Porno ve erotik film seyretmeyi severim. Seksopat olduğum için değil.
Anti-feminist olduğum için değil (öyleyim ama erotik film sevme nedenim bu
değil). Keyif aldığım için.
1960 doğumlu bir erkek olarak, 2005’ten beridir nötroseksüelim. Yani, sekse
karşı nötrüm. En azından zihnen. Ancak bedenim, gereksiz dirimsel
etkinliklerini sürdürüyor hala.
Sanal deneyimlerin gerçek deneyimlerden daha gerçek olabileceğini epeyi
önceden biliyordum. Rüyalarımı yıllardır gerçekten daha gerçek şeyler
yaşadığımdan dolayı. Gölge düşüncelerimin bir bölümünün sanrısallıklarına
karşın, geleceğin gerçeği olduğu bilen bir gelecekbilimci olduğum için.
İnsanların dünyasının indirgenmiş olduğunu bilen bir anti-hümanist olduğum
için.
Dolayısıyla, porno filmleri de sanal deneyimler sayıyordum daha PC
kullanmaya başlamadan epeyi önce. Zaten sinemayı da bir siberuzay
sayanlardanım.
Yine de, biyografimin içinden geçtiği teknolojik koşullar nedeniyle, sanal
erotik ve porno filmlere ancak 40’ımdan sonra bolca ulaşabilir duruma geldim.
İnsan yaşlanınca herşeye farklı bakıyor, sekse de öyle bakıyor.
Son zamanlarda anime erotik filmlere de sardırdım. Gibson’un anime mavisi
dediği türden, bir tür ‘anime seks yapay sanallığı’ gibi bir şeyle karşılaştım:
Rengiyle öyle, formatıyla öyle, konusuyla öyle, çizimiyle öyle.
Örneğin, bir aksiyon bilimkurguda sakil kaçmayan çizgiler, bir seks
filminde epeyi güldürücü oluyor doğrusu. (Yaşlanınca, sekse gülebiliyorsunuz.)
Japonlar’ın sübyancılıkları alaturka olanı aşıyor ve oranın sinemacıları
bunu dışavurmakta hiçbir beis görmüyorlar.
Böylelikle, ortaya at tarrağı almaya çalışan kadın konulu, absürd olmak
peşinde olmayan ama absürd-komedileşmiş görüntülü xxx+ pornolar akla geliyor.
Seks filmlerinin dublajı ve altyazıları (Sermet Serdengeçti filmleri gibi)
absürd-komedileri akla getiriyor. Japonya veya Türkiye gibi ülkelerde kadınlar
sevişirken genelde çok sessiz olmalarına karşın, bu tür filmlerin dublajı,
sürekli inleme sesi çıkarmaktan dolayı,
seslendiricinin nefesini tüketici oluyor.
Erotik ve porno filmleri neden sevdiğime gelince:
Orada bir nebze olsun dürüstlük var. Sonuçta, kendimizi ne denli
kandırırsak kandıralım, seksi yalnızca seks için yapıyoruz: Gereksiz
içgüdülerimiz biraz yamularak öyle çalıştığı için. Aşk, kurlaşma gibi gereksiz
ayrıntılar pornolarda yok. Hoş, bu da makinistin konuya doğrudan girmesinin
absürd-komikliklerini yaratıyor ayrı konu.
Son zamanlardaki seyirlerimi daha çok Google videoda yapıyorum. Malumunuz,
oralardaki bu konulu filmler ya açılmaz, ya kel alaka şeyler açılır, ya
bloklanırsınız, vd, vb. Açılanlar da, onlarca sitede aynıdır. Sanal makinist
abimizin kulaklarını sıkça çınlatırsınız dolayısıyla.
Böylelikle, Google videodaki porno internet sörfü, abidik gubudik yürüyor.
Arada ereksiyon ve ejakülasyon konusu, 5 dakikada Beşiktaş oluveriyor.
Ha evet, ben bu filmleri aslında bu nedenle seyrediyorum: Masturbasyonu
asıl sekse yeğlediğim için.
1 yorum:
Ecchi ve hentai animelere karşı takılan bu tutumdan ben de rahatsızım.
Öncelikle sanat nedir, herkes yapabilir mi? Elbette şimdilerde porno filminden farksız kliplerle göz boyayan elektro house müzikleri dinleyip, postmodernist edaya bürünüp sonra karşımızda ahlak polisi kesilen insanlardan nefret ediyorum. Ki böyle müzikler de sanat eseri değil, üründür.
Peki de Eray, senin önerin nedir? Bizim elektro house müziğimize pornografik diyorsun ve sanat eseri olmamakla suçluyorsun. Aynısı sizin ecchi ve hentaide de geçerli.
İşte burada her şeyin psikanalitik yönüne bakmayı yeğliyorum. Psikoloji -her ürünü inceleyişimde- bana onun sanat eseri olup olmadığı konusunda fikir veriyor. Bu konudan yola çıkarak Death Note, Mirai Nikki, Another, Hellsing, High School of The Dead gibi animelerin sanat eseri olduğunu üzerine bastıra bastıra kabul ediyorum. Death Note, psikolojik bir altyapıya sahip; Mirai Nikki de futuranalistik önermeler sunuyor. High School of The Dead animesi de bir komplo teorisini dile getiren ve olasılıklar üzerinden ilerleyen birkaç gencin hikayesini ele alıyor. Bu da yetmez; Amagami SS, erkek ve kadın karakterlerin iç yapısı hakkında Antoni Çehov tarzı önermeler sunuyor.
Şimdi söylüyorum size: Rihanna'nın "Where Have You Been" ürününün ne gibi sanatsal bir yönü vardır? Veya Türk dizileri -özellikle kitap tabanlı olanları- çok mu sanatsaldır? Ayrıca iddia ediyorum: Türk dizilerinin içgüdüye hitap eden yapısı animeninkinden daha da fazladır.
Sanat nedir?
Sanatçı kimdir?
Bunları bir daha düşünün.
Ya da en iyisi siz Rihanna dinlemeye devam edin. Herkes sanatı sevseydi onu değerli kılacak olan ne olurdu?
Yorum Gönder