Pazartesi, Haziran 25, 2012

Kampüs Üzerine




1977-1987 arasında Boğaziçi Üniversitesi Rumelihisarı Kampüsü’nde okudum.

Kampüste gerçekten herşey vardı: Sinema, kütüphane, diskotek (müzik kütüphanesi anlamında), yemekhane, yatakhane, kantin, öğrenci klüpleri, spor salonu, vd.

Özellikle kışın haftalarca, kimi birkaç ay dışarıya çıkmadan, tüm gereksinimlerinimizi karşılayabilirdik.

Birey olmayı ve öğrenmeyi orada öğrendim. Bilim, sanat, felsefe tapınağı gibiydi.

Tarihe bakınca, akademi ve likeum gibi, geleneksel kampüs anlayışının taa binlerce yıl öncesinde bile var olduğunu görüyoruz.

Bugünkü üniversitelerin başladığı Orta Çağ Avrupası’nda da bu anlayış hakimdi. Zaten üniversite, evrensel mekan anlamına geliyor, bilginin evrensel mekanı.

(1974-1977 arasında da, yine BÜ gibi ABD tarafından kurulmuş olan Ankara Fen Lisesi’nde okudum. Orası da dağ başındaydı ve kampüs sayılabilecek bir düzene sahipti.)

Ancak zamanla İstanbul’un melokomik kentleşmesi sayesinde, hey yer kent içi oldu.

Bugün; Şile’deki Işık üniversitesi veya taa İzmit sınırındaki Sabancı Üniversitesi gibi kampüsümsü özentiler, kurumsal olamadı, olamıyor; çünkü bir gelenekleri yok, kampüslerinin bir kişiliği yok. BÜ’de her bina 100 yaşından büyüktü ve inanılmaz biçimde 00 yıllık muslukları bile bozulmazdı. Ne zaman ki modern teçhizat geldi, onlar da bozulmaya başladı.

Sorun, bir kurumu kurarken, onlarca yıl boyunca her açıdan kendine yetecek gibi kurmakta, gecekondu mantığını üniversiteye uygulayamazsınız, uygulayınca böyle altında kalırsınız, orman katledip rezil rüsva olursunuz (BÜ’nün ağaçları sürekli artmakta ve 100 yaşında ağaçları var). Yani siz, 100.000 kitaplık bir kütüphaneyi zorunlu bir gereksinim saymıyorsanız, tüm özel üniversitelerin kütüphaneleri gibi başı yok, sonu yok, konu bütünlüksüz kitap kalabalığınız olur.

Örneğin, zamanında BÜ kütüphanesine bir girerdim, diyeyim Türk Edebiyatı bölümüne. Rafsal (ve alfabetik) sırayla giderdim. Başkalarının ödünç aldıklarını pas geçer, bir tur bitince bir daha başlardım. Böyle böyle, 10 yılda 100.000 kitabın içinde işe yarar kitabın içindeki, benim işime yarar 2.000 küsur kitabı okudum (okur kartotekslerimi hala saklarım). O bilgileri 35 yıldır hala tepe tepe kullanıyorum.

Bu metni neden yazdım?

Tahmin edilebilir:

Yaşlandım ve o günleri özlüyorum. Faşizme ve engizisyona gırtlağına kadar batmış bir ülkede, tıpkı Orta Çağ üniversitelerindeki gibi, kapıları cahil ve aptal dışarıya kapatılmış bir kampüste, ölene dek okumak ve yazmak istiyorum. Günde 2 ekmek yeter. Onun da karşılığını emeğimle öderim nasıl olsa.

Yazık bir çağ daha çöküyor ve ben altında kalıyorum: Benjamin gibi, Fassbinder gibi...

Dipnot: Ölünce beni sözünü ettiğim kampüsteki Nafi Baba Türbesi’ne gömseler ne güzel olurdu. Aşiyan Mezarlığı bana hep ters gelir nedense.

Hiç yorum yok: