Perşembe, Kasım 30, 2017

Zarrab Davası ve Türkiye Medyaları

Yandaş basın sustu ve davayı yok saydı.
Birileri tarafsız takılmaya çabaladı, Cüneyt Özdemir gibi, ama adın bir kere ‘iliştirilmiş’e çıkınca, üstelik bunu bile isteye ve güle oynaya yapmışsan, ağzınla kuş tutsan yararı yok.
Gelelim muhalif medyaya:
Hepsini toptan bilmem ne yapayım…
Bu olayın gelişatı, ayları geçen bir süreç.
Göstere göstere, hatta bekleye bekleye ve erteleye erteleye, yemeğin pişmesini beklediler.
Tam 15 aydır, dişe dokunur tek satır yazamadınız konu hakkında. Global ve ülkesel gidişatı hiç mi hiç etkilemeyeceği en baştan belli olan veya edilen sorunsal-Kürt de Kürt diye yazıştırıp giderken, bir tarafınıza kaçtı, 1,5 ay gıkınız çıkamadı.
Yahu, hiç mi aklı başında köşe yazarınız yok, hiç mi aklı başında yorumcunuz yok?
Şavalağın biri kalktı, Zarrab davasını AKP bilerek büyütüyor, dedi hepi topu 1 hafta önce. Onu yayınladınız ama.
Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı belgelerin, Zarrab’ın açıkladığı belgelerin, cezai yaptırımlarını tartışın.
Epeyi kabarık bir fatura ödeyeceğiz tamam da bilader, ne ödeyeceğiz, nasıl ödeyeceğiz?
Filler tepişti, bize girdi; filler sevişti, yine bize girdi. Yine bize girecek yani. Sıradan insana.
Medyanın yaptığı ise, bırak önleyici haber yapmayı becerebilmeyi, halk becerilirken fil penisi sıvazlamak, gazetecilik değil.
İlla ki bir kapıya kulluk edecek, illa ki bir kapıya (hegemona ve iktidar odağına, bu kitle bile olsa) sırtınızı dayayacaksınız.
Dava, 24 Aralık’tan önce bitecek, bu belli, çünkü o zaman yeni yıl tatili var. Bu işi, yeniyıla bırakacak olsalar, Aralık 2017’de bu işe başlamazlardı.
Dolar kaç olabilir?
Türkiye’nin Ocak-Aralık 2018 ödemeleri, tam ve açıkseçik olarak kaç dolardır?
Türkiye, yüzde kaç faiz öderse, ne kadar bulabilir, bulabilecek, buldu?
Bunları yazın…
Sonracıma, AKP kaç CHP milletvekilini içeri atabilir? Kaçı iç savaş çıkarır/ kaçı insanları sokağa döker? AKP % 50’yi sokağa salarsa, ne kadar kan akar?
Bu koşullarda erken seçim denemesi sıkar mı?
Yazın bunları…
Biz de, yapabiliyorsak, pozisyon alalım. İntihar yöntemimizi falan seçilim bari…
Olmadı, ilticayı deneyelim, Ege’de boğulalım…

(1 Aralık 2017)

Zarrab Davasının Bağlayıcılıkları

Daha önceki örneklere göre ilerlersek:
Türkiye bankalarına para cezaları geleceğe benziyor. Toplam miktarlar birkaç milyar dolar olduğu için, 100 milyar dolar ebatındaki toplam işlemler içinde o kadar önemli değil.
Türkiye bankalarının uluslararası güvenilirliği konusu tartışması ise, kof bir tartışma, çünkü zaten bankalarımız taa 2001’de ortaya çıktığı üzere, uluslararası kriterlere asla ve kata uygun davranagelmediler. Tefecilikteki tatlı karlar, onlara olmadık riskler aldırdı ve iktisadi ve hukuki yasaları epeyi çiğnetti.
Aslına bakılırsa bu, epeyi uluslararası banka için de geçerli. Çünkü, internette İngilizce tarama yaptığınızda, uluslararası (ÇÜŞ) birçok bankanın birkaç yüz milyar dolar tutarında ceza yediğini görüyoruz. Bunun nedeni de, 2007’den sonra kapitalizmin kara para tarafının ak para tarafını geçmiş olması. Dolayısıyla bankacılık ortamı, mafyanın kara-kara parasının rahatça sisteme girebildiği duruma geldi, çünkü son 10-11 yıldır nakit para bir tek onlarda. Yakalananın toplama oranı da, genelde onda veya yirmide biri falan olabiliyor ancak.
Dolayısıyla Türkiye, 3. Dünya ülkesi olup, bir de 1. Dünya’ya kafa tutmasının bedelini ödüyor olacak. Ancak bunu kalkıp da, Erdoğan’ın anti-emperyalist mücadelesi geyiklerine döken tatlısu slaktivist geyiğine çevirmenin gereği yok.
Yani, ülkenin uluslararası maddi cezalarının altından kalkması kolay.
Zor olan, global hegemonyalar tarafından ipi çekilmiş AKP’nin iktidarına devam edememesi ve giderayak yapacağı zulümler. Çünkü daha önce yaptıklarını biliyoruz.
Yani, bu açıdan Türkiye yerine AKP koyarsak, bu dava doğrudan onları etkiliyor durumda, diyebiliriz. Sonuçta, son 15 yıldır iktidar onlar çünkü. Yani, her ne yapılmışsa, doğrudan onlar sorumlu.
Bağlayıcı yan ise, nakit paranın ortadan çekilişi olacak. Türkiye, yılda cebinden 100 milyar borç ödemesi gerekirken, dış ticarette üste 100 milyar dolar daha açık verip, borcu daha çok borçla, 200 milyar dolarla döndüren bir ülke durumunda. AKP, döneminde uluslararası piyasa, iç piyasaya 100 milyarlarca dolar akıtıp, bir bakıma onu finanse etti ve destekledi.
Şimdi, bu destek bitti.
Türkiye’nin iç-dış, özel-tüzel borçları 1,5 trilyon dolar. Bu, artık iflas demek, çünkü TC’nin 2 yıllık GSYİH’sına denk geliyor.
Türkiye’ye yapılan, Araplar’a yapılanın bir gömlek daha acımasız olanı. Onları, iflasın üstüne bir de ölüme yolladılar çünkü.
Dolayısıyla, yeni dönem ölümcül kapitalizmin ülkemiz için 2018 kararı, sağılmış ve sütü azalmış ineğin kesilmesi zamanı geldi, gibi oldu.
Ki bu da, doğrudan Barrett tezi:
Global sistem entegre edilemeyeceği (yani tam köle yapılamayacağı) ortaya çıkan devletlerin tasfiyesi (yani ortadan kaldırımı)…
Ki bu da, TC’nin göreli zorunlu dış savaşları ve 2. Cumhuriyet iç oluşumu momenti demek…
Yani ABD, TC’yi arkadan ittirdi…
TC de bol su yuta yuta da olsa, yüzmeyi hep beceren tuhaf bir kitle sahibi…
Yani:
Bu ülkenin içinde yaşıyor olmasak, tantanayı seyretmesi çok eğlenceli günler geldi…

(1 Aralık 2017)

Sanal/Siber-Uzay’da Kendin Olmak

Sanaluzayda / siberuzayda hep kendi olagelmiş biriyim.
Bunu da 2 şeye borçluyum:
Bir:
Kognitif bir zihinsel yapıya sahip olmak, yani interneti % 99 bilgi edinmek için kullanmak.
İki:
Sosyal medyada 20 yıldır hep kendi adımı ve hep kendi fotomu kullanmış olmak.
Zihinsel-insansal-kültürel yapısı, kendi-değil / erkek / insan-değil (1, 2, tümel) tümleşiği olan biriyim. Kendi-değil biri olarak, internette hep kendi olabilmişliğim, insanların orada hep kendi-değil olmaları ile çelişik ve çatışık.
Çünkü insanlar; orayı kendi olmadıkları biri gibi davranmak için kullanıyorlar, çünkü varsayıldığının tam tersine, narsisist değil, kendinden tiksinin anti-narasist bireyler durumundalar. Yani, aptallıklarını ve cahilliklerini bal gibi biliyorlar ama internette aptal / cahil değilmiş gibi yapabiliyorlar. Karşı tarafa yutturduklarını sanıyorlar ama karşı taraf da öyle olduğu için, yutmuyor da.
Bildiğimiz internet, bir yalan rüzgarı dizisi yani.
Bu durum, Dünya’da da aynen böyle.
Örneğin insanlar, Wikipedia’da aradıkları ilk 5 bin başlık arasında, temel bilimsel herhangi bir konuya nadiren yer veriyorlar.
Oysa, Wikipedia’yı yoğun olarak kullandığım son 10 küsur yıl içinde, okuma ve öğrenme hızım ivmeli ve üsselce arttı, çünkü artık orada bulunmayan konu çok çok az kaldı ve benim ilgi ve bilgi yelpazem epeyi geniştir. Taramalar sonunda bunu gördüm yani.
Ancak, ben de internette porno arıyorum. Diğer insanlar da. O kadar arakesitsiz değiliz yani. Ben yalnızca porno seyrettiğimi kimseden saklamıyorum, saklamak gereğini duymuyorum yani. Onlarsa, yalan dolanlarını burada sürdürüyorlar ama malum internet programları, kullanıcının girdiği tüm siteleri kaydediyor. Herşey kabak gibi ortada ve belli yani.
Ben neden böyleyim?
Çünkü bu; okuma, öğrenme, bellek hızımı arttırıyor. Ve ben bunun peşindeyim.
Onlar, neden öyle yapıyorlar?
İnsanlar nasıl ki bedenlerinden utanıp çıplak yıkanamıyorlarsa, iternette çıplık ruh / kimlik görünemiyorlar. Bu, genelde daha çok ergen davranışıdır ve 1975 sonrası doğumlular, ezeli-ebedi-ergenliğe kilitlenmiş durumdalar. 1975 doğumlular 43 yaşına geldi, bunu özellikle belirtirim. Poposunun kılı ağarmış ergenler dolanıyor internette yani.
Bu nereye kadar böyle gidecek?
30 yaşlık aralığın 15 yaşı yaşlanınca, yeni kuşaklar gidişi besleyemeyecek. Yani, 6-7 yıl içinde ergenlik çökecek. Psikiyatristlere uğraşacak yeni çıkacak: Bana yalan söylediler Şirink Bey, hiç yaşlanmayacağımı söylediler.
Toplu yanılsama histeri dalgaları; başka alanlarda da, sağlı ve sollu olarak, daha önce de çökegeldi. 1968’lilerin ve 1978’lilerin yaşadığı ruh çökmelerinin bir başka türlüsünü, 1988’liler, 1998’liler ve 2008’liler de yaşayacaklar yani. 1988’lilere ucundan ucundan girdi şimdilik, yakında yandım Allah diye dolanırlar ortalıklarda.
Onlar öyle, ben böyle.
Ölene dek internette hep kendim kalacağım.
Onlara katıla katıla güleceğim.
Kemikleriyle iskeletlerin dansını çalacağım.

(28 Kasım 2017)

Soğuk Savaş, Politik Tarih, Casusluk Romanları

221B dergisinin Temmuz-Ağustos 2016 nüshası, casusluk romanlarına ayrılmış. Derginin yazarları, konuda feci çuvallamışlar.
Böylelikle; Türk casusluk romanının kofluğu gibi, Türk casusluk romanı eleştirisinin de kofluğunu görmüş oluyoruz.
Bu konun en iyileri de, ciddi gaflar yapıyor. Konuya marksist eleştiri açısından bakan Ernst Mandel, şöyle bir saptama yapmış ve feci yanılmış:
“… casus romanındaki ahlaki muğlaklık, alaycılığa yol açmaktadır.”
Yapma ya.
Hemen tüm casusluk romanlarında insanlar davaları için ölürler. Bu mu alaycılık?
Alaycılık deyince, Bukowski’nin saşkanlar için kullandığı soğuk ve sıcak bok ayrımı aklımıza geliyor. Böyle bir ibareye siz, herhangi bir casusluk romanında raslayabilir misiniz? Veya kraliçe ile kral arasında böyle bir karşılaştırma düşünebilirmisiniz John le Carre’de?
Casusluk romanı eleştirisi, casusluk tarihi, politik tarih ve casusluk romanı tarihini karşılaştır-karşıtlaştır yapmakla olur.
Örneğin John le Carre, 1990 ertesindeki casussal ideolojik-edimsel boşluğu, ‘Yolun Sonu’nda dilegetirir ama orada şunu görmez:
İşadamları, Soğuk Savaş zamanında da aynı herzeleri yiyorlardı. Örneğin, haksız rekabet yaratmak için, Doğu Bloğu malına casusluk bloğu yarattırabiliyorlardı. Glasnost’tan 30 küsur yıl sora, Türkiye’de hala eski Doğu Bloku ev aletleri (keser, şu bu) kullanılıyor, hem de 1990’dan kalma olarak. Komünizmle mücadele derneklerimiz, komüniz malını TC’ye sokmadı onyıllarca ama. Onun yerine, 5 katı fiyatlı amarikan malı kullandık.
Bizim casusluk romanlarında oldukça büyük eksiklik saydığımız 2 konu eksikliği var.
1970’lerdeki detantın ve Çin’in devreye girmesinin konuya yansıtılmaması. Tabii, bir de yine o dönemlerde aşırı aktif olarak devreye giren Mossad konusunun eksikliği yarım olarak.
Aradan 30 yıl geçti ama Stasi belgeleri hala kamuya tam yansımadı. Bir de, Carla’nın aslında KGB şefini değil, Doğu Almanya / Stasi casusluk şefini simgelediği.
Onun dışında, Le Carre romanları temelde casusluk tarihiyle politik tarihi koşut götürür.
Ancak sonrasında, muhtemelen kendisinin uzman olduğu ve/ya MI6’nın kafayı taktığı Çeçen konusuna girer ve bir daha çıkamaz. Le Carre’nin romanlarında, Çeçenler Putin ve/ya KGB tarafına geçemedi hala gerçek yaşamda geçtiler çoktan.
Tarihsel açıdan birebirsizlik de var:
IŞİD konusu, casusluk tarihin yüzkarası oldu epeyidir. Herhalde bu denli kuduz eylemler yapan bir kuruma bu kadar az olarak sızılabilmiş tarihte çok-çok az örnek var. Adamlar, 5 yılda, eski Batı’nın ve eski Doğu’nun 50 yıllık tüm eylemlerini geçtiler.
Tabii ki en eksik kalan alan şu:
Soğuk öncesinde de, sonrasında da Batı’nın ülkelerinin birbirini casuslaması. Yani, Merkel’in dinlenmesi türü olayları kstediyoruz. ABD ve İsrail, birbirlerini casuslarını tutukladılar ama bu roman konusu olamadı.
Türkiye, klasik alansal ve nüfussal global % 1’leme örneklemesini, burada da sürdürdü. Gerçekten önemli casus yakalanmaları oldu ülkemizde ama bunlar bizim romanlara yansımadı ama gazeteci araştırma kitaplarına yansıdı.
Efruz Elçibey ve Dostum Özbek vakaları ilginç örneklerdi örneğin.
Bir bölüm TC vatandaşı, yurtdışında ve yurtiçinde casusluktan içeri de alındı, hala da yatanlar var ama bu konular da pas geçildi yazılmak için.
Dolayısıyla sonuç olarak, global olarak kurmaca-gerçek eşlenikliğini Dünya’da % 60-75, Türkiye’de % 5-10 kabul ediyoruz ve sözü bağlıyoruz.

(28 Kasım 2017)

Çarşamba, Kasım 29, 2017

Zarrab Davasının İnternetten Naklen Yayınının Düşündürdükleri: 29.11.17

Ekşi Sözlük naklen yayına geçerek, kelleyi koltuğa almış oldu.
TSİ 17:15 = ABDSİ 09:15 (duruşmanın resmi başlama saatı.)
+
Hürriyet de naklen yayına geçerek, Doğan Holding’in konuyla ilgili tutumunun intikamcılık olduğunu baştan gösterdi.
+
Konuyla ilgili Youtube kanalları engellenmiş ama bu nasıl yapılmış, bilmiyorum.
+
Cüneyt Özdemir, embedded olduğunu bir kez daha açımladı.
+
Bu arada, biz de bilmiyorduk öğrendik, ABD’den onay olmuş (yerli / yabancı?) adliye muhabirler salondan internetten naklen yayına başladılar.
Bilgi: 2 salon dolusu insan var ve birinde öbür odadan naklen yayında televizyon ekranı var.
+
İlk 3 saatın sonunda, herşey belli oldu. Tüm adlar, sayılar döküldü ortaya. Bunlar, belgesiz olsa, ortaya saçılmazlardı.
Yani, jüriden suçsuz kararı çıkması % 1’e düştü dakka bir gol bir olarak.
+
Duruşmalar, önce ara verileceği açıklansa da, yılbaşı tatili haftasından önce bitirilmiş olacağa benziyor.
+
Olay, Trump’a da uzatılacak gibi ama o biraz zor. Onu ipe götürecek dava, asistanının Rus bağlantısı davası, bu değil.
+
Davanın akışı, aşırı kontrollü. Bugüne kadar basına sızdırılan konulardan başka konular açıklanmadı.
+
Asıl konu, Halkbank’ın ABD’de yaptıkları ama Zarrab’ın o konuda kanıt aktarması zor. Onu, ABD hükümeti yapar gibi.
+
3 saatta 2 kişinin kellesi gitti ve yarın Erdoğan onları harcayacak, bu kesin.
+
Bu durumda, dolar 4 kaç?, onu bilemiyoruz henüz. İlk kezinde, borsa % 2,5 aşağı, dolar % 1,5-2 yukarı oldu. Bizce benzeri gibi gider.
+
24 Aralık 2017’den önce, 3 haftada borsada kaç dolar çıktığı, TC’yi asan ipin boyutunu belirleyecek.
Paniğin başlamasını kimse istemez ama AKP’yi sarsmak da panikten aşağısıyla pek mümkün değil artık.
+
AKP’liler ve Erdoğan çıldıracak veya çıldırdı bile. Ağır kıyımlar gelecek 1 ayda.
+
İlk 3 saatın özeti. Dong.
(29 Kasım 2017)

Ön-Dünya Sistemi Notu

Dünya Sistemi’ni 5 bin yıllık sayıyoruz ama Sümer öncesinde, MÖ 6500-4100 dönemini kapsayan Ubaid dönemi ve MÖ 4100-2900 dönemini kapsayan Uruk dönemi de mevcut.
Sonrasında ise; Sümerler MÖ 2900-2334 (artık kesinleşen yıllar), Akadlar MÖ 2334-2218, Gutlar MÖ 2218-2047, Ur 3 MÖ 2047-1940 dönemleri geliyor.
400 yıllık ana-makro siklusları (bir çıkış ve bir iniş veya tersi), burada daha geniş aralıklı olarak izliyoruz.
Bu da bize siklusların uzunluğunun, uzundan kısaya doğru evrildiğini akla getirtebilir.
Tek bir devlet sürecinde, bu sikluslar uzunluğu ve zaman fazı, kaymayla, kriz / dağılma dönemleri ve toparlanma dönemleri olarak yaşanıyor. Bunu, Roma ve Osmanlı böyle yaşadı.
Osmanlı’nın MS 1300-1600 çıkış ve 1600-1900 iniş dönemi, kendi içinde mikro ve ara-mikro dönemlere sahip. Başlangıcı Moğollar’ın bazı devletleri bitirmesi, bitmesi ise Avrupa’nın onu bitirme niyetini kesinleştirmesi olarak yaşandı.
Ancak bu, 1918-1923 sonrasıki Cumhuriyet için de, 1.-N. olarak uygulanamayabilir. Keza, Fransa’nın 5 ve İspanya’nın 6 cumhuriyet dönemleri için de.
Bu durumda; mikro, orta ve makro dönem nicelikleri ve nitelikleri içiçe geçebiliyor gibi demek oluyor.
Bu da bize, uzun dönemli Dünya atmosferi iklimindeki ısınma ve soğuma dönemlerindeki birçok (5-7) içiçe geçmiş, sinus dalgalı siklusları akla getirtiyor.
Burada, Dewey’in de, tarih, ekonomi siklusları ile vaşak-tavşan ve güneş lekeleri dönemselliklerini eşlemesindeki aksamayı, kendimizin de yapabileceğini notluyoruz ve kendimize muhalefet şerhi olarak ekliyoruz.
Dünya Sistemi’ni okuduğumuz 2005’ten beridir, ona şerhler yazageliyoruz.
Bu son şerh de, 400 yıllık düzenliliklerin ileri-geri ve yukarı-aşağı düzenliksizlikleri üzerine notlama-şerh oldu.
Sümer üzerinden (dolayısıyla tarihin başlangıcından) yola çıkarak, tarihsel bütünselliklikteki sıkı dokululuk ve gevşek dokululuk gidiş gelişlerini sorguladığımız için bu metin yazıldı.
Bizim bu alandaki asıl tezimiz, tarihte illa ki gevşek dokululuktan sıkı dokululuğa doğru bir evrilme olması gerekmediği.
Çünkü bu durumda, 1945-2015 arasındaki, Homo Posterus, 2. Sanayileşme, Bilgi Çağı, Homo Cognitus adlarıyla anılabilecek bir sonraki aşamaya geçiş olamazdı gibi.
Bunun için de, Neolitik Dönem’in / Devrim’in günümüzden 15 bin yıl öncesinden 5 bin yıl öncesine kadarki evriminin yeniden ve ayrıntılı olarak haritalanması gerektiğini düşünüyoruz.
Bizim genel kanımız ve tezimiz, tarihöncesinin ve tarihin aslında bir bütün olduğu, günümüzden 50 (ölü gömme ve Afrika’dan son çıkış), 15 (ilk tarımımsı veya öntarım) ve 5 bin yıllık (Sümer) noktalamalarla, ana çizgilemesinin yapılabileceği yönünde.
Bizim bakış açımızda, insanı insan yapan şey, ölümlüğünün bilincine varması, ölü gömmesi ve dolayısıyla da dinsel davranışlarının ortaya çıkmasıdır ama bunun günümüzdeki dinle hiçbir ilintisi yoktur. O saf-animist dönemdir ve bambaşkadır, bugün ise tektanrılılık (üstelik homojen olmayan, metamorfozlanmış ve çok melezlenmiş olanları egemenken böyle olarak) söylemi var. O animizm de, MS 800 gibi Nordikler’de vardı en son. Dolayısıyla, onun da yeniden ve yeni bakış açılarıyla irdelenmesi gerekli.
Dinin somut uygarlık olarak, Dünya Sistemi’cilerce gözardı edilmiş olması, onun bir zamanlarki ‘dominant tarihsel öğe’liğini bozmaz. Çünkü onlar, Sahraaltı Afrika’yı da, Kolomb öncesi Amerikalar’ı da Dünya Sistemi dışında bıraktılar. Hatta, Çin’i ve Japonya’yı da bırakmışlardı, sonradan dahil ettiler. Uzakdoğu Asya’nın ve Japonya’nın bilim tarihi yazımının global konsensusa dahil edilmesi, son 20 yılın işi yalnızca.
Çıkış:
Gevşek dokululuğun ve onun daha uzun siklusluluğunun, o tarihsel veya tarihöncesi dönemi daha az yoğun yaptığı kanısında değiliz. Onun yoğunluklarını, din konusunda olduğu gibi, değişik ama o zamanlar için birincil parametreleri işe sokarak ve yeniden tanımlayarak bilgileyeceğiz.
40-50 yıl alır bu.
Ölümümüz sonrasına kalır bu.

(27 Kasım 2017)

Aforizma: Marjlar

İçine doğdurulduğun standart biyografinin kültürel ve zihinsel, maddi ve manevi, somut ve soyut koşulları, herhangi birine seçme şansı veya hakkı, yani istediklerini ve istemediklerini belirleme hakkı tanımayabilir.
Bu, aşağı yukarı tüm kültürel modlar, sanayi toplumu veya feodal toplum için de böyledir. Evleneceğin kızı bile anan baban belirleyebilir.
O zaman da, açıktan veya gizlice isyan edebilirsin. Sınırları, yani marjları zorlayabilirsin.
Marjlara yaklaşabilir, değebilir, esnetebilir, kırabilir veya onların seni hasarlamasına veya metamorfozlamasına kadar işi vardırabilirsin.
Farklı şeyler üretibilenler hep bu türden insanlar olagelmiş, en çok da sanatta ve sanatçılar olarak, çünkü onlar tamama yakın duygu insanları olagelmiş.
Marjları zorlamak, delirmek, kendini ölüme sürmek veya ölüm riskine atmak, hatta doğrudan intihar gibi görünebilir de.
Tarkovski, en uzak yıldızların, en derin kuyularda görünğünü söyler. O kuyulara inebilirsin ama geri çıkamayabilirsin d. O türden örnekler de epeyi kayıtlıdır yani erken ölen sanatçılar veya sanatçı ruhlular / yaşamını sanat kılanlar olarak.
0-14 yaş arasında bir eksodus olasılığı ve olanağı olduğunu bile bilmiyordum. Bir gün adını hiç öğrenmediğim biri, beni AFL sınavına soktu. Kazandım ve evi terkettim. Gidiş o gidiş. 43 yıl oldu.
Bundan sonrası, biraz evlere şenlik öykü:
Solak, daha, çok okumuş, deli, alkolik, mesaisiz, evlikilsiz, çocuksuz, sosyal güvencesiz, anarşist , ateist olarak, azınlıklar içinde azılınlıklar içinde … N x azınlık olma durumunda kalıp, 1-2 azınlık durumunda olanlarca bile dışlandım veya cezalandırıldım.
Yaklaşık 23-38 yaşa arasında ölmek var, dönmek yok, ilkesinde iken, 40’ını geçtikçe, dallarım bükülmeye başladı. 45’inden sonra, kanatlarımın tüyleri dökülmüştü. Planör uçuşuna geçtim. Hala da havadayım. Ancak, artık jet motorlarım çalışmıyor epeyidir.
Bu, Dünya ev-gezegene ve insan olmaya yavaş yavaş geri dönüş demek. Süzüle süzüle alçalarak, inişe geçeli çok oldu. Şimdilik çakılmadım. 60’a geldiğim için de, artık o olasılık azaldı.
Marjları içinden dışına geçerken de, dışından içine geçerken de, işim zor. Shevek’in de, evi terketmesi bir dert olmuştu, eve dönmesi de. Ancak, ben hala ‘asla ev yok’ diyorum.
Mezarım evim olmayacak yani.
Marjların onlarca biçimde aşılabileceğini gösterdim.
Gösteri bitti.
Gösterici emekli oldu.
Yaşlı ve sakin ölmek istiyor.
Bu durumda, emekli hetero gibi, emekli marjinal de olmuş oluyorum.

(27 Kasım 2017)

Dünya Oyun Pazarı ve Türkiye

Dünya’daki bilgisayar oyunu tüketimi pazarının ilk 15 ülkesi şöyle (milyon dolar):
“Ülke              Nüfus              İnternettekiler  Gelir
1          China   1,388M                       802M   27,547M
2          United States of America        326M   261M   25,060M
3          Japan   126M   120M   12,546M
4          Germany         81M     73M     4,378M
5          United Kingdom         66M     62M     4,218M
6          Republic of Korea      51M     47M     4,188M
7          France 65M     57M     2,967M
8          Canada            37M     33M     1,947M
9          Spain   46M     38M     1,913M
10        Italy     60M     43M     1,875M
11        Russian Federation      143M   113M   1,485M
12        Mexico            130M   84M     1,428M
13        Brazil   211M   140M   1,334M
14        Australia          25M     22M     1,234M
15        Taiwan            23M     21M     1,029M”
Üretici dağılımı ise şöyle:
“Kendirli, dünya dijital oyun pazarının 110 milyar doları aştığını belirterek, "Türkiye'de bu rakam 750 milyon dolar ile 1 milyar dolar arasında değişiyor. Yani 750 milyon dolar ile 1 milyar dolar arasında oyun ihracatımız var…” dedi”
Ayrıca:
"Şu anda en büyük kapasiteye sahip ülkelerin 14-15 milyar dolarlık oyun pazarı var. Türkiye dünya oyun pazarında 16. ile 18. sıra arasında gidip geliyor.”
Şirketler ise şöyle:
1          Tencent           3888    4090    0          0          7977    40 %
2          Sony    2358    1920    0          0          4277    25 %
3          Activision Blizzard     1726    1631    0          0          3357    11 %
4          Microsoft        1704    1531    0          0          3235    7 %
5          Apple  1429    1574    0          0          3002    10 %
6          EA       1527    1449    0          0          2976    15 %
7          NetEase           1546    1358    0          0          2904    53 %
8          Google 1001    1058    0          0          2059    17 %
9          Bandai Namco            568      573      0          0          1141    12 %
10        Nexon             639      402      0          0          1041    27 %
11        Nintendo         498      527      0          0          1024    49 %
12        Netmarble       571      449      0          0          1020    81 %
13        TakeTwo Interactive   572      418      0          0          990      44 %
14        Ubisoft            724      226      0          0          950      11 %
15        Square Enix     451      377      0          0          828      12 %”
Yüzdelerden önceki sayılar, toplam satış ve milyon dolar.
Şirketler; ya ABD’li, ya da Japon.
Burada, 2 bilgisayar devi Microsoft’un ve Apple’in ancak dördüncü ve beşinci olabilmesi önemli. Çünkü, zamanında bu pazarı küçümsemişlerdi. Kaldı ki o sıraya da, satın aldıkları şirketlerle ulaştılar, kurdukları şirketlerle değil.
Gelelim sinemaya:
Önce Türkiye:
“Türkiye geneli yıllık bilet satışı,  2015 yılında 60,7 milyon olarak gerçekleşmiştir.”
“The global film industry shows healthy projections for the coming years, as the global box office revenue is forecast to increase from about 38 billion U.S. dollars in 2016 to nearly 50 billion U.S. dollars in 2020.”
Yani, 2016 için 38, 2020 için 50 milyar dolar.
Bilgisayar oyununda ise, ilk 15 şirket 30 milyar dolar toplamış.
Yani, artık kafa kafaya ve oyunlar filmleri geçti geçiyor.
Ancak bir film, 10-100 milyon dolara, bir oyun ise 1-10 milyon dolara mal oluyor. Gişenin ilk % 90’ını filmlerin yalnızca % 2’si yapıyor.
Durum budur.
Ancak, şu da kesin:
Oyunlarda da inanılmaz bir tekrar var, filmlerde de.
Yeni ve farklı bir şey yok. Varsa da, istisnanın istisnası oluyor.

(26 Kasım 2017)

Celal Şengör, Ekşi Sözlük, Eksi Zeka, Eksi Bilgi

Ulu manitu şöyle buyurmuş:
“- Celal Şengör’e göre ideal yönetim nedir?
Aristo bunun cevabını vermiş. İdeal yönetim monarşidir. Yani bir kişi veya grup olacak.”
Aristo zamanında kölelik de varmış. Şengör onu unutmuş yalnız.
Bir de, bir grup başta olursa, ona monarşi değil, oligarşi deniyor amcası.
Bunlar, eksi bilgi göstergeleri.
Devam:
“Monarşi bağımsızdır, tamamen bağımsızdır.”
Ona da, ‘mutlak monarşi’ deniyor canım, ‘bağımsız monarşi’ değil.
İngiltere’deki ise, mutlak değil, meşruti monarşidir, canım.
Zaten senin dediğin de, ‘bağımsız’ değil, ‘herkese karşı sorumluluksuz ve mutlak sözsahibi’ aslında.
Burada devreye söyleşicinin bilgisizliği de giriyor:
“- Ama monarşide kötü yönettiğinde halkın değiştirme şansı yok.”
Öyle değil canım. Çıkarıyor isyanı, kaldırıyor kazanı, padişahın kellesini alıyor canım.
Olmadı, kardeş kardeşi, oğul babayı deviriyor, astırıyor, kestiriyor. Kılıçla gelen, kılıçla gidiyor canım.
Bla bla bla…
Böyle gidiyor den den…
Gelelim Ekşi’ci zırvalarına, bu adamlara bitiyorum:
“zaman ve mekandan bağımsız ideal yönetim şekli, yönetimin olmaması yani anarşidir ama bu oldukça ütopik bir durum.”
Zamandan ve mekandan bağımsız, mutlak ideal yönetim şekli yoktur. İdeal, değişik yerlere, zamanlar, kültürlere, gruplara, toplumlara ve topluluklara göre değişir, değişti, değişiyor, değişecek.
Diğer bir deyişle, hiçbir yönetimlilik ve/ya yönetimsizlik biçimi kalıcı olma savında bulunamaz, anarşizm dahil.
Bunları bir anarşist olarak yazıyorum.
Bunları, devletin yokluğunda bokunu çıkaran ayktakımının içinde yaşayan, evsiz proleter entelektüel bir anarşist olarak yazıyorum.
O nedenle de, 2018 başı momentlerinde emperyalizme, faşizme ve engizisyona mütemayil olduğunu izlediğim TC’nin bekası için irade kullanıyorum. Çünkü insanları daha az nefret edilir olmasına çabalıyorum. Bu somut koşullardaki fiili devletsizlik, insanları çok-çok daha fazla nefret edilir kıldı.
Yani:
Kriterlerin belli olacak. Apsis-ordinatların belli olacak. En önce de, kendin, zihnin, kültürün belli olacak. Ki ağzını açma hakkına sahip olabilesin.
Devam:
“sadece monarşi dese haklısın dangalak ama farkındaysan aristonun cevabıyla cevap vermiştir buna.”
E nolcek dangalak? Aristo demiş de, ne olmuş? Evren, Einstein öyle dedi, diye ışık hızını geçmezlik mi yaptı? Geçti 2 biçimde. Aç bak öğren. Dangalak.
+
“zeki bir insanın zekice şeyleri desteklemesidir. demokrasinin ucunun boka çıktığını anlamamak için demokrat zekasında falan olmak lazım.”
Sevgili arkadaşım, tarihte Aristo zamanı ve yeri dahil, hiçbir zamanda ve yerde demokrasi olmadı. Demokrasiyi icat ettiği önesürülen Antik Yunan’da kölelik vardı ve özgür kadınların oy hakkı yoktu. Demokrasi beşiği sayılan ingiltere’yi bir kraliçe yönetiyor, krallı-kraliçeli demokrasi olmaz, monarşi olur, zaten İngiltere de kendine meşruti monarşi diyor.
+
““ideal yönetim hangi rejimle sağlanabilir” sorusunun cevabı gerçekten monarşidir.
monarşi vezir de eder rezil de eder. kimin yönettiğine göre değişir.”
Ahan da, al bir tane daha Reis’çi…
“hangi tarafta olduğunuza göre doğruluğu değişecek düşünce. ben de soylu ailenin torunu olsam monarşi isterdim... kendisinin soyağacını merak ediyorum.”
Padişah torunu değil ama general torunu… Sağ kolun havaya kalkması bulaşıcı…
+
Çıkış:
Ahan da bunlar, ancak ve ancak MHP-HDP arasında seçim yapabilir işte tam da…
Yani, tuvalet kağıdı olmakla, sabun olmak arasında…

(26 Kasım 2017)

Kemal Kocatürk Negasyonu: Her Ne Yaptıysan, Slaktivist Olarak Yaptın

Adam tiyatrocu, bildiğin artiz yani. Oynadığı rolü, hakiki sanıyor.
O da, Gezicilik oynamış, direnişsel / politik tiyatroculuk oynamış. Bakmış, maça sıkmıyor, Almanya’ya tüymüş.
Almanya’da kapılanacak yerler bulmuş. Malum, Almanya böyle alaturka aydıncıkları pek sever. Onları asmayıp besler. Onlar da bilir, acil durumda camı kırmayı.
Bu arkadaş, bunlardan sonra, şunları söylemiş:
“Ben kendi adıma yeterince mücadele verdiğimi düşünüyorum ve biraz yorgun düştüm. Biraz dinlenmekte fayda var.”
Yürü be Cartegena, kim tutar seni?
Feci sallamış yani.
Bunların 1980 versiyonu da var. Baktılar durum vahim, vıın turizm. Burada işkence görmek de, 1980 öncesinde bile isteye apolitik kalan bendenize kaldı.
Bu arkadaş tüyerken de, 1980 politik göçmenleri tüyerken de, sınır kapıları açıktı, hegemonların işine geldi bunların tüymesi yani, maraza çıkaranları bedavaya elediler. Ancak son kezinde, birçok insana kapalıydı sınırlar. Memurlara da öyle üstelik, bu da memurmuş üstelik. Bir yolunu bulmuş işte.
Böyle, sıkmayınca Almanya’ya tüyen başkalarını da biliyorum. Burada kalan ve onların dolduruşuna gelen gençlere de intihar edip ölmek düştü. Kaç kişi öyle öldü, tam bilemiyoruz.
Arkadaşın üstüne düştüğünü varsaydığı ve eyledikleri, sorumlulukları, ardılları, yükümlülükleri bunlar işte:
Ben yaparım, başkaları öder, başkaları ölür yani.
O nedenle maymun bile, meyvayı yemeden önce poposuna tutuyor ki çekirdiğini çıkarabilecek mi baştan bilsin.
Yoksa, yediğin hurmalar, bir tarafını tırmalar, oluyor.
Hurmayı her kezinde bunlar yiyor, olan bizim popomuza oluyor sonuçta.
Hep bu türden insanlar bulan Ahmet Tulgar da Sivaslı herhalde…
Söyleşi yapılan kişiyi de huzurevine alıyoruz acilen. Rektifiye ederler belki onu.
Dipnot:
Slaktivistler, sivil toplum mücadelelerini kendi küçük burjuva egolarını doyurmak için eylerler, sonra da sıkışınca, böyle tüyerler. Alaturka olanları yani.
(26 Kasım 2017)

Felaket Yönetimi: İntikal Süresi: Zarrab Davası: 27.11.17 (ABDSİ 17:00)

ABDSİ, ABD saati ile demek. Zarrab davaları maraton gibi sürecek. Her sabah 09:15 gibi başlayacak. Bu, TSİ (Türkie saati ile) 8 saat fark demek. Yani bizde 17:00, o da akşam 5 demek.
Bu, bir felaket.
Zarrab, yüz değiştirecek. Kurtulacak ama kelle koltukta yaşayacak hep. Vb, vd.
Gündeş battı. En az 5 yıllığına.
AKP bitti. O kesin. Ama ne zaman?
AKP’den 3-5 kişinin kellesi gitti şimdiden. Artık, kura kime çıkarsa.
Kriz süreci tam başladı yani.
İşte, burada piyasaların intikal ve tepki süresi önemli.
Akşam 5’te başlayıp , gece 2’de biten davanın ilk gün etabına borsa % 2,5 kayıpla, dolar % 1,5-2 artışla yanıt verdi.
Bu, intikal mi?
Bizce değil.
Türkiye’de 2 ay önce borsa, altın, faiz ve döviz, tarihte belki ilk kez birlikte olarak, hep birlikte artmaya başladı. Bu, krizden önceki momentti.
Bu, piyasalar için feci kararsızlık demek. Bir de ve bizce, tüm çabalar birbirini götürecek ve sıfırlayacak epeyi demek (Brown hareketi vektörlerinin toplamı limit sıfırdır). Ki bu da, intikalin ve tepkinin ortaya çıkmasını geciktirir demek.
Gerçek şu ama:
Türkiye, 2019 sonuna kadar küllüm mafiş oldu. Bunu herkes biliyor ama bu kez yavaş ısınan suda haşlanan kurbağalar gibiler.
Borsa, üçte birine kadar iner.
Altın feci dalgalanır.
Dolar maksimum 4,5, avro maksimum 5,4 olur. (Çünkü, 1,5’tan 3’e çıkış bölümü çoktan geçildi.)
Faiz artar, hem de çook artar. Bankalar, kredi kartı batıklarını ödeyebilmek için, artı-para sahiplerine fahiş faizler öder. Çift taraflı açmaza girerler yani. Kısa vadeli dolar sendikasyon kredisi borçlarını ödeyemezler. 1-3 banka batmasa bile, sallanır epeyi.
Bunları kimse bilmiyor mu peki?
Yoo, herkes biliyor. Ancak, açıkça söylemeye maçaları sıkmıyor.
Bir de, krizden nemalanmak isteyenler var olur hep ama onların bu kez nemalanması biraz zor gibi görünüyor. Sağlam yatırım sanal veya reel metası yok ortada.
Burada bizim vurguladığımız nokta, piyasanın intikalini geç ve az yaşadığı.
Büyük ve tam yıkıcı felaketlerde, nedense hep böyle oluyor. İnsanlar şok yaşayıp, donup kalıyorlar.
Bu arada kaçış şıkkı hiç yok, onu da belirtmiş olalım.
Gerçeğin cehennemine hoşgeldiniz.
(29 Kasım 2017)

Salı, Kasım 28, 2017

Kemal Kılıçdaroğlu’ndaki Belgelerin Kaynağı: Ekşi Sözlük Tartışmaları

Spoiler:
Tabii ki ona servis edildi.
Ama kim etti?
Her kim ettiyse, eliyle getirip vermedi. Birilerini aracı olarak kullandı. Ortada, al gülüm ver gülüm, oyunu dönüyor.
Bu belgelerin açıklandığı aynı gün, eski bir CHP milletvekili belli belgeleri ABD’ye götürmesi nedeniyle aranmaya başladı. Bir de eski mali işler çalışanı ki yeminli müşavir olduğu için, bazı sırlara o da ulaşmış, o belli.
Bu iş, hangi işin devamı?
Aralık 2013’ün.
Oyay, uluslararası ve ABD’sel boyuta dayandığı için, Erdoğan’ı ve Kılıçdaroğlu’nu aştı çoktan.
Zarrab aradan sıyrıldı, davada Halk Bankası üzerinden TC yargılanmaya başladı. Cezalar, şahıslara değil, ülkeye kesilecek. Bu, ceza kesilmesin, demek değil. Durum baştan bilinsin öyle kabul edilsin, demek.
CHP, her ne hikmetse, bu konuda AKP’nin yanında yer alacağına ilişkin açıklamalar yaptı.
Bunun anlamı da şu:
Bizi iktidara getireceksiniz, pardon biz iktidara geleceğiz ama geriye yönetecek bir şeyler bırakın bari.
Zarrab, hapishane değiştirdiğinde, yani aylar önce konu bağlandı ama buraya ancak gelebildik aylar sonunda.
Evet, AKP gidecek, CHP gelecek.
Da, ne olacak?
Bizcesi, hiçbir halt olmayacak.
Trump gitse de, ABD’ye hiçbir halt olmayacak.
Den den durumu yani.
TC, belli bir süre kriz yaşayacak, sonra paşa paşa acı ilacı içecek, kıçına fitili yiyecek, ekonominin ateşi düşecek, vb, vd.
1987, 1994, 2001, 2008, 2018, hikaye aynı yani. Ancak sonuncusunda, Erdoğan’ın gitmesi için 3 yıl beklendi. Araya ABD seçimi girdi. Onun tek adamlığı sınandı ve o da sınıfta bıraktı kendini. Vb, vd.
Burada önemli olan şey, Rickaard’ın dediği gibi, ekonominin kurallarıyla bu kadar oynanmayacağı için, ABD de TC de artık toparlanamaz. Kırmızı çizgi geçildi çoktan.
Nasıl ki Askeri Strateji 2000, 11 Eylül 2001’i (silahsız savaşı) dikkate almadığı için (ve daha başka birçok nedenle) yanıldıysa, bu neo-ekonomik politikalar da iflas bayrağını çekti çoktan.
Dünya ekonomisinin 9 yıllık durumu ortada, Arap Baharı’nın sonuçları ortada.
Az da olsa yumurtlayabilen tavuğu kesmenin toplam verimi düşürdüğü zaten biliniyordu, yeniden kanıtlandı. Olan bu yalnızca.
Bu, konunun asıl özeti.
Şimdi de, sosyal medya bölümüne geçiyoruz, olayın Ekşi’ye nasıl yansıdığına:
“belgeler nereden ve kim vasıtasıyla elde edildi?
not: işte bu kısımın kolayca cevaplanamayacağına eminim. 2009'da deniz baykal'ın kaseti çıktığı sıralar kemal kılıçdaroğlu'na belgeleri kim veriyorsa muhtemelen yine aynı kaynak veriyor. benim tahminim pensilvanya'dan yana olurdu.
2009 yılında daha deniz baykal genel başkanken ve kendisi sıradan bir milletvekili iken usulsüz dinlemeler sebebiyle 2015'de tutuklanan eski emniyet genel müdürü fetöcü recep güven tarafından 3-4 saat boyunca gündemle ilgili bilgilendirildiğini biliyoruz. temaslar o dönemde başlamış, devam etti mi hiçbir zaman öğrenemedik. ama ardından kemal kılıçdaroğlu'na birden belgelerin yağmaya başladığını, medyada parlatıldığını, ardından deniz baykal'ın kasetlerinin çıkmasıyla birden genel başkan koltuğuna geldiğini gördük. dolayısıyla bu belgeler hakkında da kaynağı bakımından şüphelerim var.”
Buraya kadar okey. Rasyonel ve makul.
Sonrası nokey. Zırva başlatılıyor, ayın kişi tarafından üstelik.
“necmettin erbakan'ın kayıp trilyonu nasıl sırplarca katledilen boşnaklara yardım olarak gittiyse ve erbakan bunun siyasi bedelini bu sayede ödemediyse.”
Olay öyle değildi. Almanya’daki paralar yenmişti. Yenmişti, bir yere falan gitmemişti.
Erbakan, bunların sonucunda ev hapsinde öldü ve partisi birinci partiyken kapatılıp, yerine kurulan ikamesi sonuncu parti oldu.
Bunun neresi, bedel ödememek yahu?
Adamın, siyasal hayatı ve hayatı bitti be…
Sonrası klasik Sözlük abuksamaları…
Şu biline:
Belgelerin illegal yoldan elde edildiği kanıtlanırsa, Kılıçdaroğlu içeri girer. Sokmayacaklar ayrı konu ama suç suçtur.
Benim merak ettiğim şu:
Kılıçdaroğlu, bu belgelere göre, 5 kişiye falan müebbet verdirebilir. Bunu 3 yıl sonra yapacak mı?
Bunu göreceğiz birlikte.
Bakar mısınız süzme dangalaklara?:
“1-belgelerin kaynağını sormak belgeleri kabullenmektir.
2-belgelerin kaynağı açıklanmak zorunda değildir. (mahkeme talep ederse ayrı).
3-belgelerin kaynağı mevcut durumu meşrulaştırmaz.
4-belgelerin işaret ettiğini çözmeden belgeyi peşlemek ahlaki değildir.
5-fena haldesiniz bu akşam uyku yok size kafa kafaya verin kurtulmaya bakın bu belgelerden.”
Hiçbir geçerli değil bu savların.
AKP bunları yaptı, ayrı konu ama burada tartışılan da ayrı konu.
Kimse şunu sormamış:
‘Off-shore’ hesap açma, TC vatandaşları için ne kadar legaldir? Sınırlamaları nelerdir?
Dangalaklar küfretmeye kadar gidiyorlar.
Çıkış:
Tek soru var:
Neden şimdi?
Dava, yılbaşından önce kesin bitecek gibi görünüyor çünkü. AKP’nin ipini çekmeyi 2018 mali yılına bırakmadılar nedense.
Hesapları da birer birer yakında göreceğiz.
CHP’nin iktidar partisi olarak neler yapamayacağını hep birlikte göreceğiz.
Biz, ne haltları yiyemeyeceklerini 2015’ten beridir yazıyoruz. İsteyen, açar okur.

(28 Kasım 2017)

Sinemada Nöroloji ve Nöro-Sinema

Sinema terapisi gibi bu alan da, yeni yaratılmış veya yeni uydurulmuş bir disiplin olmakta, boş alanı bulanlar orada tepinmekte ve birileri acilen orayı para kazanma alanı yapmakta. Sinema terapisi de öyle olmuş, nöro-sinema da.
Onlar da, ticari nöro-sinema’dan kendilerini ayırmak için, ‘nörosinematik’ demişler. Konuyla Patricia Sisters ilgilenmiş. Türkiye’ye gelip, söyleşi yapmış. Biz de, konuyu öyle okumuşuz. Benzeri durum, sinema terapisi için de öyle oldu.
İşin kötüniyetli pazarlamacı yanını vurgulayıp, bunu es geçiyoruz yine de. Derdimiz epistemoloji çünkü.
Sinema, çok duyu-dilli bir sanat alanı. Görsel, işitsel olmanın yanısıra, kokulu da: Güney Kore gibi bazı ülkelerde kokulu film bile yapıldı ve oynatıldı. Ki zaten 3 boyutlu koku yazıcıları da var piyasada.
Duyu-dil demek, nöroloji demek. Tüm duyu-diller (görsel, işitsel, sözel, kimyasal, motor) nörolojik süreçler içerir, demek. Film seyretmek de öyle, demek.
En basitinden şu somut durum vardır ortada:
Janr filmleri belli korkuları doyurur:
Korku filmi korkutur, çünkü insanlar genetiğin yerine kültürün aldığı kent Dünya’sında yeterince korkamazlar ve yeterince yaşanmaya duygular insanda yan teper.
Temel duyguların neler olduğu tartışmalıdır. Ancak; komedi (neşe, sevinç, mutluluk), aksiyon (adrenalin), romantik (sevgi), polisiye (nefret, öfke) gibi temel duygularla temel sinemasal janrların çakıştığı da ortada. Yanısıra, melez duygular ve melez janrlar da var ama bunlar birebir çakışmayabilir.
Tabii, bunun devamında, örneğin insanların nelere güldüğü ve nelerden korktuğu sorusunu yanıtlama işi gelir ki bu kültüroloji alanına girer, çünkü artık temel duygularımızı bile kültür yönlendiriyor epeyidir. Artı, aşk filmleri nasıl sevmemiz gerektiğini öğretiyor bize. Bunlar önemli dertler.
Ancak, bizim temel sorunsalımız şudur:
Sinemayla ilgili varsayılan temel bazı koyutlar, nörolojinin bazı temel bilgileriyle çelişir ve sinema değil, nöroloji haklıdır çoğunluk. Ve yönetmenler bunu, sinemanın 125. yılına gelirken bile hala dikkate almazlar, çünkü bir yönetmenin nöroloji de bilmesi gerektiğine kani değildirler.
Tabii, bir de hegemonların sansürü ve yarattıkları otosansür vardır. O nedenle bazı filmler yapılamaz. Yine de, paralı kanal ve HBO gibi şirketler sayesinde, Dr. House, Dexter ve Hannibal yapılabildi ve on milyonlarca kişiye ulaşabildi. Onlar, nörolojinin temel bilgilerini daha çok dikkate aldılar, özellikle de Dr. House öyle yaptı.
Dolayısıyla (bizim deyimlerimizle) nörolojik sinemanın ve sinema nörolojinin temel sorunu, avangard filmlerin neden seyredildiği izleği üzerinden, onlardaki nörolojik / epistemik farkı irdelemek olmakta.
Bir de, 100 küsur yıllık psikanalizin, psikolojinin, psikiyatrinin hiç mi hiç dikkate almadığı, neo-kognitif insanın sinema üzerinden nörolojik bilgiyle nasıl üretilebileceği sorunu var.
Bunlar, konunun girizgahlarıydılar. Konu, bir kitap yapılmaya çok yatkın ama tamamlanması, örnekler izlendikçe, yine de yıllar alabilir.
Nokta. Es.

(26 Kasım 2017)

Sinema Terapisi

Sinema terapisi, Ufuk Maviengin’e göre, belli psikiyatrik sorunları olan kişilere, seçilmiş belli filmleri beli bir sırayla seyrettirmek oluyormuş.
Soru yok, yorum yok imiş.
Olmadı.
Dakika sıfır, gol on.
Klasik ana akım söylemlere göre, şiddete aşırı eğilimli bir tipimiz var. Taa çocukluğumzdan beridir de, şidde içeren filmleri severiz. Bizim yaşadığımız, onları seyrederek fiili şiddetten uzak durmak ya da şiddeti kuramsallaştırmak oldu.
İşte bu nedenle, seyirci ve sinema kuramcısı olarak, çoğul olarak, yukarıda yapılan işe karşıyız.
Bir kere, bir psikiyatristin bir filmi anlamasını beklemeyiz. Kafası basmaz çünkü. Film okumayı bilmez çünkü. Eleştirmenler ve kuramcılar bile bilmiyorlar çünkü.
Belli filmlerin, belli psikiyatrik rahatsızlıklara iyi veya kötü geldiğine ilişkin global bir literatür veya konsensus yok ortada çünkü.
Belli filmlerin belli bir sırayla izlenmesinin sonuçlarının zihinsel açıdan yönetilebilir ve birebir saptanabilir olmasını hiç mi hiç beklemiyoruz. 6 bin küsur film seyrettik çünkü, hepsinin izlenimlerini anı anına anımsıyoruz çünkü.
Bunların yaptığı, doktor kuyuya taş atmış, 40 delinin başı belaya girmiş, durumu olmakta.
Tabii ki asıl amaç, ahan da yeni kekleme alanı bulduk, bin üzeri m (1000 m) kök le de (LD) kök le (L), olmakta.
İnternette bir sürü bu konuyla ilgili pazarlama uzmanı var, ne demekse.
Harcanıp gitti caanım bir epistemik alan daha…

(26 Kasım 2017)