Elimizde 2 metin odağı var:
Bir: Sinemabloglari.com’daki sinema
metinleri.
İki: Radikal Blog ve Milliyet Blog
gibi, yeni moda olan, gazetelerin blog köşesi açması atağının sonucu gelmiş
olan sinema metinleri.
Sinemabloglari neredeyse sanal SİYAD olmaya niyetli bir kurum. Derlenmiş
sitelerin en güzel yanı, çok sapa filmlerin buralarda karşımıza çıkabilmesi.
Bir de dürüst ve açıkseçik yazmanın getirdiği bir farklılıklar sergilemesi.
Herkesin aşırı standartlaştığı bir 3. dalga neo-liberalizm batağındayken, bu iç
serinleteci bir durum. Gençlerin farklılığı da oldukça ortalama (1-3 standart
sapma içinde tanımlı) ama olsun, hiç olmamasından yeğdir.
Blogcular ise, sinema yazımını da tümüyle moda / ‘trend in’ çizgisinde izliyor.
Özellikle MB’un 6 yılı aşkın bir süredir, limit olarak açıkça sergilediği
üzere, internet insanları daha zeki ve bilgi kılamadı henüz ve ne yazık ki
gençleri de. 1968 kuşağının dünyadan aymazlığı, torunlarına bile sirayet etmiş
gibi görünmekte.
Her 2 grubun da ortak özelliği, İstanbul Film Festivali bilmem kaçıncı
kuşağı, global sinema hakkında bedavaya bilgi sahibi yapmışken, sinema
tarihinin klasikleri hakkında inanılmaz az sayıda metnin yayınlaması. Eğer, o
filmleri değersiz buluyorlarsa, o filmler onların eleştirilerini çok daha
değersiz bulacaktır eminim. Burada yine bir aymazlık, ‘bana ne, bana ne,
ilgilenmiyorum’ tavrı sözkonusu gibi.
Gelelim eleştirinin özüne:
Türkiye yarı-aydınları, eleştiriyi küfür olarak algılama geleneğinin 90.
yılını idrak etmek üzereler neredeyse. Yapıcı eleştiri gibi, kokmaz bulaşmaz,
başsız poposuz anlayışlar icat etmeye debeleniyorlar.
Oysa:
Eleştiri yıkar.
2000’lerin dünyasının kültürünün tümü yıkılmaktan öte, 3-5 kez sıfırlanıp
‘reset’ edilmesi gereken bir faşizmde ve engizisyonda. Yani, uzlaşma veya idare
etme olanağı hiç yok.
Ayrıca, devletlerin çözülmesinin getirdiği bir ayaktakımı kökenli anarşizm
de egemen ve/ya genelgeçer moda durumunda şimdilerde.
Tüm bunlara karşın, ‘sevelim sevilelim’ ve ‘birbirimizi kırmayalım,
lütfeeğn’ tarzı ergen çıkışları hala ağırlık taşıyor.
Artı:
Eleştiri sinemayı yeniden (kimi
aşırı) yorumlar ve inşa eder.
Bir moment daha mevcut:
2010’ların dünyasında sinema öyle vektörler kazandı ki onların tamamını
disiplinlerarası ve çokdisiplinli eleştirmenler olmadan anlamak imkansız duruma
geldi. (Disiplinlerarası ve çokdisiplinli olmanın avangardlığı şimdiliki
eleştirmenlerin üzerinde, sanatçıların pek değil nedense).
Türkiye’de bunlar gözden kaçıyor. İngilizce yazan dünyada da öyleye
benzemekte.
Dolayısıyla ağır bir tarih, kültür, sanat, sinema bilinçsizliği, egemen tüm
eleştirilerde. Suda yaşayıp suda yaşadığını bilmeyen balıklar gibiler insanlar.
Bu metin, bu durumu değiştirmeyi ummuyor, yalnızca imlemeyi umuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder