‘Dr. House’ ve ‘Lie to Me’ dizilerinin ortak yanı nedir?
İkisi de, problem çözümüne dayanıyor.
İkisinin de baş kahramanı doktor.
‘CSI’ dizilerinin (ve çeşitlemelerinin) kahramanları da problem çözüyor ama onlarınki pek inandırıcı olmuyor. Ya da pek bilimsel olmuyor.
2010’lardayız. Bu durumu, 1970’lerdeki karşılığı olan ve zamanın TRT televizyonunda gösterilen, ‘Doktorlar’ dizisiyle karşılaştıralım. (Bizdeki adı, sanırım ‘Interns’ idi, Türkçe’deki o zamanki karşılığı ‘entern’ idi, şimdi nedir, bilmiyorum. Klinik nöbet tutan son sınıf doktorları imler.)
Nasıl ki reklamlar yüksek tempolu yapımlarıyla, ortalama bir insanın algı hızını arttırdılarsa, bu tür diziler de, bu 40 yıl içinde, insanların problem çözme yeteneğini arttırdılar ve bu da televizyon dizilerine bile yansıdı ve tersi de.
Artık, insanları aptal yerine koymuyorlar. Daha ironik bir şey oluyor: Uzmanları ve deneyimli izleyiciyi bile yanıltıyorlar ama arada geçen zaman içinde yerleşen disiplinlerarası-çokdisiplinli bilim kültürüne ait insanları yanıltamıyorlar.
Şöyle örnekleleyeyim: Gerçek bir olay anlatayım:
Ben profesyonel hastayım. Mezun olduğum okulun mezunlarının, benim mezun olduğum dönemde, çoğunluk tıbbı seçtiği için, neredeyse tamamı doktordur.
Bunlardan plastik cerrah olan biri, diyelim 5 yıl önce birlikte içerken, o gün 25 yıllık meslek yaşamında ilk hastasını gömdüğünü anlattı. Nasıl olduğunu anlatırken, çok değil, 5. cümlede hatasının ne olduğunu söylemiştim.
Gerçek yaşam ve sanat. Yaşam ve ölüm. Sanat ve ölüm.
Dr. House’un dediğince: Doktorlar adam öldürürler ve bunu örtbas etmek isterler.
Deontolojik problematik şu: Adam öldürmek suç değil, adam öldürmeyi rasyonalize etmek suç. Örneğin sıradan bir insan olarak ben, insan öldürebilirim ama bunu rasyonalize etmem.
Problem çözen diziler, yalnızca yeni ve farklı konular bulmak uğruna, yeni problemler yaratıp çözüyorlar ve/ya eskilerini yeniden yorumluyorlar. Örneğin, kurmaca karakter Dr. House’un bir hastası, gerçek yaşamda gerçek bir doktor olan Dr. Sacks’in bir hastası idi ama yorum farklıydı.
Televizyonum yok. Hiç olmadı. Son 1-2 yılda izlenecek filmler bittiği için, yavaştan televizyon dizilerine geçiş yaptım. Karşıma, ‘Spartacus’ ve bunlar çıktı. Ne şans ama...
Problem çözme konusu, diğer konulardan hem daha zengin, hem daha fakirdir. Yani, isteseniz de, klasik konuları sömürdüğünüz gibi onları sömüremezsiniz. Artı veya eksi epsilonlar oluşur.
İşte bu düşünce epsilonları, benim NEK’lerim gibiler: ‘Öldürülürken öldürenin psikolojisini anlayıp, kendini öldürülmekten kendin kurtarman’ gibi bir problem çözümü, klasik akıl yürütmeler ile işlemez. Zaten, polis ve mahkeme kayıtlarında yeterince örnek mevcut. O zaman, kendileri zaten ekstrem olan örneklere, senarist olarak siz, televizyon dizisi ekstremleri katmaya çalıştığınızda, akıl yürütme yolu parçalanır. Parçalanan akıl yürütme yolunda, sorulmuş sorulara verilmedik yanıtlar ve bazı sorulmamış sorular üretebilirsiniz.
Verim düşük olur. Zaten insan tarihi öyle: Milyonda 1 insanın biyografisinin binde 1’i.
Zaten bu dizilerde de, 10 bölümde 3-5 parça 3-5 dakikaşarlık parçalar yaratmış. Ancak bunlar yeni ve farklı.
‘Lie to Me’nin 2. sezonunun 1. bölümündeki verici annelik konusunda, doktorun kızının öldürülen vericinin kızıyla ilişkisi sürpriz idi. Ancak aynı kız, babası ona kendi yaptığı işlerin, cinayete kadar giden ardışık sonuçları olabileceğini gösterdiğinde de, aynı kişilik idi. Birinde aktif, birinde pasif; birinde zeki, birinde aptal.
Yani, eğer bir insan başkasının bir sorununu çözmüş daha önceden ise, aynı konu karşısına çıktığında, tıpkı bağışıklık edinmiş gibi, akılca hastalanmaz ve yerine çözüm / sağaltım üretir. Ancak, bunu biricik bir yoldan yapar. O biricik yol, yinelenemez olsa da, bir yoldur.
Böylelikle, herkes kendi yolunu arar.
Dipnot: Her 2 dizinin yönetmenleri ve senaristleri, toplamda 50 kişiyi geçen kalabalıklıkta ve arakesit 0. Bu, popüler kültürün toplu bilisizlikteki ‘kitsch-banalite’sinin açıkseçik bir ‘kültür okuyan’ ve gelecekbilimci gösterge olduğunu imler. Diğer bir deyişle, en az 1.000, olağanda 10.000 kişinin eylediği sanat ürünlerinin, 10 milyarlık bir dünyanın kültürünü imlemesinden / haritalamasından söz ediyoruz, demektir. Aynı zamanda, istatiksel ve büyük sayılar kuramı açısından doğru yoldayız, demektir. Aynı zamanda, Benjamin ve Frankfurt Okulu’nun tüm vektörlerini, 2011-Dünya itibarıyla değilliyoruz / geçersizleştiriyoruz, demektir. Artı, ‘Dünya Sistemi’ ve ‘neo-globaleşme+neo-liberalizm’in 30 yıllık praksisini tümden geçersiz kıldık demektir, çünkü bu onların silahı ve onları – onların altkültürünü öldürdü: Düşmanı yendik, kendi silahlaryla...
Ateistçe: Hallelulyah ve Amin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder