Salı, Mart 06, 2012

Işık Barış Fidaner – Reha Ülkü Yazılı Düeti

Önbilgi: 1 sanal diyalogcunun metnine, 1 sanal diyalogcunun yanıtı, yani 2 kişi yüzyüze hiç karşılaşmadı. Arada baba-oğul gibi bir kuşak farkı var. Görüş ayrılıklarının ana fay hattı, tarihi olurken yorumlamakla, olduktan az sonra yorumlamak arasındaki fark bence.

merhaba,

bildiğiniz gibi "müşteri hizmetleri" denilen bir modern psikolojik savaş metodolojisi var.

Bu müşteri hizmetleri, dışarıda nasıl bilemem. Bizde berbat. Sorun çıkan kredi kartımın iptalini bana 5. sorunda söyleyip, bir de beni yalancı yerine koymuşlardı. O zamanlarki bir nolu bilgisayar ÇÜŞ’ü NCR’de 1984’te İstanbul’da çalışmıştım, durumları berbattı, yani gavurlar da aynı durumda.

bazı şirketler, performans, verimlilik, karlılık gibi iyi niyetler sonucu kendilerini tekelci konumlarda buluveriyorlar.

Bildiğim gibi, ABD gibi tekel karşıtı yasaları olan ülkelere karşın, dünyada tekelciliği engelleyen geçerli süreç yok. Ancak bunun nedeni kar eğilimi değil, çünkü tekel nedeniyle zarara da girebiliyorlar, sömürgelerinden zarar edebilen koloniyalizm gibi. Yani bir şirketin miyadı, tekelcilik aşamasına gelemeden bitmiş olabiliyor ama tekellik sorun yaratmış gibi oluyor. Bu konuda Amazon ve Ebay için haklı çıktım. Google, Facebook ve Twitter için de haklı çıkacağıma eminim.

bu konumları sonucunda müşterilerin soru ve eleştiri yağmuru ile karşılaşıyorlar:

Benim gibi gıcık müşteriler hariç, müşterinin haklıyken genellikle sesini çıkarmayıp, haksızken çokça yakındığını gözlüyorum. Bunda, hem yasaları bilmeme, hem kendini bilmeme, hem de ‘körlerle sağırlar birbirini ağırlar’ durumu egemen.

"bulutlar neden mavi değil", "neden kapitalizmde yaşıyoruz", "bize neden hep yalan söylüyorsunuz" gibi cevap veremedikleri bu sorular, boş bırakılırsa onların sonunu hazırlayan şöyle bir gelişim-olgunlaşma çizgisi izliyor: huzursuzluk -> soru -> eleştiri -> tartışma -> düşünce -> karar -> eylem (-> başarısızlık -> beş kare geriye) -> zafer.

Sosyal psikoloji okutulmuşluğum (tahsilim) var ama bu diziyi hiç duymadım. (Olabilir, çünkü ‘Maslow gereksinimler hiyerarşisi’ni 3 ayrı biçimde okutuldum.) ‘Eleştiri - - - eylem’ dizisindeki 5’lik grubun hiç böyle işlemediğini gördüm, en azından sivil toplum kuruluşlarında. Daha çok ‘hadi şunu protesto edelim’ havası var. ‘Protesto = deşarj = meyhane/ eğlence / kutlama’, gibi gidiyor.

hatta bu gelişimden o kadar çekiniyorlar ki, tartışmaları olabildiğince erkenden soğurup yok etmek için sürekli istihdam ettikleri dev bir kadın sesleri ordusuna, sosyal bilim mezunlarına yazdırdıkları ninnileri okutuyorlar.

Bununla, halkla ilişkilerciler kastediliyorsa, onlar hepten evlere şenlik. Bu konuda bu sıralar TÜSİAD, tel tel dökülen inciler döktürüyor. Neyi eleştirip, neye karşı davranacaklarını şaşırdılar, ezberleri bozuldu. Bir de hükümetin onları dinlememesini de hiç mi hiç anlamıyorlar. Doğan’ın 4 kızlık korosu, tam da senin dediğine uyuyor.

korsan parti de konumu gereği iletişim girişimleriyle karşılaşacaktır. bu iletişim karşısındaki tutum her normal kapitalist kurumun yaptığı gibi bunları soğurup yok etmek ve görüntüyü kurtarmak mı olacak (yani bu mayaları mesela forum gibi bir göle çalıp izole etmek), yoksa bütün tartışmaları bir kanalda, mesela ortak bir yayın organında (twitter, wordpress, site, ?) birleştirip birlikte olgunlaştırmalarını sağlamak mı olacak?

Burası en önemli konu ve daha önceki 3-5 eklemli eklektik dizini dışında yer alıyor. Son 3 ayda gözlemim şu: Buradakiler, ‘küçük olsun, bizim olsun’ gidişindeler, sütten ağzı yanıp yoğurdu üfleyerek yiyen 1968’li dedeleri gibi. Kendi aralarında hızlı Skype-sms iletişimi takılıyorlar, log’a da en az biri karşı durumda. Ancak uzun vadede hiçbir eğilimleri yok, çünkü fikirleri yok. 1980 sonrası kuşakların böyle bir eğilim var ne yazık ki ama değişmeye başladı bu durum.

nasıl ki insanın esas kişiliği iletişim girişimleri karşısında ne yaptığı ile ortaya çıkar, partinin de bütün kıymeti bence buna bağlı.

İnsanın esas kişiliğinin bilgi ve düşünme girişimleri karşısında ortaya çıktığı kanısındayım. Bilgi çağında bilmeyebilme lüksü yok. Türkler ise, internette bile bilmemeyi meziyet olarak yaşıyorlar. ‘Bilgi = ileşitim’ demek değildir. İletişim birarada yaşamaya girer, bilgi tek başına yaşamaya girer.

yani özetle:

parti = takipçileri

parti takipçisi = yayın organı takipçisi

parti = yayın organı

1970’ler parti / oluşum / klik / fraksiyon basınını doğrudan izlemiş biri olarak, bunun işlemediği kanısındayım. Eski usül hücre çalışması, ‘7 ve daha az sayıda kişiden işleyen gruplarda zekanın işlerliği’ hakkındaki sosyal-psikoloji gözleminden yola çıkarak, önerilebilir durumda. Bilgi gerillalığı sözkonusu. Şiddeti genelde sevmeme karşın, burada sözünü ettiğim bilginin şiddeti değil, bilginin hızı. Öğrenme hızımızın bilgi üretilme hızını geçmesi gerek.

*

Genel panorama olarak ne anladığıma gelince:

Buradaki çoğunluğun kayıt tutma eğilimi yok.

Kamuoyuna sunulabilir olacak duruma gelmeleri imkansız gibi.

Yeni moda bu oyunu daha çok yeni bir teknolojik oyuncak düzeyinde algılıyorlar.

Türkiye’de bu konuda partileşmek imkansız. Dünya’da da çanaklarına nasıl olsa ot tıkanacak ama çoğu ondan önce asimile olacaklar / uyruklaştırılacaklar.

Peki, bir gelecek görmediğim böyle bir projede bir gelecekbilimci olarak ne işim var?

Geçmişbilim kaydı tutuyorum, gözlüyorum. Nasıl olsa, birlikte çalışılabilir 2013’lülerle ve 2018’lilerle karşılaşacağım, bunun için egzersiz yapmam gerekli.

Son olarak bu metni yazdırdığın için sana teşekkür ederim.

Hiç yorum yok: