Çarşamba, Nisan 06, 2016

İstanbul’un 3. dalga kahvecileri

Bir haberimsi:
“Kahveyi çekirdek olarak alıp kendileri kavurur, farklı demleme yöntemleriyle içime hazır hale getirir. Bir diğer deyişle hazıra konmaz, kahvenin hammaddesiyle kendileri uğraşıp misafirlerine sunarlar. Son zamanlarda sık duyduğumuz 3. dalga kahvecilerin tanımı tam da bu.”
Reklam-haber olduğu buradan belli:
O insanlara gözü kapalı kahve çekirdeği yedirsek, hangisi olduğunu bilemezler. Bu bir.
Kahveye aroma katılmaz. Bu iki.
Tütüne de aroma katılmaz. Bu iki buçuk.
Neyin ne ve aslının ne olduğunu bilmeyen, 5. Dünyalı turist ve 40 yaş ergenleri için, bu yapılabilir.
Ancak, asıl kahve içicileri onlar değil.
Bugün Beyoğlu’ndan gerçek espresso bile yoktur. Kimse tadını bilmez çünkü. Satılanlar da çakmadır.
Kahveyi bilmek için, onu önce çiğ olarak göreceksin ve tadacaksın. Sonra elinle kavuracaksın. Sonra el değirmeninde çekeceksin. Kokusunu ve tadını ezbere öğreneceksin.
Sevdiğim bir örnek var.
Kahveci Mehmet filtre kahve yapmış, aynen Türk kahvesi.
Kolombiya alıyorsun, Brezilya alıyorsun, aynı.
Balık baştan kokuyor yani.
Bugün Beyoğlu’nda mırra da yok. Kebap çok ama. Adana-Urfa farkını da bilen yok yani. Çok çok acı süs biberi turşusunun Kürt işi değil, Tatar işi olduğunu da bilen yok yani.
Yani, alaturka mafiş, alafranga mafiş: Küllüm mafiş.
Para alıp haber yazmak kolay yani.
Dezenformasyon yapmamak zor yani.
Dipnot:
Burada üzücü olan şey, has (‘otantik’ denmiyor, dikkat) yaşama keyifleri ile çakma şeyleri birbirine karıştırmak, elifle merteği karıştırmak ne sözcük, ne olduklarını bilmemenin sözkonusu olması.
Ve bu durum, ‘shrap’ markasının, ‘sharp’ markasının orijinali sanılmasıyla hem ilintisi yok, hem de daha beteri.

(3 Nisan 2016)

Hiç yorum yok: