1789 Fransa Devrimi’nin 3 ilkesi vardı: Özgürlük, kardeşlik, eşitlik.
Eylül 2001 ve Aralık 2010 yarı-devrimlerinin tarih duvarında açtığı çatlaktan geçebilecekler için, yeni 3 ilke şunlar olacak ve bunlar 22. Yüzyıl’da da geçerli kalacak: Özgürlük, uzlaşma, farklılık.
Devlet, insan türünün tarih öncesinden tarih içine doğru kültürel evrimindeki, kaçınılmaz olmasa da, büyük olasılıkla gerçekleşen bir örgütlenmedir. 5.000 yıllık Dünya Sistemi’nde devletlerin yapısı değişti ama devlet evrilerek sürdü.
Devletin en temel mahzurlarından biri, toplum için kurulmuş olması nedeniyle, bireyleri hemen hiç dikkate almamasıdır. Oysa, tarihteki 100 milyar insanın yalnızca 100 bini, insanı insan saydığımız değerleri kurmuştur. Bu insanlar, entelejensiya olup, uyruklaşmadıkları sürece, genelde ödül yerine, ceza almışlardır.
Fransız Devrimi bireylere yönelik değildi ama krallığın kaldırılmasına yönelik ilk başarılı devrimdi. Krallık, devlet kurulalı beridir var olduğu için, krallığın ortadan kaldırılışı, bireyselleşme yolunda en büyük adımlardan biri olmuştur. Aradan 200 yıldan çok zaman geçtikten sonra bile, G-7 ülkelerinde bile hala krallıkların sürüyor olması, insanların pekala gönüllü kulluk yapabileceğini imlemektedir. İnsanlar, kamburunu çıkarmaktansa, başkalarına kambur yüklemek isteyen kambur gibi, kendi toplumsallıklarının köleliğini kaldırmaktansa, özgür bireyleri de ceza yoluyla köleleştirmeyi yeğlemektedir.
Bu durumda eski 3 ilke, yeni 3 ilkeye çevrilmiş olmakta:
Özgürlük 5.000 yıldır hala ilk sorun: ABD’nin Wikileaks için kelle avı başlatması, bunun apaçık br göstergesi durumunda.
Kardeşlik yerine uzlaşma, çünkü bu artık kalıcı görünen 10 milyonu aşkın nüfuslu megakentlerin getirdiği aşırı kültürel zenginliğin sonucudur. Tersine ve negatif diyalektikle insanlar, birarada değil, birbirine mesafeli komünlerde yaşasa gerek ama her komüne giriş ve çıkış, bireylerin özgür iradesine bağlı kalmak koşuluyla. Uzlaşma, birbirlerinin varlığını kabul etmek (yok etmemeye çabalamamak) anlamına geliyor.
Farklılık, çünkü normal faşizmi var, çünkü standart biyografiler 5.000 yıldır hiçbir kültürel artı değer üretemedi. Standart biyografiler evrildi ama verimsizlik baki kaldı. Bunun toplumsallığın ataletiyle ilintisi var: Evrimde de canlılar istemeyerek değişir, kültürde de toplumlar istemeyerek değişir. Sorun, mutasyonların sanıldığından çok daha fazla olması ve her kuşakta yepyeni melezlemeler ve safkanlamalar oluşmasıdır. Bunların farklı olarak ve oldukları gibi var olma ve yaşama hakları vardır. Toplumun delilerden değil, delilerin toplumdan korunması gerektiği gibi, bu farklılıklar da ancak diğerlerinden uzakta sağ kalabilir. Bugün Türkiye’deki insanlar apartmanlarında ateist komşu yerine, eşcinsel komşuyu yeğliyor ve bugün bu sözcük patriyarkal toplumun en ağır küfürlerinden birisi durumundadır.
Bu ilkelerle; marjinaller, taoistler, anarşistler, nihilistler, deliler, vd türü ayrallar, toplumdan uzakta, istedikleri gibi yaşayabilecektir. Artı değer düşünce üretmeleri bir zorunluluk değildir ama farklı düşünce biçimleri bir tek onlardan gelmektedir. Bu 5.000 yıllık kayıtlarla sabittir. Normaller de artı değer düşünce üretmiştir ama mutantlara oranla çok daha düşük oranda.
Burada bir teleoloji (erekbilimsellik) sözkonusu değildir. Sözkonusu olan durum, 2. Sanayileşme’nin 9 öncü altkültürünü ancak bu azınlıkların evriltebileceği gerçeğidir. Örnekse: Bugüne dek bütün astronotlar normal insanlardı ama bunun nedeni uzaycılığın devletin sırtında olmasıydı; ne zaman ki özel sektör bu işe girdi, gönüllü astronotlar uzaya gitmeye başladı ve on binlerce kişi sıraya girdi. Bu insanlar uzay deneyimlerini yazdıklarında, bugüne dek astronotların yazdıklarından çok farklı deneyimler okuyacağımıza kuşku yok, çünkü onlar asıl uzaycılar olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder