Perşembe, Şubat 28, 2019

Uzay Çağı’nda Taş Devri’ni Yazmak: Batan Cumhuriyet’in Makus Edebiyat Tarihi


Cumhuriyet 1923’te kuruldu, 2013’te batırıldı. Cumhuriyet öncesi doğumlu olan Sait Faik öyküsü ve Orhan Veli şiiri ile, 1935 gibi Cumhuriyet Edebiyatı fiilen başlamış oldu. Daha öncekiler, Osmanlı’nın tekne kazıntısı veya gemi batığı idiler.
1935’te, teorik uzaycı Rus Tsiolkovsky de, pratik uzaycı ABD’li Godard da, çoktan var olmuş, eser vermiş ve gitmiş idi: O eserler bugün hala yaşıyor ve onlar sayesinde Ay’a gidildi.
Cumhuriyet Anadolusu ise, bu sürelerde neredeyse Taş Devri’nde yaşıyordu. Onu bırakalım, 21. Yüzyıl’da ve İstanbul gibi bir yerde bile, karasaban ile tarım yapanlar mevcut idi.
Peki bu koşullarda; hangi edebiyat, hangi kültürel modu ve dönemini yazar, yazabilir, yazmalıdır?:
Soru-n-sal bu…
Roman, özellikle de önce realist ekolde roman, sonra naturalist ekolde roman, 1830-1880 arasında, daha çok kenti, kentliyi, sanayi emekçisini yazdı.
Şerh-kayıt: Romanın çıkış ülkesi sayılan Fransa, 1. Sanayileşme’yi başlatan İngiltere’ye göre epeyi gecikmeli olarak, sözügeçen tarihlerde yeni yeni sanayileşiyordu.
Tersine bakalım:
Güney Amerika’daki Amazon bölgesinde avcı-toplayıcı kültürel modda yaşayan Yanömamöler’in romanı yazılabilir mi, yazılmalı mı, yazılmamalı mı? (Şerh: Fantastik roman alanı tanımdışı bırakıldı.)
Buradan nereye geleceğimiz belli:
1940-1970 arasında Türkiye’de köy romanı yazıldı, çoksatar oldu, hegemon / empozeci roman anlayışı oldu, burjuvalığı ve romanını aşağıladı ve dışladı, bu da en çok ve en açıkseçik olarak TDK roman yarışmasında kendini gösterdi: Kendi de köy / taşra kökenli olan Cemal Süreya, yakın arkadaşı olan Muzaffer Buyrukçu’ya ona oy vereceğini söz verdiği halde buna uymayarak, o zamanlar köy romanları yazan Fakir Baykurt’un ödül almasını sağladı.
Tüm bunlar olup bittikten sonra da, tüm moda şeyler gibi, köy romanı demode oldu, bugün hala köy var ama kimse köy romanı yazmıyor, onun yerine varoş romanı yazıyor, çünkü o konu moda ve çoksatar durumda.
Şerh: Köy kültürü, önce kentte (Latife Tekin’i ünlü yazar yapan konu olarak) gecekondu kültürü, sonra kentte varoş kültürü, en sonunda da (2015-2020 arasında) kentte taşralı hegemonu oldu. (Bakınız: Sağın bir nolu münevveri sayılan Nurettin Topçu’nun aynı adlı öyküyü içeren ve aynı adı taşıyan (tek) öykü kitabı. Artı, bu taşralılık konusunu, arabeski ve futbolu yücelten, direksiyonu sağa kilitlenmiş ama kendini solcu sanan yazarlardan Tanıl Bora gibi, överek yazanlar da oldu. Topçu ise, bildiğimiz mazlum geçinen ağlağı edebiyatı yaparak, ‘ya, beni taşralıyım diye bir ezdiler, bir ezdiler’ muhabbeti yaptı adı geçen öyküde. Bora gibiler de, ellerinde tuzlukla hıyar aradılar.)
Bu taşralı hegemonluğu, önce arabesk, sonra rep müzik kültürü yükselişi olarak yaşandı koşut olarak.
Dolayısıyla, 1960 köy romanı (tam da kentleşme, sanayileşme, emekçileşme yeni başlamışken), 1980 arabesk müziği, 2020 yutubır / vılogır ezeli-ebedi ergen kültürü çizgisi, tek bir çizgi oldu ama rep müzik bunun dışında kaldı.
Şerh: Baykurt, bunu ağasız köyde ağalı köy romanı yazarken, bir anda 1. Dünya olan Almanya’nın lümpen proleteryasını yazar bir konuma gelerek, feci biçimde oto-ironiledi.
Yani, köy romanı yazmak, 1960-2020 Türkiye’sinde lümpen kültürel dekadans demek oldu.
Peki, köy romanı yazılmasaydı, bu çürüme yaşanmayacak mıydı?
Yaşanırdı belki ama böylesine övülmezdi, böbürlenmezdi, yüceltilmezdi.
Çok basit: 15 bin köy enstitüsü mezunu içinden 15 solcu yazar çıktı diye, köy enstitüleri sol kurumlar olamadı. Köy enstitülerinin bir ve biraz da asıl yüzü, Talip Apaydın’ın yazdıklarıdır da: O, sağ-sol ayrımı köy enstitülerinde abartıldığı için kapatıldıkları savındadır.
Birinci makus edebi süreç bu oldu:
Lümpen kitleye-halka bağlanan aydıncık-yazar, övdüğü ve yücelttiği bu güruhun, ayaktakımının, başıbozukların (onlar sırtüstü yatarken) önce gecekondusunu yaptı, sonra onlar tarafından darbecilere ihbar edildi (bakınız Gün Zileli’nin anıları): 1971’de 1 milyon resmen kayıtlı muhbir vatandaş (bakınız: İnönü Alpat, Popüler Sol Sözlüğü).
İkinci makus edebi süreç de şu oldu:
Toplayıcı-avcı kültürel modu 1940’ta Anadolu’da belki yoktu ama proto-feodal (her yıl 20 milyon kent-köy-taşra göçerili) kültürel mod ve (Kürtler’de şıh ağa, töre cinayetleri azmettireni haminne) çarmıhı olarak feodal mod vardı ve bunun lümpen kültürel dejenerasyonları yazarlar tarafından yok sayıldı:
Örneğin Cemal Süreya, Zaza olduğunu belirtirken, Zazaca öğrenme veya Zazaca yazma girişiminde hiç bulunmadı ama Ahmed Arif yarım Kürt kanını öne çıkaran şiirler yazdı. Süreya orada da durmadı ve folklorün şiire düşman olduğunu savladı ama yine de kent burjuvazisi tarafında yer alamadı (bakınız Buyrukçu’ya yaptıkları), çünkü edebiyatta Bizans / İstanbul hegemonyasına inanmıştı ama yine de gidip o devletin memuru oldu. (Cumhuriyet dönemi yazarları arasında, devlet memurlarının bu kadar çok olması, ayrı bir inceleme ve irdeleme konusu.)
Bunlar da, uzay ve bilgi çağında, dezenformasyon yapan ve kasıtlı yalancı yazar ahlaksızlığı demek oldu: Örneğin, Nazım’ın savladığı gibi aslolan yaşam değildir, aslolan ölümdür; çünkü ölüm olmasıydı, ne evrim olurdu, ne kültür, ne de yazı.
Tüm edebiyat söyleşilerinde ve soruşturmalarında, bu konunun tek bir izleği yok. (Oysa; Varlık, De ve Nesin edebiyat yıllıkları, 1960-1985 arasındaki edebiyatın izleğini ve haritasını çok açıkseçik olarak çizmiş durumda.) Yani, eleştirmenler de durumdan habersiz veya durumu görmezden geliyorlar, gelmişler.
En başa dönelim:
Bu veriler ışığında, uzay ve bilgi çağında ne yazılacak, ne yazılabilir, ne yazılmalı?:
Emrah Serbes’in ‘Müptezeller’i mi, William Gibson’un ‘Neuromancer’i mi, Mifune’nin ‘Ghost in the Shell’i mi?
Ek bilgi:
Serbes, zamanında kitapları çoksatan bir yazar oldu. Şu an trafik kazasında 3 kişinin ölümüne sebebiyet vermekten hapiste, kitapları sıfır satıyor ve ‘Kabuktaki Hayalet’ Türkçe’ye hala çevrilmedi.
Aslına bakılırsa, bu edebi-kültürel eksi değerlilik, bat(ırıl)an 1. Cumhuriyet’in makus talihi değildi, yazarlar böyle yaparak onun batmasına yoğun katkıda bulundu. Sonra da, o yazarların bir bölümü, liberal demokrat sıfatı ile, 1. Cumhuriyet’in tabutunun son çivisini çakanlara bizzat katkıda bulundu.
O nedenle, söz geçen dönem yazarları için, edebi idam hükmü geçerlidir. Bu moment, geç-son Osmanlı dönemindeki ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e aktarılan yazarlar için de aynen geçerlidir: Ders ödevi olmasa, kimse açıp onları okumaz ve artık Baykurt da okunmuyor.
Artı:
2250’ye kadar sürecek olan 2. Sanayileşme’de, ‘Müptezeller’in yeri yok ama ‘Neromancer’in ve ‘Ghost in the Shell’in yeri var. Yani, köy romanı ilk yazıldığında bile ölü bir edebi tür idi, bilimkurgu ise 200 yıldır sürekli evrilen ve hatta arada ölen bir edebi tür.
(26 Şubat + 1 Mart 2019)

Salı, Şubat 26, 2019

Taslak: Terörist, Polis, Sivil, Entellektüel


Polis; asker, jandarma, korucu dahil, tüm kolluk kuvvetleri demektir. Devleti korurken, devleti yanılmış devlet kılabilir veya onu bitirebilirler.
Polisin ve teröristin şiddet yöntemleri aynıdır. Teröristlerin bir bölümü devlet kurmak isterler, bir bölümü istemezler.
Sivil, terörist ve polis denli tehlikeli ve yıkıcıdır ama bunu pasif olarak becerir.
Entellektüel, 3’üne de bağlanmaz. Yalnızca doğru ve gerçek bilgiyi kaydeder ve saklar. Örneğin bu kavramsal çerveve, bu 3 küme arasında negatif bir sembiyöz tanımlıyor ve tarihsel olgular da bu çerçeveyi geçerli kılmış durumda.
Bu metin, yürürlükteki yasalar nedeniyle otosansürlendi.
(25-27 Şubat 2019)

Taslak: Kaos-Kozmos Denklemleri Birleşimi Olarak Özdeklilik, Canlılık, Zekalılık


Verhulst denklemi var ve denklemdeki parametrelerin birbirlerini engelleyebileceğini / azaltabileceğini belirtiyor.
Özdeklilikte atomların 10 üzeri 32-38 yıllık olası yaşamı, bir tür Verhulst denklemi.
Canlılığın karbon atomluluğu azaltması bir tür Verhulst denklemi: Deniz kabukluları devresindeki karbon azalması çok belirgin, fotosentezdeki karbon azalması tam saptanamamış gibi.
Tarihteki iniş ve çıkış dönemleri ve bunların birbirlerini hem desteklemeleri, hem engellemeleri (vaşak-tavşan denkleminde olduğu gibi), bir tür Verhulst denklemi.
Homo Sapiens’in Homo Posterus’u hem desteklemesi, hem kösteklemesi bir tür Verhulst denklemi.
Buradan, büyük sayılar yasasına, asimptotlamaya ve limitlemeye güvenerek, çok-çok uzun vadeli bazı çıkarsamalar yapılabilir kanısındayız: Dünya’da yeni atom bombaları er veya geç patlayacak ve insan türü er veya geç Evren’e kesin yerleşecek gibi.
2-n epistemik kritik eşik sonraları için, kesin çıkarsama geçersizdir.

Taslak: Dünya Sistemi


Amerikalar, doğu-batı uzantısı yerine, kuzey-güney uzantısı olarak. Afrika, çöllülük ve tropikal ormanlılık olarak. Okyanusyalar, deniz uygarlıkları olarak.
Amerikalar, yazı ve 0 icatlı, tekerlek icatsız olarak. Afrika, Asya’dan transfer alfabelilik olarak. Okyanusyalar, değişik bir Eratosthenes artı-değer bilgililiği olarak (saz gemiler ve kare-daire rübu ile).
Amerikalar, global kılamadıkları patates ve mısır bitkisi tarımı ile tarihte çok özgün bir yer tutar. Ancak bu, Çinliler’in barutu ve kağıdı global kılamamalarına da benzer.
Amerikalar, Kolomb-öncesi dönem olarak, ekonomik artı-değer haritalarındaki, Orta Çağ AB’si = 10 gibi sayılabilir. Ki bu da, azdır ama hiç değildir. Bildiğimiz, uygarlık-kültür tohumu taşıma demektir.
Şerh: AB 1500-1945’in de, ABD 1945-2015’in de global kılamadı bazı epistemik ve ekonomik değerler var: Epistemik değer: Anti-Einstein-Planck-Heisenberge trilemması (Einstein’ın Kaluza’yı engellemesi) ve hem Samsung’un, hem de Huawei’ın hem Nokia’yı, hem de Iphone’u geçmesi..

Lümpenlerin İstilası TC 2014: 5 Yıl Sonra 2019


Arap Baharı süreci, 1. ve 2. Irak Savaşı’ndan farklı bir süreç ve 400’lerdeki AB ülkelerindeki Kavimler Göçü’ne benzer bir süreç olarak, Libya’yı da yıkarak ama göç sürecinin dışında bırakarak, 2011’den itibaren, 20 milyon Suriyeli’nin 4 milyonunu, 2013 ilk dalgası, 2015 son dalgası ile Türkiye’ye taşıdı.
Bunun gözlem momenti 2014 idi. O zaman Esed gidici idi.
Şu anki gözlem momenti 2019. Şimdi Esed kalıcı gibi.
4 milyonun 300-400 bini ülkelerine geri dönmüş durumda. 3,6 milyonu Türkiye’nin çeşitli illerinde göçmen kamplarına yerleştirildi. (Bakınız: Halepçe kaçanı Kürtler’in ve İstanbul’daki ilk dalga ve oradan sürülen Afrikalılar’ın toplama-göçmen kampları ki bu da, alaturka göçmen-toplama kampları konusu için ayrı bir metin gerektirir ama konuyla ilgili röportajlar ve kitaplar var.)
Bu 4 milyonun 4 milyonu da pratikte sıfır yıl eğitimli, yani ümmi altkültürlü. Ayrıca, bizim Alamancılar’ın Almanya’da ısrarla yıllarca Almanca öğrenmemeleri gibi, bu Suriyeliler de, ısrarla birkaç yıldır Türkçe öğrenmediler. (Bakınız: Lümpen halkların ters tepen kültürel kimlik davranışları.)
Bunların % 1-5’i, Türkiye’de 15-20 bin şirket kurdu, yani sınıf atladı. Bu oran, bizim Alamancılar için de kabaca aynı. (Bakınız: Lümpen halkların özgün mekanlarında sıfır çabayla herşeyi devletten beklerken, gecekonduda veya gurbet ellerde aşırı çalışıp sınıf atlaması davranışı.)
Bu kümesel ikileme, şunun (karşılaştır-karşıtlaştır) için yapılıyor:
Türkiye 1877’den beridir, yüksek oranlı ve kabaca eşzamanlı olarak içe ve dışa birlikte göç veren ender ülkelerden biri oldu: 1877-1924 arasında, 12 milyonda 3 milyon % 25 içe, 3 milyon / % 25 dışa; 1960-1980 arasında 40-60 milyonda 4 milyon % 6,67-10 dışa göç, 2013-2015 arasında, 75-80 milyonda 4 milyon / % 5 içe göç, 2016-2018 arasında, ülkenin en eğitimli ve en paralı 400 bini / %o 5’i dışa göç. (Bakınız: Son bölüm, tam da ‘Lümpenlerin İstilası’ kitabının içindekilerine kavramsal çerçeve durumunda.)
Suriyeliler’in tamamının TC vatandaşı yapılması mümkün değil. Artı, artık maksimum % 50’si geri gönderilebilir. Kalan % 50’nin de ancak yarısı, yani 1 milyonu dışa (tüm Dünya’ya) gönderilebilir.
Soru şu:
Geriye kalan bu insanlar ne olacak?
Yanıt:
Herhangi bir şey olabilmeleri veya yapılabilmeleri mümkün değil: Tıpkı Alamancılar gibi tarih kubruna hafriyat olacaklar: Kız çocuklar fahişe, erkek çocuklar kriminal / terörist olacaklar, aslında oldular bile çoktan. İşte, Kavimler Göçü’nün ve genelde büyük göçlerin kültürel yıkıcılığının ana nedeni bu. Kültürel fermentasyonu yaratan da, çokça bu global demografik dilim.
Ocak 2019 itibarıyla tanımlanan sosyal moloz (18-20 yaş arasındaki yeterli eğitimsiz, niteliksiz, işsiz, evliliksiz, zihinsel ve kültürel oryantasyonsuz (mentel ve kültürel regresyonlu ve konfüzyonlu), vd) kesimi gibi, bunlar da tarihsel molozlara örnekleme olmakta bu Suriyeliler.
1960’lardaki taşra ve köy kökenli olan Türkiyeli Alamancılar bile, bu kadar sosyal ve tarihsel moloz değildiler. (Bakınız: 3. ve 4. Dünya farkı ve Türkiye’nin 3. Dünya’dan 4. Dünya’ya kay(dırıl)ışı.) En azından, 50 yılda kendilerine 50, Almanya’ya 50 milyar avro ekonomik artı-değer ürettiler. Bu Suriyeliler ise, ekonomik eksi-değer üreticisi durumundalar: Türkiye için 5 yılda 10 bin dolar kişi başı x 4 milyon kişi = 40 milyar dolar eksi-değer demek oldular. Artı bu, Keynes’in ‘bir kuyu kazdır, şişe gömdür, kuyuyu kapattır, kuyuyu tekrar açtır, şişeyi çıkarttır’ türünden bir ekonomik durum / vaka değil.
Anımsarsak:
Romalılar, boşalan topraklarını doldurabilmek için, 400’lerde Nordikler’e topraklarını açtılar. Sonuçta Roma yıkıldı, Romalılar’ın kalıcı olarak hiç yenemediği, Nordik kökenli Germenler, Roma-Germen İmparatorluğu’nu kurdular, İtalya’yı / Roma’yı işgal ettiler. (Bakınız: Kapıcının kapıcılık yaptığı apartmanda daire satın alması davranışı.) Dahası, 400-1500 AB Orta Çağ’ında, 970 gibi, ikinci erken rönesansı bile yarattılar. (Bakınız: Barbarların yıktıkları uygarların uygarlık değerlerini kısmen üstlenmesi.)
Demek ki çukur-devlet Roma ertesinde, bugünkü AB’de 400 yıl tam, toplamda 1.100 yıl parçalı engizisyon var oldu. Yani yerel Orta Çağ’lar gerçekten çok uzun sürebiliyor ve Dünya 2000-2200 arasında global çöküş / engizisyon / faşizm dönemlerinden birine girdi.
Suriyeliler’in dahil olduğu (2020 momentindeki) 250 milyonluk Araplar kümesi, 1100’den beridir Orta Çağ’da ve engizisyonda.
Şerh: Ön Asya İslam rönesansını ve eşleniği engizisyonu Araplar değil, Türkler yarattılar ama Arapça olarak / kullanarak, Türkçe değil. (Bakınız: Halkların ad, coğrafya, ırk, dil, din değiştirmesi.)
Çıkış / Sonuç:
Demek ki tüm makro göç dalgaları, rönesans ve engizisyona yönelik, göründüğü kadarıyla birbirinden karşılıklı bağımsız, en az orta boy ölçekte kültürel vektörler üretiyor.
Lümpenlerin İstilası Türkiye 2013-2018 de; öyle olmuşa, oluyora ve olacağa benzer. Suriyeliler’inki şimdilik yalnızca engizisyon vektörü gibi.
(23 + 27 Şubat 2018)

Cuma, Şubat 15, 2019

Global Kültürel Antropoloji Tezleri: 2. Sanayileşme ve Homo Posterus


Önkoyut: 1. Sanayileşme dönemine ait olan 1900-2000 arasındaki geçmişbilimsel / tarihsel kültürel antropoloji kavramsal çerçevelerini, 2. Sanayileşme dönemine ait olan 2000-2250 arasına ekstrapolasyonluyoruz.
1650-1945 Aydınlanma Çağı, AB ülkeleri eliyle başlatıldı ve bitirildi.
1945-2000 arası, ABD’nin yükselişi ve düşüşü olarak, (çıkış döneminden çöküş dönemine doğru) bir tür ara-geçiş dönemi oldu.
2000-2100 arasında, premature (erken doğmuş) ve postmature (geç doğmuş) rönesansçıklar ve engizisyoncuklar sözkonusu. ‘–çık’ ve ‘–cuk’ sonekleri, kısa dönemli ve asıl rönesanslardan ve asıl engizisyonlardan daha küçük genlikli oluşumlar demek.
Örnekse: İlk uzay devleti olan Asgardia, 2. Sanayileşme’nin öncü altkültürlerinden olan uzaycılık üzerinden, 2015 sonunda yalnızca 3 ayda premature rönesanstan postmature engizisyona geçebildi: Tek adamın hegemonyası oylamayla kabul edildi ve yıllık 100 dolar aidat vermeyen vatandaşlıktan çıkarıldı: Sorun bunları kabul edenlerin sayısında: 100 bin ilk üye içindeki en az 40 bin kişi.
2. Sanayileşme’nin öncü altkültürleri, premature kültürel olgular olarak, 1945-2015 arasında, genel (ekonomik, politik, askeri) geçmişbilim-gelecekbilim vektörlemeleri dışındaki yönelimlerde gelişti: Bu da, premature olarak mikro-başlangıç olmak demek. Bunu sağlayan şey, her altkültürün hem zamanlar, hem de mekanlar içinde, birbirinden bağımsız gelişmesi oldu.
Bu sürede Homo Posterus olgusu, global kültürel geçerlilik olarak % 0’dan milyonda 1’e evrildi. Ekonomik globalizmin bazı alanlarda % 50 olabilmişliği gibi, akıllı telefon kullanımı da, yapay zeka, siberuzay ve bilgisayar alanında % 50 olabildi. Yani, daha başlamadan önce ve başladıktan 70 yıl sonra, 2250 ertesine sarkacak gibi göründü.
Konunun gelecekbilimi açısından bakarsak:
Bir:
2020-2295 arasının, 1945-2020 arası gibi bir tempoda yaşanması mümkündür. Bu da, 21. Yüzyıl’ın bu konulara ayrılmışlığı demek.
İki:
Nüfus, enerji, su, gıda, iklim, salgın makro-makro krizlerinin / sorunlarının geliş sırası henüz belirsiz ve birbirinden bağımsız. O nedenle de, 400-1500 Orta Çağ’ının 4 makro sorunu / krizi (3’ü nüfus / istila, 1’i salgın) etkileşimlerinin, bu yeni dönem için henüz uygulanabilir değildir.
En tehlikeli kriz; ısınma değil, soğuma ve yeni bir buz çağı olarak, iklim olacaktır. 50 yıl gibi kısa bir sürede gelecek bir global soğuma, G-7’yi bitirir.
Kültürü en çok dejenere ve fermente edecek olan olgu ise, global göçtür: Bu olgunun süreçleri, 1960-2020 arasında Aydınlanma AB’sini ümmiliğe ve irrasyonalizme taşıdı bile çoktan örneğin.
Salgın; yeni bilgiler nedeniyle, AB 1350’deki üçte birlik ölüm oranını yakalayamayacaktır, en yüksek oran global % 5 olarak tahmin ediliyor: Globalizm nedeniyle, bu salgın yerel olarak kalamayacaktır.
Su ve gıda sorunu, en çok Doğu-Orta Afrika’da geçerli olacak, oldu bile çoktan. Bu da, 1 milyarlık Afrika nüfusunun100 milyon azalması demek olabilir ama bunun makro etkileri olmayabilir.
Enerji, 1960’ta en kesin gelecek kriz gözüyle bakılırken, teknolojinin GDO üzerinden tarımsal üretimi inanılmaz verimli duruma getimesiyle, başta G-7 ülkeleri olmak üzere, bazı ülkeler için enerji sorununu yoksadı.
Bu makro sorunların ve krizlerin, hangi rönesansları ve engizisyonları yaratacağı tam kesin değildir. Ancak göç şimdiden, klasik sağ-sol politik ayrımını silmiş, 100 yılda kazanılmış ekonomik-politik hakların silinmesine yol aldırmış ve 20. Yüzyıl’daki 50 yıllık zorunlu eğitimin global okuryazarlığını yeniden global ümmiliğe geri çekmiş durumda. Bu global ümmilikeğilimi, global bilim-sanat-düşün çöküşünün en önemli aracı olmuş durumdadır.
Ekonomik-politik-askeri olarak bakılınca görülen ABD 1945-2000 hegemonyası ve 2000-2020 Çin global hegemonluk adaylığı konuları; ABD’nin kendini zirvedeyken batırması, Çin’in ise asla ve kata olamadığı global hegemonluk için, hiçbir hazırlığının ve tezinin / pratiğinin olmadığının görülmesi olarak yaşandı. Bu da, 2000-2100 arası için yokkutuplu Dünya demek: 2000-2020 arasında bunun kaos demek olacağı yaşandı. Bu 2 durum, bu 2 ülkede rönesans veya engizisyon yaratamadı ama işgal ettikleri ülkelerde neo-faşizm ve şeriatçılık olarak yarattı. Bu da, göç ve göçmen işçilerin kendi ülkelerine para transferi üzerinden geri dönüp, bu 2 global hegemona zarar verdi.
ABD, hiçbir zaman özgün bilim, sanat ve düşün yaratamadı. Çin ise, 2.200 yıllık geleneklerini Dünya’ya sunamadı ve empoze edemedi. Dolayısıyla, bilimde, sanatta, düşünde, bu 2 ülke eliyle rönesans veya engizisyon pek beklenmiyor.
Şerh: ‘3 Cisim Problemi’ üçlemesi, Çin’den de bilimkurgu çıkabileceğini kanıtladı. Ancak, bu romanların (İngilizce bilmiyor görünen) yazarının Çince blogundan yapılan İngilizce çevirilerde görüldüğü üzere, global konsensusu etkilemesi zor görünüyor ki roman dizisinin ikincisi ve üçüncüsü global etki ve yaygın okunma yaratamadı.
Sonuç:
Global kültürel antropolojiye etkide bulunabilme alanı, 2000’den beridir bomboş durumda bekliyor. Artık keskin-sivri zekalı bilimci çıkmıyor. Çok fazla sahte marjinal sanatçı olduğu için, gerçek marjinal sanatçılar algılanmıyor bile. Düşün, kendini global kültürün dışına çekti veya itilmesine izin verdi.
Buradan çıkarılabilecek birincil tasarım, asıl 4 rönesans ve 4 engizisyon yerine, yeni 44 rönesansçık ve 44 engizisyoncuk oluşacak, olmakta. Bu da, 21. Yüzyıl boyunca yeni aydınlanma çağları için global aktivasyon enerjisinin altında süregitmek demek.
(14-15 Şubat 2019)