Atılgan,
siyasi nedenle işkence görür ve hapis yatar. Sonra, Manisa’ya yerleşir ve
gönüllü sürgüne çekilir, memleketi orasıdır.
Sonra,
‘Aylak Adam’ı yazar. Romanda A bir erkek olarak, bir kadın olan B ile bir türlü
buluşamaz, bir tür tersine aşk romanıdır yani. Eğer karşılaşabilseydiler, ideal
aşk / çift onlarınki olacaktı.
Roman
yayınlanır ve çoksatar.
O sırada
17 yaşında olan, müzisyen Durul Gence7nin kızkardeşi Serpil Gence, romanı
okuyunca, Talın’la ileştişime geçmek ister. Ona mektup yazar. 100’ün üzerinde
böyle mektup alan Atılgan, bir tek ona yanıt verir.
İstanbul’da
buluşurlar. Çift olurlar (ayrıntıları Gence analtmamış). 15-20 yıl sonra
evlenirler. Çocukalrı olur.
Happy
end.
Mi
acaba?
Benzeri
öyküyü Yaman Koray, Güney sahillerinde yaşlılığında yaşamıştır, çocuklarının
annesiyle.
Bu
hanımlar, Yaman Koray’ın eşi, Durul Gence’nin kızkardeşi, Yusuf Atılgan’ın
kızkardeşi olmasalar, tarihte adları hiç anılmayacaktı. Eski Yunan
filozoflarından birinin hanımı da, kocasına çok eziyet ettiği için tarihe
geçti.
Birbirini
hiç tanımamış, 1985-1990 arasında bunu yaşamış, erkeklerin ikisi de politik
suçlardan içerideyken, müstakbel partnerlerinin onlara mektup yazıp, erkekler
içeriden çıkınca, Kadıköy İskelesi’nde kırmızı karanfille buluşması öyküsü
dinledim kendilerinden.
Bunlar
bana Fassbinder’yen özellikle de, ‘Maria Braun’un Evliliği’ öykücükleri gibi
geldi.
Diğer
bir deyişle:
Yaşam,
bu insanları zorlamasa, gayet vasat insanlar olarak kalacaklarken, yaşam onları
olağanüstülüğe zolayınca, zihin malzemesi parçalanmasına uğrama.
İkinci
çiftin ikisi de çocuk yapmadı. Atılgan ve Koray çocuk yaptı. Bu da, kuşak
anlayışı farkı işte.
Birinci
çift ikili hem çocuk yaptı, hem kitap yazdı; ikinci çift ikili ise, ne kitap
yazdı, ne çocuk yaptı.
(20 Nisan 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder