Öncelikle
bir tarih perspektifi anlıyoruz. Göreli, değişken, siyasal momentlere dayalı.
Sonralıkla,
Doğulu olmayı anlıyoruz. 1838-2020 momentinde bir türlü gerçekleştiril€meyen ve
sonunda vazgeçilen batılılaşma projesi
olarak Tanzimat perspektifini anlıyorz. Tanzimat ve Cumhuriyet bireyleri
bambaşka konular ama bunu daraltarak tanımlayacağız.
Dolayısıyla,
öyle olduğu kendinden menkullukle varsayılan Batılı bireyden farklı
bir şey algılıyoruz. Klişeler üzerinden bakarsak, kendimiz için bir bozkır kurdu bireyi anlamıyoruz
genelde. Beşir Fuat ve Adnan Veli dahil. Oğuz Atay’ı anlıyoruz.
Aranağme:
Atay, Kafka’nın ‘Babam Mektup’u üzerinden işleyen olarak bakıldığında, eksik
bir birey doğululuğunu işaret eder. 1960-1970 arasında yaşadığı, sol-sağ
arasındaki boşluktalık durumun bilinçsizliğinin bunu doğrudan yaratan bir etken
olduğunu düşünüyoruz ki aynısı Tanpınar için de geçerli. Doğulu erkek çok
kırılgan, Atay daha da kırılgan, kişisel kırgınlıklardan ideolojik sapmalar
çıkarabilmiş
‘Beş
Romancı Konuşuyor’ üzerinden gidilecek izlekte; Kemal Tahir x Orhan Kemal köy
romanı, Oğuz Atay x Sevgi Soysal ödül çatışması, nesnel değil, öznel faylardan
ilerlemiş. Tahir gördüğü kölülerden tiksiirken, Kemal gözükara ve gözü kapalı
bir halkseverlik savunucusu. Başka koşularrdda çift olabilecek uygunluktaki
Atay ve Soysal ödül yüzünden birbirine uzak düşmüş. Ki bu da doğululüğun küçük
ufuklu çatışması demek, çünkü ödül kaynağı TDK ve o da bir devlet dairesi. Bizim yazarların çoğu da devlet memuru zaten. Birey devlet memuru olur mu konusu,
Aziz Nesin mizahı alanına girer. Onu geçiyoruz.
Burada,
Namık Kemal’in devlete karşı çalışırken devletten mutasarrıf maaşı alması veya
sonradan jurnal yazması türü doğulu küçük insan konuları başlar, onu
da geçiyoruz. Küçük insan birey, en azındna Batı kavramlarında olmaz.
Böyle
budamalardan sonra, geriye bir şey kalıyor mu? Tek at, tek mızrak kalıyor.
Arzık kalıyor, Adnan Veli kalıyor. Bu, pozisyonlar, gönüllü değil, zorunlu
bırakılan bir durumu imliyor. Diğer bir deyişle gönüllü inziva, bir tek Yusuf Atılgan’da yaşanmış olabilir.
Dolayısıyla
en kısasında, bireyliği bizde olmayan br şey olarak, yokluğunda tasarlıyoruz.
(19 Haziran 2020)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder