1977-1987 arasında Boğaziçi Üniversitesi Rumelihisarı Kampüsü’nde okudum.
Kampüste gerçekten herşey vardı: Sinema, kütüphane, diskotek (müzik
kütüphanesi anlamında), yemekhane, yatakhane, kantin, öğrenci klüpleri, spor
salonu, vd.
Özellikle kışın haftalarca, kimi birkaç ay dışarıya çıkmadan, tüm
gereksinimlerinimizi karşılayabilirdik.
Birey olmayı ve öğrenmeyi orada öğrendim. Bilim, sanat, felsefe tapınağı
gibiydi.
Tarihe bakınca, akademi ve likeum gibi, geleneksel kampüs anlayışının taa
binlerce yıl öncesinde bile var olduğunu görüyoruz.
Bugünkü üniversitelerin başladığı Orta Çağ Avrupası’nda da bu anlayış
hakimdi. Zaten üniversite, evrensel mekan anlamına geliyor, bilginin evrensel
mekanı.
(1974-1977 arasında da, yine BÜ gibi ABD tarafından kurulmuş olan Ankara
Fen Lisesi’nde okudum. Orası da dağ başındaydı ve kampüs sayılabilecek bir
düzene sahipti.)
Ancak zamanla İstanbul’un melokomik kentleşmesi sayesinde, hey yer kent içi
oldu.
Bugün; Şile’deki Işık üniversitesi veya taa İzmit sınırındaki Sabancı
Üniversitesi gibi kampüsümsü özentiler, kurumsal olamadı, olamıyor; çünkü bir
gelenekleri yok, kampüslerinin bir kişiliği yok. BÜ’de her bina 100 yaşından
büyüktü ve inanılmaz biçimde 00 yıllık muslukları bile bozulmazdı. Ne zaman ki
modern teçhizat geldi, onlar da bozulmaya başladı.
Sorun, bir kurumu kurarken, onlarca yıl boyunca her açıdan kendine yetecek gibi kurmakta, gecekondu mantığını
üniversiteye uygulayamazsınız, uygulayınca böyle altında kalırsınız, orman
katledip rezil rüsva olursunuz (BÜ’nün ağaçları sürekli artmakta ve 100 yaşında
ağaçları var). Yani siz, 100.000 kitaplık bir kütüphaneyi zorunlu bir
gereksinim saymıyorsanız, tüm özel üniversitelerin kütüphaneleri gibi başı yok,
sonu yok, konu bütünlüksüz kitap kalabalığınız olur.
Örneğin, zamanında BÜ kütüphanesine bir girerdim, diyeyim Türk Edebiyatı
bölümüne. Rafsal (ve alfabetik) sırayla giderdim. Başkalarının ödünç
aldıklarını pas geçer, bir tur bitince bir daha başlardım. Böyle böyle, 10
yılda 100.000 kitabın içinde işe yarar kitabın içindeki, benim işime yarar
2.000 küsur kitabı okudum (okur kartotekslerimi hala saklarım). O bilgileri 35
yıldır hala tepe tepe kullanıyorum.
Bu metni neden yazdım?
Tahmin edilebilir:
Yaşlandım ve o günleri özlüyorum. Faşizme ve engizisyona gırtlağına kadar
batmış bir ülkede, tıpkı Orta Çağ üniversitelerindeki gibi, kapıları cahil ve
aptal dışarıya kapatılmış bir kampüste, ölene dek okumak ve yazmak istiyorum.
Günde 2 ekmek yeter. Onun da karşılığını emeğimle öderim nasıl olsa.
Yazık bir çağ daha çöküyor ve ben altında kalıyorum: Benjamin gibi,
Fassbinder gibi...
Dipnot: Ölünce beni sözünü ettiğim kampüsteki Nafi Baba Türbesi’ne gömseler
ne güzel olurdu. Aşiyan Mezarlığı bana hep ters gelir nedense.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder