Perşembe, Şubat 09, 2012

1854-1954 ve 1983-2083

Osmanlı Devleti, ilk kez Kırım Savaşı nedeniyle, 1854’te borçlanmış ve 1914’e dek alınan borçların son ödeme tarihi 1954 olmuştur. Bu tarih, öne alınmış bir tarihtir, yani TC alacaklılara çağrı yapıp indirimle ödeme yapmıştır, yoksa 2012’de bile hala ödeme yapıyor olabilirdik. Örneğin Almanya, 1. Dünya Savaşı borçlarını son birkaç yıl içinde ancak bitirdi.

1980’lerde gelen neo-liberalizm ve neo-globalizm dalgası, 10’ar yıllık 3 dalgada (Özal, Çiller, Erdoğan) Türkiye’yi görünen 700 milyar, toplamda asıl 1 trilyon dolar borçlu duruma getirmiştir.

Bu borçlar sonucunda, çok çok büyüdüğü söylenen Türkiye ekonomisinde, 2010 yılında bir kişinin aylık ortalama harcaması 500 TL (yıllık 6.000 TL, 3.000 dolardan az fazla) olabilmiştr. Geri kalanı % 1’e gitmiştir.


Bu panoramada, Türkiye’nin tüm borçlarını ödemesinin 2083 yılını bulabileceği açıkça gözükmektedir. 2012 Norveç’i torunlarına 1 trilyon dolar fon-yatırım, 2012 Türkiye’si torunlarına adam başı 15.000 (ceman 1 trilyon) dolar borç bırakmaktadır. (Bu arada Norveç fonu, Türkiye’den 100.000 emekli Norveçli için yer satın almaktadır.)

Bu süreç içinde, Türkiye’nin tarımı çökmüş; bankalarının, büyük şirketlerinin ve borsasının yaklaşık yarısı, yabancıların eline geçmiştir. 1. TC Düyun-u Umumiye’yi tasfiye edebildi ama henüz kurulamamış olan 2. TC’nin buna imkanı yok.

Bu ‘su akar, Türk bakar’ durumunun sonunda elimizde ne kaldı?

100 milyon cep telefonu. 30 milyon bilgisayar. Hepsi de 2 kuşak geriden gelen teknolojide. Evet, 5-6 milyon ithal arabamız var ama yakında onları sürecek benzine ödeyecek paramız da olmayacak.

20 yılda 3 askeri darbe oldu, ülkenin kökünü kurutamadı. 20 yılda 3 liberalizm oldu ve değil ülkeyi, 1 milyarlık tüm bölgeyi, Kafkaslar’ı, Balkanlar’ı, Ortadoğu’yu bitirdi, bir çöle dönüştürdü. Bizim ‘yerli eşeklerin havucu’, sınıf atlama zenginkondululuğuydu. Evet, gerçekten 1 milyon kişi sınıf atladı ama 19 milyon kişi köydekinden daha kötü koşullara kentte sürüklendi.

Tarih tekerrürden ibarettir, denir. Öyle olabilmesinin tek nedeni, kimsenin tarihten ders almaya yanaşmamasıdır.

Biz böyleyiz de, o çok uygar ve zengin G-7 vatandaşları nasıl acaba? Ayda 1 kitap okumayan, % 25’i eksik okuryazar, haritada Çin’in yerini gösteremeyen % 10 oranlı üniversite öğrencili durumdalar.

Asıl önemlisi onlar, ne 1929’dan, ne de 1968’den ders almadılar. Evet, marksist olmasak bile, kapitalizmin kendi kendine bunalım / kriz yarattığını biliyoruz ki zaten tarihteki tüm büyük devletler kendilerini kendi elleriyle tarihe gömmüşlerdir, Osmanlı dahil.

Wikipedia’nın ‘1929 Depression’ maddesini okuyun, tabii İngilizce’niz varsa. Orada, çok akil adam ekonomistlerin 80 yıl sonra bile, hala krizin temel nedenini göremediklerini görüyoruz. Ekonomi şişmişti: Birçok mal gereğinden (tüketiminden fazla) üretiliyordu ve bu boşa dökülen su demekti. Su çölde ergeç biter, buharlaşır çünkü.

Hem neo-globalistlerin, hem de ‘dünya sistemi’cilerin sandığının tersine, tarihsel sermaye kümülasyonu sürekli değildir. Tek baki kalan şey altındır (ve diğer değerli metaller), geri kalanı yıkılır gider. (Tabii bir de bilim ve sanat eserleri ve onların tasarımları geriye kalır.) Ne kadar sürpriz: 1929 Krizi ertesinde altın standardı terkedilmiş ama 80 yıl sonra bile altın hala temel tasarruf kaynaklarından biri durumunda.

Tarihin ve ekonominin küçük ve büyük dönemsellikleri var. Şu sıralar, büyük iniş dönemselliklerinden birine girdik, 1929 da öyleydi. O zaman üretim fazlası vardı; şimdi aşırı borç, aşırı kayıtdışı para, aşırı serbest para (evet, aşırı serbest para kapitalizmi öldürür ve kapitalizm asla ve kata paranın serbest dolaşımı değildir), aşırı masraflı uluslararası ticaret var. Çökecek olan sonuncusu.

Bunun ekonomideki adı, ‘fırsat maliyeti’dir. Şu andaki tüketim modu, reel-orta (KOBİ’sel) ekonomide yılda 5-10 kere tur atacak ve ekonomiyi besleyecek parayı, sanal sektörde günde 5-10 tur attırarak, ekonomiyi sanallaştırmakta oynuyor. Oyunun deliliğine herkes kaptırmış durumda ve arabanın freni yok.

2029 dedik ama bu gidişle 2019 bile, hepimize kafayı duvara vurduracağa benzer.

2068 mi?

Onu anlamaya 1848’den, Marx’ı (kendiniz bir) bireyci olarak ‘anark’layarak başlayın.

Evet, gerçeğin çölüne hoşgeldiniz. Hangi hapı alırdınız?

Hiç yorum yok: