Roman ve öykünün bilgi kaynağı olması bir amaç değil, bir araçtır.
Roman ve öykü ağırlıklı kurmaca edebiyat alanını, yerzamanının bilgi kaynağı olarak ele alıyoruz. Bu konuya ey uygun örnek, 1900-1940 İstanbul yaşantısını çok güzel anlatan Hüseyin Rahmi Gürpınar romanlarıdır.
G-7 ülkelerinde polisiye ve bilimkurgu gibi, zamanında altyazın sayılan alanlar bile, epistemolojik kaynak olabilmişken, bizde bu dallar hiç gelişmemiştir.
Aynı zamanda, 1960’larda büyükkenttleşme başlamışken, burjuva romanı hala yazılamamıştır.
Köy ağalı köy romanları yazan Fakir Baykurt’un köyünde ağa olmaması ve gecekondu yaşamını dilegetiren Latife Tekin bir küçük burjuva yaşantısı sürmüş olması gibi, romanlarımız ve romancılarımız, ancak negasyonla kullanılacabilecek bilgi kaynakları olagelmiştir.
1980’lerde başlayan liberalleşmenin yarattığı post-modernizm Türkiye’de ancak 1990’larda egemen olabilmiştir. Oyza o zamanlar, Dünya’da Soğuk Savaş sona erdiği için, post-modernizm de sona ermişti.
Türkiye’de internetsiz dünya görmeyen 1-3 kuşak yaşamış olmasına karşın, hala siberuzay romanları da yazılamamıştır.
Aynı zamanda bilgisayar oyunu ve çizgiroman gibi, banal ve popüler kültür alanları da, Türkiye’de yaratı açısından boştur. Bu arada, Dünya’da tek örnek olarak kaldığımız kanısını veren bir biçimde, 1960’lardan 2000’lere ağırlıklı olarak İtalyan spagetti vestern çizgiromanları çokça okunurken, genç kuşak tümüyle ABD çizgiromanlarına yönelmiştir. Japon mangaları ve animeleri ise Türk okura ve seyirciye fazla bilimkurgu gelmiştir. (Abdülcanbaz’ın çok metinli / yazılı olduğundan yakınan bir çizgiroman okuruyla tanışmıştım.)
Dünya’da yazı kültürü yeterince yaygınlaşamadı ama Türkiye’de bilgisayar dönemi, okuryazarlığı iyece geriletti. Böylelikle, en ciddi blog yazarlarının bile Türkçe’si ilkokul 1 düzeyinde seyrediyor.
Eilf Şafak ve Orhan Pamuk gibi, ünlülük açısından en yeni kuşak yazarların realizmle hiçbir ilgilerinin olmaması gerçeği geçerli. Pamuk, kuramsal olarak da gerçekçiliği reddediyor. Şafak ise, romanı bir meta olarak gördüğünü açımlayan, paralı konferanslar veriyor ve bunlar internette de mevcut.
Bu durumda, Türk yazınının epistemolojisi, tam da Soğuk Savaş dezenformasyon tipine denk geliyor.
Bu arada, en ciddi gazetelerin bile internet sayfalarının onpuntolarında, fal, büyü, burç gibi sahtebilim konuları yer alıyor.
Bunun diyalektiği, cehaletin bilgiyi ezmesi, örneğin yaşadığımız dışa beyin göçü olur.
Peki, ya poliyalektiği ne olur?
Öncelikle, 10 milyarda birlik dahilerin Türkiye’den çıkma olasılığı artar.
Kitlenin epistemolojik sorumsuzluğu sözkonusu olamaz.
İktidar seçkinleri bilgisizlik nedeniyle kendilerini batırır, TÜSİAD battı zaten.
Medya bilgisel kaynak olarak önemini yitirir, yitirdi zaten.
Ordu savaşmayı bilmez, bilmediğini itiraf etti zaten.
Yeni sınıflar doğar. Cumhuriyet bürokratları ve teknokratları vardı. 2. Cumhuriyet infokratları ve kognikratları henüz yok, Dünya’da da yok zaten.
Yazılan romanlar okunmaz olur, okunmuyor zaten.
Olmadık romanlar çoksatar olur. ‘Şu Çılgın Türkler’ 1 milyon sattı. 800 sayfalık romanı satın alan hiç kimsenin sonuna kadar okumadığını doğrudan biliyorum.
Yeni durum bu: Kitap üretimi ve satışı artıyor ama okunması düşüyor.
Bir sorun daha var:
1960’larda herkese okutulan dünya klasikleri artık klasik değil. Türkiye için, erken Cumhuriyet dönemi yazarları klasik oldu. Dünya için, 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başı bilimkurguları klasik oldu.
Roman veya başka edebiyat türleri, tarihte buna benzer boşluk dönemlerini çok yaşadı. Örneğin tiyatro, 1980’lerde ve 1990’larda aynı inişi yaşadı. Sonra televizyon dizileri tiyatroyu yeniden canlandırdı. Dolayısıyla roman yeniden canlanabilir de, canlanmayabilir de.
Bukowski tarzı romanlar da yazıldı ama hepsi uyduruk. BÜ mezunu 3 ünlü yönetmeni 2’sinin lik filmi, marjinal yatağı Rumelihisarı’nda geçiyor. Rumelihisarı bant karikatür dizilerine de, roman ve öykülere de konu oldu. Ancak onlar da uyduruk. Çünkü 15 yıl orada yaşadım, bizzat biliyorum.
Romanda epistemolojik olarak en yakınsanan konu, kadın sorunları. Çok yazıldı, hata yapldı ama sonuçta bir panorama oluştu.
Marjinaller ne yazık ki yeterince yazılmadı. Eroinden ölen Kanat Güner bile. konuyu yeterince uygun yazamamıştı ve dilegetirememişti.
Sonuç?:
Epistemolojik bir vakum. Diğer tüm sanat, bilim ve düşün alanlarında olduğu gibi. Bu da bir şeydir. Hiç bile, bir işe yarar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder