Bu 2
sözcük, bozkır iklimini en iyi simgeleyen 2 sözcüktür.
Bir
duygudurumunu da imler aynı zamanda.
Ankaralı
kadın yazarların duygudurumunu.
Bunu
dilegetirmeye uygun diğer 2 sözcük de, ‘kahverengi sıkıntı’dır.
Adalet
Ağaoğlu, ‘Ruh Üşümesi’ni yazmıştır, Tezer Özlü ‘Çocukluğun Soğuk Geceleri’ni…
Bozkır
havası, çöl havasına yakın olduğundan dolayı, yağış bozkırda sel yaratmaya
yatkındır.
İşte
bunu mecazlarsak ve yağışı libido akışı sayarsak, Ankaralı kadın yazarların
birincil özelliği, ruh çöllüğünü (kuraklığını,
kıraçlığını) sevmeleridir.
Milyonlarca
diğer sıradan kadın da böyledir aslında, libido frijididir. Yaşamaz, yaşamaktan
zevk almaz, çevresindekilere de aldırmaz ama bunu bir yazar yapınca, kültürel öldürücülük (fatalizm) olur,
oldu da zaten… Bizim kayıtlamaya çabaladığımız durum da budur.
Tuhaf
olan durum, aynı kadın yazarların annelik sıcaklığını ve ıslaklığını fazlasıyla
içermeleri ama bir süre annelik durumlarının da, Sevgi Soysal’da olduğu üzere,
kuru ve soğuk olduğu, hatta kendi doğurduğu oğlunu 40 yıllığına tımarhaneye
göndermeye kadar vardığı durumudur.
Ek-şerh:
Tüm alaturka kadınlar, okumuşları ve yazarları dahil, kendi doğurdukları
çocuklarını öldürmek dahil, onların üzerlerinde tüm yaşam-ölüm haklarına sahip
oldukları gibi bir alaturka yanılsama içindeler.
Bu
durumda onların yazarlıkları da, doğrudan kuru
ve soğuk bir dekadans olmakta. Bu Nordik
soğuk dişillikten farklı ama: O dişiler kılıç kullanmayı da biliyorlar ve uyguluyorlar ama bizim dişiler
olsa olsa, Hürrem Sultan’cılık
oynuyorlar.
Diğer
bir deyişle hiçbir; ne insanlığını, ne biyografisini, ne dişilliğini, ne de
yazarlığını tümüyle üstlenmiyor. Tüm yükümlülükleri ve tüm sorumlulukları ile
yani…
O yüzden,
bizim Ankaralı kuru ve soğuk kadın yazarlar, gibi-yapıyor’lar edebiyatta.
(15 Nisan 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder