yunan ve Fenike, kuzey ve güney Akdeniz kolonileri idi ama küçük kolonileri idi. Küçük koloniler, başlatması, sürdürmesi ve bitirmesi kolay ve ucuz olan işletmeler gibi idiler.
Roma, tüm Akdeniz’i karaların epeyi içlerine kadar büyük kolonileştirdi ve bunun maliyeti de büyük oldu: Başlatma, sürdürme ve bitirme açısından.
Aynı Roma, belki de böylelikle Roma-Çin aksisini kurdu, o büyük ölçekle ve ölçütle yani.
Çin 1971-2021, 50 yıllık % 1’lik tarih dilimi perspektifiyle ve kabaca MS 2000 momentli olarak, % 20’lik Çin’in ilk (ve belki de son) kez global etkide bulunduğu bir yerzaman oldu ve sonlandı şimdiden.
Şerh: Diğer arkaik etkiler, bu denli makro idi miydi?, sorusu, çalışabilir bir konu olarak kalıyor hala.
Son etkide sorun, % 20’lik Çin etkisinin bile sınırları olduğunun, 50 yılın pek pek 25. yılında ortaya çıkmışlığında.
ABD için bu limit, 1945-2010 ve 65 yıl gibi gerçekleşti. O da ortalama kabaca global % 20 etkili idi.
Üstelik bir de, bu makro ve mikro 2 devin, toplamda % 50 ile çökmüşlüğünde. Moment: 2017.
Sanırım bu toplam % 50’lik oran daha önce, Moğollar’da ve Akamenidler’de de geçilmişti ve benzeri hızlı bir çöküş olmuştu.
Yani, ‘Algernon’a Çiçekler’ zekası gibi, hegemonya da hızlı gelince hızlı gidiyor, yavaş gelince yavaş gidiyor.
AB için bu yavaşlık, 1200-1500 ve 300 yıl gibi idi. 400-1200 ise, eksi hegemonyalı AB tarihi idi.
Osmanlı için neredeyse eşitti: 1300-1600 ve 1600-1900.
Bugünkü AB de, global % 20 ama kendini aşırı yalıttı ve etkisizleştirdi.
Çin, bu etkisizleştirmeyi 1450-1500 gibi başlatıp, 1950’ye kadar sürdürdü.
Burada, batan veya çıkan aktuel bir hegemonyanın, diğer bir potansiyel hegemonyayı batırması veya çıkarması yönünde (ve hatta kimi 2 yönde de) etkisinin poliyalektiği, önemli olan konu burada.
ABD’nin Hindistan’a pozitif itkide ve etkide bulunup, Hindistan’ın ancak nötr pozisyon yakalaması ama ABD’nin Brezilya’ya negatif itkide ve etkide bulunup, Brezilya’nın artı göreli az-çok sonuç yakalaması önemli.
Burada, coğrafi konum hala etkili bir parametre. Yoksa, her 2 ülke de tropik ülke örneğin, benzerlikleri de var yani.
Türkiye ise, ABD ve AB tarafından aşırı negatif ve pozitif itkiye ve etkiye maruz kalıp da, bunu çook negatif bir hegemonyalaşma olarak gerçekseme ile ilginç bir örnek oldu.
1071-1100 gibi, Alp Arslan’ın Anadolu’yu değil, Levant’ı istemesi ama Bizans tepkisi yüzünden ve ardından Alp Arslan’ın kendi hatasıyla ölümüyle, Anadolu’nun 1072-1092 arasındaki 20 yılda tümüyle işgali örneği de akılda tutulmalı. Çin hesabı: Hayırlar evet, evetler hayır olabilir tarihsel-göreli bir anda.
TC 2017, bu askeriye siyasiye ve iktisadiye ile emperyalizmi ancak epsilon düzeyde yakalayabilir ve elde tutabilir.
Çevre ülkelerinde bunu yapabilecek 2. bir ülke yok henüz.
Bu durumda BOP ve Fas-Afganistan aksisi, çökmüş 30-40 ülke demek olur. ABD’nin bunu istemese de, bunu sonuçsadığı kesinleşti artık. TC haricinde parçalanmayabilecek ülke kalmadı, İran ve Pakistan dahil. Yunanistan ve Bulgaristan bile önümüzdeki 50 yıl içinde parçalanabilir, AB izin vermese bile böyle.
En önemlisi şu: BOP veya Arap Baharı porjesi ile, 2011-2015 arasındaki tarihe zerkedilen zemberek potansiyel yıkıcı güç, o bölgeyi daha 50100 yıl boyunca parçalayabilir olarak kalabilir.
Tuhaf olan şey, AB ülkelerinin de (Çekya-Slovakya parçalanması gibi) demokratik yolllardan parçalanmayı sürdüecek olması. Tüm bunlar, ABD’nin şimdilik 2100 sonrası görünen parçalanmasının başlangıcını erteliyor ve süresini uzatıyor.
Yani:
ABD 2000, ABD 2100’ü parçaladı bile şimdiden.
Tıpkı AB 1914 ve AB 1939’un AB 2016’ı Brexit parçalanmasını öncellediği gibi.
Uzun dönemli tarihsel poliyalektik irdeleme / çözümleme de bu olmakta.

(3 Ocak 2017)

Nihat Ali Özcan'ın IŞİD Abuksaması

Stratejistler, en basit gerçekleri gözardı ederek, yalnızca farklı bir şeyler söyleyip medya parlaması kazanmak için abuksamayı sürdürüyorlar.
Özcan e ay önce şöyle demiş:
“Amaç IŞİD’in kurtarıcı olacağı bir kaos ortamı yaratmaktır.”
Saçmalık bu.
IŞİD, nerede egemen?
Irak ve Suriye’de.
Buraları ABD parçaladı.
IŞİD’in başındaki kadro, ölüme mahkum edilen Irak üst subay kardrosu. Yitirecek bir şeyleri yok. İstedikleri kadar ağır zulüm kullanırlar. Kullandılar da. Hangi kurtarma? IŞİD Surişe’de veya Irak’ta kimi kurtardı?
Bugün IŞİD Türkiye’de nerelerde örgütlü?
Güneydoğu’da.
Neden?
Devlet, AKP, HDP, onları şemsiyesi altına alamadı da ondan. Onlar, IŞİD’in kurtaracağı değil, intikam alacağı bir düzen istiyorlar.
Bu arada çok önemli bir saptama:
Toplum, 39 Harami fıkrasının, 3.939 Harami versiyonu olarak, 18 ayda 25. terör eyleminden sonra yekindi. Kimi kana susamışlık ve intikamcılık, kimi idam cezası, kimi devletten talep gibi abuksamalara girdi.
Yani kitle-toplum, akıl batmasının tarihte belki ilk kez izlediğimiz 2. aşamasına geçti. 1965-980 arasının non-stop terör olaylarında bile bu böyle olmamıştı. 1983-2013 arasının non-stop PKK teröründe bile böyle olmamıştı. Kitle bir biçimde görmezlikten geldi gidişi. Şimdi ise, gelmedi, gelemedi.
Saptama:
Bu olumsuz vektör, AKP-başkanlık için olumlu bir katkıdır.
Bu olumsuz-vektör, terörle mücadele için nötr bir katkıdır, yani hiçbir halta yaramaz.
Artı:
Sorun, devletin istihbaratının aczi değil (aciz ayrı konu), sorun karşı tarafın ilk kez görülen yöntemlerle bir profesyonellik sergilemesi ama bunun çoktan deşifre edildiği halde, karşı yönteminin denenmemesi (istenmemesi değil).
Devlet, son 50-100 terör olayının tüm filmlerin 1-10 kişiye izlettirecek, akıl fırtınası yapacak, bildiğimiz ölümüne uyglamalı bir testten geçirecek ve sonunda en azından eğitim verebilecek çekirdek bir kadro oluşturabilecektir.
Reina’da tek 1 kişi herşeyi farklı kılardı, bunu unutmayın. Kenya AVM’sinde tek 1 kişi 50 kişiyi, kimseye (teröristlere de) farkettirmeden tahliye etti, unutmayın. Haa, bize bunlardan 100 tane gerek ve belki Dünya’da bunlardan 100 tane yok, ayrı konu.
Ey stratejist ey devlet, düşmanını küçük görme, ciddiye al. Rüştünü kanıtlamış bir ordu var karşında. 7 düveli yenmiş bir güç var karşında. Ona göre davran.
Bu eksi zekalıları ve eksi bilgileri bırak bir yana.
Bak biri, adamın aksayan bacağını gördü bile. 1 kişi ama. 100-1.000 kişiden 1’i.
(3 Ocak 2017)

Pazar, Ocak 01, 2017

Topyekun-İmha-Sivil Savaşı 2

Aydın Selcen argumentasyonu üzerinden, bu savaş türünün negasyonları eyledik. Şimdi pozisyonlarını ve statülerini eyleyelim.
Bu savaşın silahı, kuralı, alanı, yeri, zamanı, süresi kesin değil.
İronik olarak da; yangından ilk kurtarılacak şey veya Fahrenheit 451’de olunacak ilk kitap yok.
Değer yargısı da yok bu savaşın yani. Eski değer yargıları iflas etti yani. Yarının Dünya’sı ve gelecek, yeni değer yargılarıyla kurulacak yani. Savaş şişede durduğu gibi durmuyor yani. Savaş tarihinde hep böyle olagelmiş yani.
Kinik değiliz ama.
Eski değer yargıları geçersiz yalnızca. Geçici bir değer yargısı boşluğu ve özgürleşmesi yaşıyoruz.
Yani, bu savaşı eylerken oyunun kurallarını ve değer yargılarını da sen belirleyeceksin bir savaşçı olarak, eğer böyle bir şey yapabiliyorsan.
Bu ne büyük özgürlüktür.
Sun Tzu ve Sun Bin bile, savaş sanatının kurallarını koyarken, bu denli özgür değildi.
Oysa, unutuldu ki savaş köleleştirmez, savaş özgürleştirir.
Bu yeni savaş türü, yeni savaşçılara 5 milenyumluk tarihi ve insan türünü bitirme, uzaya ve Homo Posterus’a evrilme yolunu açıyor. Bu özgürlüğü onlara veriyor, verdi, verecek.
Bu savaş görünürde, cihad-haçlı seferi ikileminde. Görünürde global ama yalnızca global nüfusun % 50’sini bağlıyor, aslında onun da % 10’unu falan ancak.
Bu savaş görünürde, Kuzey-Güney ve zengin-fakir savaşı ama Homo Sapiens-Posterus insan ile insan-değil savaşı bu. Ölü yarın ile diri yarın arasındaki savaş bu. Tek tanrılı dinler, geleceği ipotekleyerek öldürdü. Biz özgür savaşçı teorisyenler ise, onları değilleyerek, yeni bir gelecek tasarlıyoruz uzaya doğru.
Selcen diri diri gömüyor, Ülkü ölü doğmuşu diriltiyor. Bu ne yaman çelişki anne.
Düşmanlarımız birbirini öldürüyorlar, biz oturmuş seyrediyoruz, bu ne komiklik anne.
(2 Aralık 2016)