Cuma, Eylül 30, 2016

Ay’a ve Mars’a Gitmek

İnsanlar ne yazık ki tarihten ders almıyor.
1957-1967 arasındaki ABD-SSCB uzay yarışı, uzay çalışmalarını ve astronotluğu / kozmonotluğu en yüksek ölüm oranlı meslek kılmıştı. Öyle ki uzaya gidecek ilk 200 kişinin 20’si ölmüştü.
Ay’a gitmek de öyle oldu. Çünkü SSCB, hem Venüs’e, hem de Mars’a sonra yollayınca ABD, Ay’a gitmenin meydan okuma için zorunluğu olduğuna karar verdi.
Sonraki öyküler belli:
Sahte olduğu önesürülen ilk Aya’a inme. Apollo 13 kazası.
Sonra ne oldu?
Ay gündemden düştü.
2010’ların gündemi Mars’a gidecek ilk insan. Bu konuda vahşi bir yarış başladı. Bunun da sonu, yine öyle olacak gibi.
“Mars’a ilk insansız yolculuğu 2018’de yapmak istediklerini söyleyen ünlü girişimci, 2024’te ilk insanın kızıl gezegene gönderilmesinin, 2025’te ise uzay gemisinin kızıl gezegene ulaşmasının planlandığını kaydetti. Elon Musk ayrıca, Dünya ve Mars’ın yörüngelerinin uzay aracı göndermeye ancak her 26 ayda bir uygun konuma gelmesinden dolayı, kendi kendine yetebilen ve ortalama bir milyon kişinin yaşayacağı koloniyi kurmanın 40 ila 100 yıl sürebileceğine işaret etti.”
10 değil, 100 değil, 1.000 değil, 1 milyon kişi.
Tamam NASA, 1986 ve 2003 uzay mekiği kazalarıyla tarihe kara bir leke olarak geçit ama bu zorlama daha beterini yapar.
Mars’a gitmek, adam başı 1’er milyar dolar.
2 yılda 1’den 100 yılda 50 sefer yapar. 1 katrilyon dolar yapar. 1 milyon kişinin astronot eğitimini nasıl alacağını soramıyoruz bile. 1 astronot 15 yılda falan eğitiliyor çünkü.
Nükleer enerji kullanma dışında, Mars’ta kendine yeterli kapalı yaşam sistemleri kurmak çok çok zor.
Ancak bu, bir meydan okuma. En azından Çin buna katılacaktır.
1990’da SSCB çöktüğünde, kozmonotların uzayda nasıl mahsur kaldığı unutulmamalı.
2100’e kadar Dünya, 4 büyük kriz yaşayacak: Enerji, gıda, su ve ekonomik-global. Bunlar epeyi aylar boyunca içine kapanan ülkeler demek olacak. Mars’ta mahsur kalmak, uzayda mahsur kalmaktan çok farklı. Ölüm demek doğrudan.
Bir gelecekbilimci olarak bu konuyu, 2001’den beridir yabancılarla ingilizce olarak internette tartışıyorum. Hiç kimse sağduyusunu veya aklıselimini kullanmıyor.
Tüp bebekten organ nakline dek bilimsel sıçramaların geri teptiğinde, nasıl onyıllar yitirttiğini unutmamak gerekli. Uzay kazalarını unutmamak gerekli.
O yüzden bu girişimi melankoliyle kınıyorum.

(30 Eylül 2016)

Moğol Felaketi: 1200 Polonya

Tarihin fiili / yaşanabilir en büyük imparatorluğunu kuran Moğollar, aynı zamanda tarihin en büyük insan eliyle insan ölümü sayısını da yarattı: 60 milyon falan ve 50 başkent.
Avrupa’da Moğollar bir kenti kuşatınca, istilanın sonuna doğru bilgilenen insanlar, kalelerdin surlarına çocuklarını çıkarıp, kendi elleriyle onları katelederlermiş.
Bu, korkunun sonu mu?
Evet.
Bu, vahşetin sonun mu?
Hayır.
Bu çaresizliğin sonu mu?
Evet.
Olağanüstü koşullarda olağandışı olaylar yaşanır. Bu, onlardan biri olmuş.
Genelde çocuklar esir alınır. Yani, büyüklerin küçükleri öldürmesi için neden yok.
Ancak, Moğollar’ın cinsiyet ayrımı olmadan çocuklara tecavüz ettiği önesürülüyor.
Ancak bir nokta daha var:
Yıl 1200 ve Doğu Avrupa anca anca hristiyanlaşıyor. Bu davranış da, bir Hristiyan davranışından çok, bir animist / putperest / paganist davranışı.
Şerh: Çoktanrılılık mı, tektanrılılık mı, insana karşı daha acımasız belirsiz kalır.
Ayrıca, büyüklerin davranışında bir meydan okfma da var:
Çocuklarımızı öldüremediniz işte. Ki bu da, ilkinde değilse bile, sonrakilerde daha acımasızlık yaratacak bir şey. Çünkü bilindiği kadarıyla Moğollar, teslim olan kentleri yakıp yıkmadı.
Tuhaf bir durum daha var:
Ortodoks Kiev-Rus, ortodoks Güneydoğu Avrupa, katolik-imsi Kuzeydoğu Avrupa, ortodoks Bizans, Müslüman Anadolu ve pagan Moğollar: Dinler çoğul savaşı. Tüm bunlar da, Haçlı Seferi dizisinin ortasında vuku buluyor.
Aranot 1: Cengiz Han’ın torununun 4 dine de hoşgörü duyması durumu, aradan geçen 50 yıl ile, bundan dolayı olabilir. Sonuçta, standart alfabeyi katolik Avrupa’da gördüler, yani yendikleri düşmanlarında.
Aranot 2: Moğollar, Müslüman Mısır’ı yenemiyor, kumsal / çölsel coğrafi koşullar nedeniyle. Atlar savaşı beceremiyor o koşullarda. Bir de Moğollar, denizi geçip de, Japonya’yı fethedemiyor. Tüm bunlar da, yenilmez oldukları o ilk 50 yıl içinde oluyor.
Yani:
Tam mağlubiyet ve teslimiyet / öz-zulüm var.
Ara durumlar var.
Hep-yenenlerin yenildiği istisnalar var.
İşte bu üçlem, hem savaş, hem de felaket modellemesi için yeni bir bakış açısı. Hepsi, ancak biraradayken anlamlı. O yüzden epistemik-harita gerekli. O yüzden Moğollar’a coğrafi-harita çizen Çinli önemli.
Bu durumda, çocuklarını katleden 1200 Polonyalılar’ı, 0 Got, 200 Roma, 400 Hun-Alan-Got, 600 Bizans rönesansı, 800 Viking, 950-1000 Otto-1-3-rönesans (sınırlı ve erken), 1200 Moğol yıkımının çöküşünü ve bir felaket dizisinin sondan bir önceki adımını (1350 veba var bir de) imliyorlar.
Benzerinin bir de, 1940 Varşova gettosu Naziler’e Musevi çocuk teslimi olarak yaşanması da ilginç. Keza 1940 Boyalı Kuş da.
Yani bu davranış, daha çok çılgınca bir çığlık ve bir abuksama krizi dalgası gibi.

(30 Eylül 2016)

Giga-Proje Olarak Homo Posterus

Önnot: Bu metni bana, Mongoliad romanının ilk cildi ve Stephenson’un Hiyeroglif Projesi yazdırdı.
Giga, mega’nın bir düzey büyüğü olmakta.
Mega proje, 50 yıl sürebilen ve 100 milyar dolar alabilen yapımsal projeymiş. Artı mega projeler, felaket yıkımı temizlemesi olarak da olabilirlermiş, Çernobil temizliği gibi.
Elimizde 5 milenyumluk ve 100 milyar kişilik yıkıntı / enkaz / bitmiş bir tarih = Dünya Sistemi var. Onu temizlemeyeceğiz, olduğu gibi bırakacağız.
Artı elimizde 5 milenyumluk, 500 milyar kişilik bir doğmamış-gelecek var. Onun bir bölümünü nano-gözenekli olarak, boşaltmaya ve bükmeye çabalayacağız.
Bu 500 milyar için, milyonda 1 ile 500 bin, 10 milyonda 1 ile 50 bin kişilik bir Homo Posterus giga-projemiz var: Bugünkü binde birlik oran ile 7 milyarda 7 milyonluk transhümanizm projesi gibi. Mega, giga’nın ön-projesi ve kontrol parametresi gibi, verileri oldukça belirgin. Giga, mega’dan daha küçük görünse de, daha büyük aslında: Homo Sapiens 5 milenyumda yeni ve farklı hiçbirşey yapmayacak, Homo Posterus hep öyle yapacak. Diğer bir deyişle Evren, Homo Posterus için, Homo Sapiens için değil ve bu metamorfoz, Dünya ev-gezegeni üzerinde yaşanacak.
Ara bir yorum:
3 bin kişinin öldüğü İkiz Kuleler felaketinde, yardım için 450 kişi ölmüş: % 15 fire ve en büyük meslek firesinden büyük: Yalnızca 1 saatta hem de. Kulağa hem zavallı geliyor, hem de gülünç.
Bu, Almanya’nın 6 milyon Musevi’yi öldürüp, oradan oluşan boşluğa, Orta Avrupa’dan kovulmuş 50 milyon Alman’ı Almanya’da barındıramayıp, onları yurtdışına yollayıp, çok değil 10 yıl sonra, üstüne 3 milyon Türk göçmen (öncesinde misafir işçi, sonrasında çift vatandaş) alması trajikomikliği gibi.
Naziler’in 1’den sonrasını istatistik sayma esprisi, hem düşünce, hem gülünçlük anlamında, kalıcı geçerlilik kazandı böylelikle.
Tarihte 13 büyük siklus var. 50 büyük hegemon kayıtlı. Ancak, yalnızca 3 bilim-sanat-düşün tümleşik doruğu var. İnsanın boş küme’si ve oryentasyon ıskası bu.
Bu bile, tek başına insanı mahkum etmeye yeterli.
İnsanı mahkum edip de, hepsine birden 7 milyarlık atom bombası atmayacağız, tam tersine insanlığı kendi haline bırakacağız ve 5 bin yıldaki 50 bin kişi için, pek pek bin kişilik toplam komün alanı peşinen alınacak insan türünden: Bağımsız federe uzay devleti öncülü ve marjinal egzistans hakkı niyetine.
Az nüfus, az para ve az insan ama hep insan-değil olarak.
Homo Posterus giga-projesi bu: 5 bin yıl, toplam 50 bin kişi (herhangi bir anda bin kişi), her kişi için kişi başına o anki global ortalama harcanabilir gelir kadar para: Mümkün bir gelecek içeriyor. Homo Sapiens ise, % 49 gayrımümkün durumda.
Eksodus:
Hiyeroglif Projesi’ne yanıtımız, katkımız ve antitezimiz budur.

(28 Eylül 2016)

İmece Yeni Çapraz Medya: Mongoliad

2015 için saptadığım, çapraz medya modeli buydu. 2010-2012 arasında yapılmış.
Onlarca kişi, farklı duyu-dillerde, ana teması Cengiz Han dönemi olan öyküler yazmışlar, sözlü, görsel, işitsel.
Tuhaf loan tüm malzeme birada durmuyormuş. Belki birileri hala ona katkıda bulunmayı sürdürüyordu.
Burada bizi, daraltma-anlatı (narration) ilgilendirmiyor, sabit bir projeyi anonim veya değil / imece olarak parçalarını farklı yorumlayarak, kendi kendini değiştiren bir bütün olarak kurgulamak veya kurgu öz-salınımına bırakmak.
Bu, aslında bizim ciddi oyun projesi için arzuladığımız bir şeydi.
Simülasyon ama epeyi geniş aralıkta kendi kendine salınabilen bir simülasyon.
Buna en yakın proje, koşut olarak Assassin’s Creed ki o da savaş anlatısı.
Biz bunu neo-Hasan Sabbah olarak yapabilmek isterdik ama ciddi yonu olarak. Ki tek başımıza epeyisini yapacağız gibi de görünüyor.
Keza Homo Posterus öykülemelerimiz de öyle olacak.
Ve artı, neo-Hasan Sabbah ve Homo Posetrus bazı neksus tekstlerle hipertekstler dokusu olacak.
Kavramsal çerçevesi var.
Bunu Cengiz Han dönemi için yapmışlar.
Anlatı türleri harmanlamaları (Girti ot yemeği harman gibi, adı da o zaten), öznel anlatı gergefleri. Hani, bazı kitapların eril ve dişil formları varmış gibi yapılır ya, onun aslı işte.
Bu meta-tekst oluyor. Hatta tekst-değil / metin-değil oluyor. Sözdiline mantık ve matematikten sonra, üçüncü kategorik öteleme oluyor (geometrik ötelemenin özgün adı transformasyon).
Ciddi oyun, simülasyon, çapraz medya, Mongolaid, bu yoldaki vektör denemeleri.
Sonul menzile belki 250 yıl var daha.
Dipnot:
Star Wars’a yapılan sonuç (2015), bunun tam tersi yönde vektörde. Ancak, ikisinin çizgisi aynı.

(28 Eylül 2016)

Çarşamba, Eylül 28, 2016

Metafor: Hammurabi Yasaları

Hammurabi Yasaları 10 Emir’den önce gelir ve ondan da öncesi vardır.
Yani hukuk, dinden önce gelir, geldi de.
Diğer bir deyişle.
Din hukuğun kuralları üzerine yatıt ve onu geriletti, çok yüzyıl sonra hem de.

(18 Eylül 2016)

Türkçe’den İngilizce’ye Çeviri Kitaplar: Index Translationum 1979-2009

1979-2009
Bu sürede ABD’de 113, İngiltere’de 110 çeviri kitabı basılmış.
Yılda 10 bile etmiyor.
Her 2 ülkede de basılanlar var.
Ancak, hem ABD’de, hem de İngiltere’de çeviri kitabın toplama oranı % 20 civarında olmuş hep. Türkçe de, bu hacimde ancak herhalde onuncu sıradan sonra kendine yer bulabilmiştir.
Yaşar Kemal romanlarını ve akademik eserleri çıkarırsak, oran çeyreğin / toplam 50’nin altına düşüyor.
30 yıl, 250 bin kitap ve 250 bile çeviri değil. %o 1 bile değil. Dünya’nın birinci diline.
(18 Eylül 2016)

Dilsel Karşılaştırlar-Karşıtlaştırlar

Durum saptamaları:
Ünlü-ünsüz ayrımı kesin değil.
Hece tanımı kesin ve standart değil.
Örnekler:
Ünlü harf bolluğu, Fince, Türkçe ve bazı Afrika dillerinde var.
4 harfli hece İngilizce’de ve Çince’de var.
Korece standartlaştırılmış ama Çince standartlıştırılmamış.
Yavaş ve doğal dilsel değişimler var, hızlı ve yapay dilsel değişimler var. Korece 1400 ve Türkçe 1930 hızlı ve yapay değişim örnekleri.
Türkçe nedeniyle, Ö-E-N yer sırası önemsizleşebiliyor ki bu Almanca için de böyle. Bu durumda o zamanki Got-proto-Fin ünlüleri ve/ya Got-proto-Alman halklar tümce yapısı karmışıklığını kopyalamı ve melezlemiş olabiliyor. Sanırım ki bugünkü dilbilimciler, buna toptan karşı çıkacaktırlar.
Diğer bir deyişle. Doğudan batıya, batıdan doğuya, kuzeyden güneye, güneyden kuzeye tüm dil topolojik yoğrulmaları ve kültürel göçler yaşanmış tarihte. Genetik-göç veri tabanıyla dilsel-melezlik tutarlı değil yalnızca.
Ara çıkarsamalar:
Bütün diller melez ve bileşik.
Bütün diller pek pek 5-10 kategorik etkileşimde, bu hem öğe-birim anlamında, hem de geçmiş-dil-ata anlamında. Yani olup biten şu aslında: 4 Avrasyatik dil ailesi için, 10 kategorinin 10 niteliği permütasyonla habire yer değiştiriyor.
Eski-yeni Türkçe karşılaştırması standart sapma tanımı için uygun.
Nokta. Es.

(18 eylül 2016)

Salı, Eylül 27, 2016

İç Savaş Etkenleri

... şunlarmış. Ümit Kıvanç Max Fisher’den aktarmış:
“Eğer tarafların kararlı ve güçlü dış destekçileri varsa, bu, savaşı uzatan bir etken haline geliyor.
...
İç savaşların uzamasına yolaçan bir etken de, birden fazla tarafın çatışıyor olması.
...
çatışmanın ağır sonuçlarını bizzat yaşamayan birileri işin içindeyse çatışma uzuyor.”
Çok çok eksik bir panorama.
Asıl sorular şunlarb
Savaşı çıkaranlar kimler. Savaştan maddi ve manevi çıkarı olanlar kimler, savaşta doğru dürüst savaş matığı var mı, yokas durum saçmalık silsilesi mi?
Sonuçta, 1. Dünya Savaşı bile 4 yıl sürdü hepi topu. Bu, makro savaşlar daha çabuk biter demek değil, daha çok enerji harcar demek.
Bazı savaşlarda 2 taraf da yitirir.
Bir de şöyle durumlar:
Hindistan-Pakistan savaşı, ayrılmı, Batı-Doğu Pakistan savaşı, ayılma, Bangladeş durumu da var. Bangladeş’i fıştıklayan Hindistan, çünkü Bengalce Hindistan dili ama yine Hindistan dillerinden Urduca-Hinduca ortak dil. Hinsidtan-Pakistan ikilisinde dil aynı, din ayrı; Pakistan-Bangladeş ikilisinde dil ayrı, din aynı.
Bu, savaş nedenlerinin belil olduğu durum yine de.
İslam tarihinde; Şii, Sünni, Harici, vd ayrımları ve dizisi, tam Muppet Show dizisi. Kimse, güp güp demiyor da, manevi neden arıyor. Kimse, eşkiyalar Müslüman olursa, din de haydutlaşır, demiyor.
Devamında, kabile ve aşiret savaşlarının nedeni olarak kimse, ‘komşunun tavuğunun gıdaklaması, komşuyu kızdırdı’ demiyor.
Kaldı ki nedensiz savaş da var:
2015’te 350 ABD’li 1.400 ABD’yi öldürünce de bu savaş. Keskin nişancı, yalnız kurt, psikopat savaşı ama savaş.
2 uçak 2001’de İkiz Kuleler’i indirince de bu savaş, silahsız savaş ama savaş.
Nedensiz savaş, bir bakıma (klasik) kuralsız savaş da demek. Kaldı ki koskoca 20. Yüzyıl 3. Dünyalılar’ın gerilla savaşları ve kazanımlarıyla geçti. Gerilla savaşı gayrınizami (kiralsız / düzensiz) savaş sayıldı.
İç savaş, mikro savaş demek. 50’den 250’ye çıkan devlet sayısında, makro ve Dünya savaşlarının yerini, iç / mikro savaşlar alır doğal olarak. Zaten kabileliler ve aşiretliler için Dünya ufku, 1 kilometredir veya 40 metre kare Almanya’dır.
Dolayasıyla bu onkat, engizisyon-rönesans salınımlarının daha farklı bir dışavurumu olarak, iç-dış savaş salınımı olarak tarihe kaydediliyor.
Çıkış:
Kıvanç’a şerh:
Tüm aydıncıklarımız gibi o da, ağaca bakmaktan, ormanı 40 küsur yıldır göremiyor.

(27 Eylül 2016)

Askeri Darbe, Sivil Darbe, Darbemsi

15 Temmuz’un askeri darbemsi ve ardından sivil karşı-darbe olarak tanımlanması gerektiğini söyledim. Kavga çıktı. Oturup bunu yazmam gerekti.
Önce Türkçe külliyata baktım. Özdemir İnce, 2010’da bunu yazmış. 
http://www.hurriyet.com.tr/sivil-darbe-nedir-13692940
Ataol Behramoğlu 2003'te bunu yazmış, son kitabının adını da öyle koymuş:
https://www.google.com/webhp?sourceid=chrome-instant&ion=1&espv=2&ie=UTF-8#q=ataol%20behramo%C4%9Flu%20sivil%20darbe
Ekşi Sözlük’te ayrım için ayrı bir başlık var.
Keza Can Dündar ve sevgili hempaları liberal demokrat yazarlar da, son 1 aydır aynı teranelere girmiş.
2010 sonrası için Dünya’ya bakınca, epeyi sivil darbe ve başarılamamış girişimi olduğunu gördüm.
Basit bir soru, daha da basit yanıtı:
ABD’de neden darbe olmaz?
Orduyu siviller yönetir de ondan.
Zaten, savaşın generallere bırakılmayacak bir iş olduğu, harp akademilerinden okutulan savaş kuramları kitaplarının başında yazar.
Dünya’da olan da bu:
Savaşı ve iktidarın odağı, askerden sivillere kaydı.
Aynı şeyin, reel sosyalizm için de geçerli olduğunu ve fiili kapitalizm ile reel sosyalizmin bu konuda ayırtsız olduğunu belirtelim.
Ancak, vurgulanması gereken en önemli konu şu:
Kitle olsun, iktidar seçkinleri olsun siviller, askeri darbeleri hep destekledi. Çünkü, hesapça görünürde koşullar olgunlaşmıştı ve halk generallere ‘kurtar bizi baba’ dedi, sonra darbeyi yaratan Demirel’e aynı şeyi dedi. Halktır bu, TÜSİAD’dır bu, ikisi de söyler. Gramsci hesabı, işbirlikçiden bol ne var ki?
Ayrıca, iktidar gücünün süreksizliği, kesintiye uğraması, sıçrama yaşaması durumu, 2,5 milenyumdur kayıtlı olan şeyler.
(Baştaki bölümler ve tarihler.)
Yani:
Darbe (o ya da bu biçimde) = nominal demokrasi = MÖ 876 – MS 2016 = 1.892 yıl.

(27 Eylül 2016)

Cumartesi, Eylül 24, 2016

Bir Kahramanlık Öyküsünün Sonu: Assange ve Manning

Kahramanlık öykülerin sonu beni hep merak ettirir ve çoğunlukla da hüzünle gülümsettirir. Bu öyküde de öyle oldu.
Manning diye bir ABD’li er ABD gizli belgelerini çaldı, Assange diye biri ise onları internette yayınladı. Sonra, hegemonsal infial ve gazap geldi. Manning hapiste, Assange firarda.
Son durum ise şu imiş:
“ABD ordusunda görevli bir er olan Chelsea Manning, Julian Assange’ın ele geçirdiği milyonlarca sayfa gizli belgeyi, görevli olduğu kurumun sunucularından alıp Assange’a vermekle suçlanarak tutuklanmıştı. Manning 2010’dan bu yana tutuklu bulunuyor ve toplamda 35 yıl hapis cezası almış durumda.”
“WikiLeaks sitesinin geçen yıl gizlice Assange’ın psikolojik ve fiziksel sağlık durumunun belirlenmesi için yaptırdığı sağlık testinin 27 sayfalık sonuçlarından bir kısmı yayınlandı. İsmi gizli tutulan bir psikososyoloji ve travma uzmanının yaptığı testin sonuçlarını yayınlayan sitedeki rapora göre, Assange’ın yaşadığı 30 metrekarelik oda, her ne kadar yaşamaya elverişli olsa da çoğunlukla güneş ışığından yoksun bir şekiklde yaşadığı için, fiziksel ve psikolojik yapısı çöküş aşamasında. Assange, ayrıca sürekli devriye gezen Metropolitan Polisi nedeniyle temkinli olduğu için, uykusuzluk da çekiyor.
Rapora göre Assange, hareketsiz yaşam tarzı nedeniyle, pek çok hastalığa yakalanma riski ile de karşı karşıya. Bunlar arasında öne çıkan hastalıklar ise; kardiyovasküler rahatsızlıklar, strese bağlı yüksek tansiyon ve obezite. Assange, doktor ve pek çok tıbbi müdahaleye de uzak olduğu için, risklerin oranı da büyüyor. Assange’ın psikolojik olarak intihara meyilli bir kişiliğe dönüşmeye başladığı da yapılan yorumlar arasında.”
Piyonlar mat yani.
Benim baştan merak ettiğim şu:
Bu kahramanlar o kahramanlıklarının şu sonucunu baştan bilseler, ne yaparlardı acaba?
Çünkü, Gezi olaylarından 2 yıl sonra, bazı Geziciler’in başına gelenleri okuduktan ve onların çökkünlüklerini izledikten sonra da aynı şeyi düşünmüştüm.
Filler tepişir olar ezilir, filler sevişir otlar yine sevişir.
Peki, neden otlar fillerin ayaklarını altında dolanır acaba?
Kurbağalar akrebi neden sırtına alır acaba?
Hoca, Timur filini önceden neden öngöremedi acaba?
Tarih neden habire tekerrür ettirilir acaba?
Bu sonu gelmiş oyunda, oyuncuların yeri değişse, Manning dışarı çıksa, Assange içeri girse, ne değişecek acaba?
Dipnot:
Savaşta; savaşmadan önce veya kazandıktan sonra bile olsa, siperde beklemek en yapratıcı olan şeymiş. İnsan türünün psikolojisi bunu kaldıramıyor, hiçbir zaman da kaldıramamış.

(18 Eylül 2016)

Grup Arkadaş

Sonunda bilgi.
ARKADAS "s/t" rare Prog Turkish Jazz/Rock Fusion LP, signed.
Original Swiss only Progressiv Turkish Folk/Jazz-Rock LP with female singer, 1st-pressing, signed on the front by all musicians (my last copy, I only had them because I kept them over many years, not easy to find one!).
Artist: ARKADAS
Title: S/T
Label: Dolunay Records No: 1
Year: 1984 Made in: Switzerland
Condition Rec/Cover: VG++ / M-
Tracks: see photo.
Musicians: see photo.
Kadın şarkıcı ve 1984. O yeğ. 7 yıl sürmüş grup. Bunu bulurum ben. İmanla sıçan betonu deler.
Sıçmaya devam:
Arkadas [Switzerland?]
Arkadas (84)

Wild mix of freaky jazz and Turkish influences.
Çirkin caz’ın tanımı yok internette. İyi mi?
32 yıl.
Nokta. Es.

(16 Eylül 2016)

Ravi Shankar Monterey Pop’ta: Haziran 1967

Ağlatıcı.
Ağlatıcı bir güzellik.
Ağlatıcı bir hüzün.
Ağlatıcı bir gerçek ve gerçeklik. Hem müzik, hem görüntü öyle.
Dile kolay tam 50 yıl öncesi.
Dile kolay, ben o zaman bile varım.
Ravi Shankar’ı bana 1984’te Nuri Başoğlu tanıttı. Kendisini burada sevgiyle yadediyorum. Dünya Müziği, caz ve New Age’i ondan öğrendim.
Bana dinletiyi yapmayı, dinletiyi dinlemeyi de, dinletiyi anlamayı da, İstemi Evren öğretti. Onu da sevgiyle anarım. ‘Progressive rock’ı da ondan öğrendim.
Bu dinletiyi ve dinlemeyi epeyidir kendi kendime yapıyorum. Kendi kendime dinleti, 1998’de bilgisayar edinmeden kalma bir alışkanlık. 1989’dan beridir de kendi kendime içiyorum. Tek başıma içiyorum ve tek başıma müzik dinliyorum, şu anda da.
Bu 50 yıl, aynı zamanda tarihin % 1’i, aynı zamanda anlamlı bir örneklemesi.
Bu 50 yıl içinde, temel müzik türlerinin tamamını severek ama seçerek dinledim ve dinlettirildim / öğretildim.
Tüm klasik Dünya, Türk klasik, Türk halk, Türk pop, Türk arabesk, Türk rak, Türk caz, New Age, vs, vb, vd.
1963-1972 arasıki 10 yıl için, hiç kapanmamacasanıa açık bir radyo kültürümüz vardı aile evimizde.
1972-19080 için ise, Çalar Saat’lı, Aka Gündüz Kutbay’lı alternatif müzikler, rahmetli İsmail Cem sayesinde.
Gelelim konsere:
Bu aşırı gerçek bir müzik.
Ve artı:
Aşırı gerçek bir belgesel.
Tam da 1968’in Doğu’yu kaşfettiği dönem.
İşte bu hakikilik, bizim önümüzdeki 50 yılın belki yalnızca 1-2 yılında yeniden becerebileceğimiz bir gerçeklik.
Ağlamam o yüzden:
Ölen çocukluğumuza ve zihnimin içindeki bebek cesetlerime. Mahler’in 7 kardeşi ve 7 çocuğu ölmüş, ona ağıt yakmış; benim 14 benim öldü, hala ağıt yakamadım, şu an onlara ağlıyorum işte.
Tuhaf olan şey ise, kesinkes gözümle ve kulağımla ilk kez kaydına tanık olduğum ama önceden okumuşluğum olduğu, bu avangard müzik çizgisinin 1987 sonrasında korunamaması. Onu öven Downbeat tarafından bile.
Yetim bırakıldı o çizgi.
Ustalar işlevini yerine getirdi, çıraklar ihanet etti ustalara.
Shankar’ın ardılı olmadı örneğin, üstelik 50 yıl sonra bile hala geleneğin sürdüğü Hindistan’da bile.
Bu da ağlatıcı.
Ancak, birileri hep geri döner. Aristo için bile. Eratosthenes için muhakkak.
Ben de, kimbilir kaç yıl aradan sonra, Shankar’a geri döndüm.
Sevgiyle Shankar.

(16 Eylül 2016)

Cuma, Eylül 23, 2016

İoanna Kuçuradi Negasyonu



Kendisini epeyi noktada değilliyorum.
Birincisi, Dünya Felsefe Kongresi için bile olsa, AKP ile halvet olmasıdır.
İkincisi ve/ya ikincileri bu metnin konusu.
Kendisinden alıntı:
“Saygı konusu insanlardır, fikirler değil. Fikirler değerlendirme konusudur. Yerli-yersiz karşı olduğunuz bir fikre “saygı duymak” ne demek olabilir acaba?”
Yine kendisinden alıntıyla bunu baştan yanlışlıyoruz:
“Bilgisizlik, insanların en büyük düşmanıdır.”
Kuçuradi, burada kendi kendini yanlışlayan bir totoloji içinde.
Felsefe bilgi ve düşünce peşinde koşar, insan peşinde değil.
Karşı olduğunuz bir düşünceye saygı duyarsınız, çünkü saygı duyulasıdır, çünkü sizin öznenin veya biyorgafiniz dışında, ağırlıklı bir yerlere ve bir zamanlara tarih içinde izdüşmüştür.
İnsan hiçbir biçimde saygı konusu değildir. İktidarperver filozoflar Platon ve Aristo örneklemesi bunun için yeterlidir. Saygıyı hak eden insana saygı gösterirsin ama yalnızca insan olmakla, kimse saygıyı hak etmez.
Bırakın o Aydınlanma ve rönesans insan-severliğini, daha doğrusu antroposentrisizmini.
Karşı olduğunuz düşünceye saygı duymak ne demek olabilir acaba?
Şöyle bir şeyler:
Stalinizm 20-30 milyon Rus’u gömdü ama SSCB de uzaya giden ilk insanı çıkardı, 19005 Çarlık Rusyası Tsiolkovsky geleneğinin devamı olarak.
Stalinizm 1990’da çökmüş olabilir ama bugün AB ve ABD antitezi olarak tarihte kayıtlı.
Stalinizm çökmüş olabilir ama Putin diktatörünün gücünü de o besledi ve bugün o baş belası adam, AB’ye ve ABD’ye, yani emperyalistlere kök söktürüyor.
Bu son 3 ibareyi bir anti-stalinist, bir anti-marksist, bir anti-komünist, bir anti-reel sosyalist olarak yazdım.
Düşmanına ve karşı olduğun bir düşünce çizgisine saygı duymak da budur işte: Düşmanını öldür ama düşüncesinin hakkını ver.
Kuçuradi’ye şöyle diyerek konuyu bağlıyoruz:
Cehalet insanı söyletir.
Kendisi bilgi düşmanı olarak kayda geçti.

(24 Eylül 2016)

İmzalımsı Kitaplar

Nasıl ki paramsılar var, imzalımsılar da var.
Birkaç örnekleme:
Yayıncıdan, birine imzalı.
Ünlü bir yazardan ünsüz birine imzalı.
Ünsüz bir yazardan ünlü bir yazara imzalı.
Ünsüz bir yazardan ünsüz birine imzalı.
İthaf edilen kişinin adının kesilmiş olduğu imzalı ki bu o kitabın sahibinin veya mirasçıların o kitabı kitapçıya bilerek satmış olduğunu gösterir.
Edebiyat dışındaki alanlarda yazılmış kitaplardaki bazı imzalar. O konudaki araştırmacının adı, süre geçince unutulmuş olabiliyor.

(16 Eylül 2016)

Türkiye Halkları Aptal ama O kadar da Değil: Satranç ve Felsefe 2016

2016 Rio Olimpiyadı’nda spikerlerin Türk sporcular yenildikçe, histerik sesler çıkarmasına çok güldüm.
Son 2 yılda Türkiye halklarının edğil aptal, eksi zekalı olduğunu gördüm.
Ama hala umut var.
Türkiye gençleri, 2016 Satranç Olimpiyadı’nda takım halinde 6., 2016 Felsefe Olimpiyadı’nda bireysel sıralamada 1. ve 3. oldu.
(Aranot: Bu arada, satranç haberinin futbol gazetesinde kendine yer bulması ayrı bir alaturka ironi.)
Bu, muazzam bir başarının da ötesi. Özellikle de, 1968’lilerin ve 1978’lilerin çocukları ve torunları olan 1988’lileri ve 1998’lileri seyrettikten sonra.
Demek ki tahminimiz doğru:
2018 kuşağı, çıkış yolu / eksodus olacak.

(16 Eylül 2016)

Çözüm Sürecini Kim Bitirdi?

Celal Başlangıç rolünü abartmış ve bu işi AKP’nin bitirdiğini ileri sürmüş ama yazdıklarının hiçbiri bunu doğrulamıyor ve şu olay dizisinden de söz etmiyor:
Temmuz 2015’te TC, PKK, IŞİD, 3’ün 2’li permutasyonları olarak birbirini çok kısa sürede vurdu. Çözüm süreci o zaman bitti.
Dolayısıyla soru şu:
Çözüm sürecini 2015’te ne bitirdi?
Yanıtı:
O 6 saldırı bitirdi.
Aradan 14 ay geçti. TC içeride PKK ve IŞİD ile, dışarıda Musul’da ve Kuzey Suriye’de savaşta.
Bu koşullarda çözüm süreci olamaz.
İstenen bu, ayrı konu.

(16 Eylül 2016)

Perşembe, Eylül 22, 2016

Aforizma: Japon Kale Maç İttifakları

Japon kale maç, kare biçimindeki bir alanda, 4 kenarın ortasındaki 4 kale ve 4 oyuncuyla oynanan futboldur.
Buradik, 1’li (veya itifaksız), 3’lü ve 4’lü kombinasyonları tartışma-dışı bıraktık.
2’li ittifakta ve diğer 2 oyucnunun ayrı ayrı olduğu durumda, 2 oyuncunun kazanma şansının % 50’den fazla olduğu dşünülür ama eğer o 2 oyucunun kaleleri, yanyana 2 kenarda ise, karşıdan herhangi birinden gelecek şutun hangi kaleye gittiğini anlamak çok zorlaşır, özellikle de ittifak yüzünden.
Bu da tersine o 2 oyuncunun kazanmaş şansını % 50’dan aşağıya düşürür.
Bunu, jeo-politik ititfaklara ve komşu-müttefiklere uygulaak mümkündür. O zaman da, 1 saldırının yanyana 2 ülkeden hangisine olacağını anlamak imkansızlaşabilir.

(16 Eylül 2016)

Zihin Bedenin Hapishanesi x Beden Zihnin Hapishanesi

Bu, 2015 Felsefe Olimpiyadı’nın 4 konusundan biri.
İlki Foucault’nun, ikincisi Platon’un metaforu imiş.
Soru ruh olarak zikredilmiş.
Onu geçiyoruz. Tanrıbilim saçmalığıyla uğraşmam çünkü.
Hapishane yerine hapis yazınca, anlam kayabiliyor. Hapishane mekan / konum / durgu, hapis eylem çünkü.
Önkoyutlar:
Bir:
Monizm-düalizm paradoksunun geçerli değil, tutarlılıksal-koyutsal bir şey olduğunu düşünürüz. 1986’dan beridir.
İki:
A veya A değil birleşiminin tümel olmadığını ve 3. şıkların (ve dolayısıyla 4. ve N. şıkların da) her zaman olanaklı / olası olabileceğini düşünürüz. 1986’dan beridir.
Yani.
Beden-zihin ikiliği yok. Beden-zihin içiçeliği var ama bir kategori değil. Kimi birden az, kimi birden çok kategori.
Beden-zihin tümleşiği, eksi entropili, öz-kritik, öz-örgütlü sistemlerin 10 üzeri sonsuz olasılığından ve olanağından yalnızca biri.
Bu durumda; zihnin hapsi / hapishanesi beden ve bedenin hapsi / hapishanesi zihin de mümkün ve olanaklardan / olasılıklardan yalnızca birkaçı.
Bedensel ölüm, şimdilik zihnin de ölümü demek ama üam da bu metnin yazıldığı yılda ilk kafa nakli yapıldı / yapılacak. Bu ise, ölümsüzlüge giden yolun ilk adımları demek.
Zihnin ölümü bedenin ölümü demek değil. Beyin ölümü ile beden ölmüyor ama yine de bedeni yaşatan bir makine oluyor.
Aranot: Görüldüğü üzere, bir felsefe metninde de, tutarlıktan önce geçerlilik arıyor ve koyutluyoruz.
İnternet ve siberuzay ile zihin, bedenden çıkabiliyor. Aslına bakılırsa, tüm kitap okumalar ve film seyretmelerde de öyle olabiliyor. Bu durumda, zihin bedende birebir hapiste olmuyor.
Bedenin de bazı işlevleri, özellikle bazı değer yargıları tarafından aşağılanan dışkılama ve idrarlama gibi etkinlikleri, zihnin hapsi gibi algılanabiliyor.
Görüldüğü gibi, adım adım yürüttüğümüz uslamlama şu:
Her 2 kategori de, Koch Adası ve Koch Atolü, gibi kırınımlı / küsuratlı olarak arttırılabilir de, eksiltilebilir de.
Zaten biz, felsefenin, en azından 2.500 yıllık Batılı felsefe geleneğinin en büyük hatalarından birinin, bu tam sayılı kategorilerle uğraşmak olduğu kanasındayız. Tümel, mutlak ve sonsuz olabilir ama mutlak ve  sonsuz, tam sayılı olmak zorunda değildir, basit bir uslamlama yanılsamasıdır bu.
Bireysel deneyim olarak ise.
Her ikisini de yaşadım ve duyumsadım. Uslamlamam ise, yukarıdaki metin olmakta.
İşte o nedenle düşünce, yaşamın ve duygunun üstkümesi bir kategoridir. Felsefe de düşünce ile uğraşır zaten.

(16 Eylül 2016)

İlk Siborg Olimpiyadı: Ekim 2016

Engelli atletlerin protezler eklentisiyle siborg olarak yarışabilecekleri ilk olimpiyat Ekim 2016’da başlayacak:
Adı da sibatlon.
Yarışmalar 6 dalda:
Beyin protezliler arasında bisiklet.
Enerjili bacakla koşu.
Tekerlekli sandalye.
Enerjili ekzoskeleton.
Enerjili kol.
Ek bilgi:
2 tür algı-motor yapay enerjisi iletimi var:
Beyin ve organ arasında.
Yakın sinir (diyelim kol siniri) ve organ arasında.
Robot olimpiyatları da epeyidir yapılıyor.
Gün gelip ikisinin birbiriyle birleşeceğini önceden belirterek konuyu bağlayalım.

(16 Eylül 2016)

Metafor:Yaz Saatı

Yaz saatı uygulaması ben çocukken yoktu.
Sonra geldi.
Sonra bir daha geldi.
1973 veya 1974’te 2 saat ileriydi yaz saattı, gece onda güneş batardı. İzmir Körfezi’nin açıkları, Narlıdere’de balık tutarken geceyarısına dek aydınlık kalırdı.
Sonra bir adım geri geldi, yılını anımsamıyorum.
2016’da ise yaz saatı sabit tutulacak.
Yani saatlar, hep 1 saat ileride ve biz de 15 derece daha doğu boylamda gibi olacağız.
Şimdi bu, 2 ileri 1 geri. Mehter adım.
Şimdi bu Tanzimat, batılılaşma, ne dersen de.
Şimdi bu, tarihin istop et(tiril)mesi.
İşte, kültürolojik güzelyazınsal eleştiri bu olmakta.

(14 Eylül 2016)

Sanal Gerçeklik 2016 Momenti İçin Notlar

Burada 2 ana bölge var:
Biri, ciddi oyun ve simülasyon ile bilimsel, nitelikli, elit ve az sayılı kullanıcılı alan.
Diğeri, sanal gerçeklik oyunları ve artık filmleri (Leviathan) ile bilimdışı, orta nitelikli, popülar ve çok-çok kullanıcılı alan.
Bu koyut durumu, bildiğimiz sanat açılımı demek. Aristo tanımından beridir son 2.500 yıldır bu hep böyle süregelmiş.
O zaman da, son 10 yılın ikilemli tanımı var.
Eğitim x eğlence.
Bu başka ikilemler de demek:
Düşünce x duygu.
Üretim x tüketim.
Gerçek x uyduruk hayal / imaj.
Savaşım x kaçış.
Bu da; pozitivizm, mekanik determinizm ve ekonomik determinizm tanım zamanı olan son 200 yıldır için de aşağı yukarı böyle. Sorun, buradaki Dünya Sistemi x neo-liberalizm ayırtsızlığı gibi, kapitalizm x reel sosyalizm ayırtsızlığı gibi, 2. Sanayileşme’nin proto- dönemi için de yadın x halk ayırtsızlığı ki bu çok-çok olumsuz bir eşanlamlılık. İronik olarak da, bunun başından beridir (Aydınlanma’dan beridir) böyle olduğunu açımlıyor bize.
Yani, yukarıdaki epistemik harita, bize aydının da halkın da aptal ve cahil olduğunu kanıtlıyor. En azından bu ivmeli bilgi artışı dönemlerinde.
Ya da:
100 x 180 IQ ayırtsızlığı.
Ya da:
10 (on) x 1.000 (bin) kitap okumuşluk ayırtsızlığı (ikisi de çok-çok az geliyor tarihe, 50 yaş için 10 bin kitap okumuşluk uyabilir, yani ben ucundan sıyırtıp kurtardım).
Çünkü:
Sanal gerçeklik asıl gerçeklikten daha gerçek bir benzetişim.
Bunun çok-çok aha fazla yazılması gerekli.
Tanım açılımı başlangıcı oldu.
Nokta. Es.

(14 Eylül 2016)

2005-2016 Avangard Diziler

6 tane sayabilirim bunlardan:
Dr. House, Dexter, Hannibal, Spartacus, Taht Oyunları, Vikingler.
İlk 3’ünün tıp, ikinci 3’ünün tarih ile ilgili olduğunu yeni ayırsadım.
6’sı da şiddet ama doğrudan-yoğun-grafik şiddet ile ilgili.
Taht Oyunları 7., Vikingler 4. sezonuna giriyor 2016-2017 sezonunda. Dolayısıyla, 12 yılda 6, 2 yılda 1 üzerinden, 2014-2015 veya 2015-2016 sezonunda, avangard yeni bir dizi umabilirdik ama çıkmadı.
Yani, HBO-simgesel dalgası da inişe geçti.
Dizi olsun, film olsun, akımlarda bu 10 senelik dalga önemli. Yeni bir akımın ilk pili bu kadar dayanıyor.
Bir tek, 2009 başlangıç momentli bilgisayar oyunu sinemasal fragmanı anlayışının, 10. yılını henüz doldurmadan ve 7. yılında ve metamorfozlanan ‘Leviathan’ sinema dijital filmi projesi ile, sanal gerçekliğe ve 4 boyutlu sinemaya (ama holograma değil) geçtiğini görüyoruz.
‘Warcraft’ ve ‘Assassin’s Creed’ ise, oyundan sinemaya uyarlanan, vasatın üzerinde ama avangard olmayan gidişler. Bunda, birincisi Antimachinima yokluğundan dolayı, ikincisi oyunun çizgiromanının bile (burada Warcraft’ı kastetitk, Assassin’s Creed’in çizgiromanı berbata inmeye çok yakın), filminden iyi olması ve oyun-film ilintisinin, yüksek teknolojide şimdilik başaşağı olmasının yoğun payı var diye düşünüyoruz.
Ancak, tersine bir örnek olarak Gotham var ki genellemelerin bu altkümede geçerli olmadığını kanıtlıyor. Gotham, tüm Marvel-DC yenilemelerini / sıfırlamalarını baştan sıfırladı ve geçersizledi. Doğru yol Gotham / o ama yanlış yol çoktan yatırımlandı (investized) bile.
Yine de şu kesin imlenmeli:
Bu 6 dizi, 12 yılda 500 filme eşdeğer bir avangardlık değeri üretti. Üstüne üstlük, Dr. House gibi bir konudan hiç beklenmeyen bir biçimde, dizi-içi (maymunlu olan) bilgisayar oyunu modellemesi ve tasarımı, artı televizyon dizisi parodisi (Cuddy’nin kendi kızıyla Dr. House’ın geleceğini kabusladığı rüya) manyak-ötesi şeylerdi.
İşte burada, prodüktör olmayan, yönetmen olmayan, rejisör hiç olmayan, yeni bir alan önem kazandı: Yaratıcı direktörlük. Dexter ve Dr. House için bu, 200 parça boyunca sürebilen bir beyin hakimiyeti demek oldu, yönetmenler ise habire değişti.
Hannibal, zaten bir çapraz medya idi. Dr. House, Dr. Chance’i çapraz-medya’ladı şimdiden (2016-2017 sezonu 1. sezon).
Vikingler ve Spartacus ise, tarihsel gerçeklere birebir bağlı kalarak, epistemik eksodus da yarattı. Yani kurmaca diziler, neredeyse belgesel oldu.
Sonuç:
Vikingler’in 1. sezonunun bitiş yılı olan 2014 üzerinden, 2005-2014 arasındaki onyıllık dönem, dizilerin yeni bir altın çağı oldu. Sonra iniş başladı.
Ancak, değişimler sürmekte. Yeni oluşumlar da bekleniyor ve tahmin ediliyor.

(14 Eylül 2016)

Nazar Büyüm Eleştirisi

1980 ertesinde hallaç pamuğu gibi atılan aydınlar ,1983 ertesinde daha çok ansiklopediler çevresinde biraraya geldiler. Sonra da Bilsak türü kurumlar dalgası çıktı.
Büyüm, benim için bir ansiklopedi simgesidir: Anabritannica.
İngilizce eğitim yapan bir üniversitede çalışarak okuduğumuz için geniş bir kadro olarak kombine çeviri de yapardık. Dolayısıyla Büyüm, benim hiç tanımadığım ve beni hiç tanımayan patronumdu.
Emin olmadan yazıyorum, sonradan Adam Yayıncılık olarak sürmüş olabilir kendisinin çabaları.
Ancak, sonra belki 20 yıl boyunca, hiç sesi çıkmadı, en azından ben duymadım.
Sonra, Eylül 2016 itibarıyla T24’te bir yazısını gördüm.
Bir alıntı oradan:
“Her birimiz, hemen hepimiz, dağ-tepe sandığımız kendi küçük tümseklerimizin üstüne tünedik, ateşimizi oralarda yaktık. Bu darmadağın ateşler, giderek daha derinleşen karanlığı aydınlatamazdı, aydınlatamadı. Bunu görmemiz, aymamız, ayılmamız gerekirdi, bu da olmadı.”
Birey olamamış, olamayacak ve onu hiç anlamamış bir feodal-toplumcu. Düşünce mücadelesinin hep birlikte yapılabileceğini 21. Yüzyıl’da ve Bilgi Çağı’nda bile sanan biri.
Türk solunun birinci sorunu, kuram ve kuramcı eksikliğidir. Çünkü, bunun için bir kenara çekilip, hindi gibi düşünmek ve yazmak gerekir: Tek başına. Vedat Türkali’nin dediği gibi Tek Başına.
Mitinglerde debelenerek veya dergi çıkararak, yani sürü halinde hiçbirşey yapılamadığı, zaten 90 yıldır belli.
Sorun, buna 80 yıllık bir biyografinin ardından bile ayamamakta.
Tek bir beyin, değil 90 yılı, 900 yılı bile aydınlatıyor. Eratosthenes, 2.200 yıldır aydınlatıyor örneğin.
Ve o beyin, 90 yıllık ölü 1. Cumhuriyet tarihinde hiç çıkmadı. Çünkü Büyüm gibiler, aday adaylarını yalnız bırakmadılar, toplumcu olsun diye dürtelediler, kendi cahilliklerini onların yaşamlarına itelediler. Muzaffer Buyrukçu, 8 ciltlik günce dizisinde, yüzlerce sayfa boyunca, bunu açıkseçik olarak anlatır, zihninin çevresince nasıl didiklendiğini.
Yani Cumhuriyet’i, onu kurtarmak isteyenler de batırdı, Büyüm gibiler de batırdı.
Sorumluluklarını bilsinler ve bu tarihe böyle geçsin artık.
Dezenformasyon istemiyoruz.

(22 Eylül 2016)

Salı, Eylül 20, 2016

İlk Sanal Gerçeklik Filmi: Leviathan Projesi



Sundance Film Festivali gibi bir film olgusunda, 2016’da kendine yer bulmuş.
Şu andaki proje, temel durumuyla, uçan bir balina deneyimi üzerine kurulu. Seyirciler aynı anda, birden çok ve sanal gözlükler takmış olarak, bulundukları noktanın perspektifiyle filmi izliyorlar.
Projenin ilk hali bu değildi. Bu biçime çevirmişler.
Bilimkurgu. Bir gezegen. ‘Dune’daki kum solucanları gibi, bu uçan balinalar da insan türüne herhangi bir şey için zorunlu gerekli şeyler üretiyor. İnsanlar da onları avlıyorlar.
Uçan balina daha çok bir zepline beziyor. Her 2 cisim birbirine benzer aslında.
Diğer bir deyişle, alıntı-çağrışım çok bu projede. Başlangıç durumu öyle değildi.
Proje, halihazırdaki bitirilmiş momentiyle, kesinlikle yürünecek bir yol açtı. ‘Final Fantasy’ bunu yapamadı.

(13 Eylül 2016)

Sıfır ve Yazı

Sıfır yazımı, tarihte 3 yerde ve zamanda icat edildi:
Bir: MÖ 1740 Mısır.
İki: MÖ 36 Orta Amerika.
Üç: MS 458 Hindistan.
Yazı, tarihte 3 yerde ve zamanda icat edildi:
Bir: MÖ 4000-3000 Mezopotamya ve Mısır (birlikte mi, ayrı ayrı ma geliştikleri hala tartışmalı).
İki: MÖ 1200 Çin.
Üç: MÖ 500-600 Orta Amerika.
Sıfır, birden epeyi sonra icat edilmiş. Sıfır, yazıdan sonra icat edilmiş. Bir ve yazı çoğunluk eşzamanlı icat edilmiş.
Burada ilginç olan şu:
Orta Amerika, insanla günümüzden 12 bin yıl önce tanışmış bir bölge ve tarihini gerisinden geliyor olarak, sıfırı ve yazıyı icat eden tek bölge. Ancak orası da tekerleği icat edememiş.
Burada, gereksinim ve kümülatif kültürel belllek-bilinçaltı, 2 parametre olmakta.
Bu türden birbirine yakın öğeleri karşılaştır-karşıtlaştır yaparak, insan tarihini haritalamayı umuyoruz.
Birebirlik yok, onu görüyoruz. Kümülatif istatistik işliyor, onu görüyoruz. Avrasya, en yoğun kültürel bölge, onu görüyoruz. Okyanusya’nın deniz halklarının Madagaskar’a ve Şili7ye deniz yoluyla gidebilmişliği / varabilmişliği, istisnai öğe olarak kayıtlı, onu da biliyoruz.
Bu veri tabanı, kültürel topolojik yoğrulma için, kırınımlı bir model getirebilir. Bunu da umuyoruz.
Nokta. Es.

(13 Eylül 2016)