Muhafazakarlığın temel 10 ilkesi şöyle kabul edilmiş:
1.
Muhafazakârlar, süreklilik arz eden bir ahlakî düzenin
varlığına inanmaktadır.
2.
Muhafazakârlar, geleneklere, teâmüllere (âdetlere) ve devamlılığa
inanırlar.
3.
Muhafazakârlar, itiyat (alışkanlıkları devam ettirme)
prensibi olarak adlandırabileceğimiz bir prensibe inanırlar.
4.
Muhafazakârlara, ihtiyat prensibi rehberlik eder.
5.
Muhafazakârlar, çeşitlilik prensibine dikkat ederler.
6.
Muhafazakârlar, mükemmel olunamazlık prensibine inanmaları
sebebiyle çok sert eleştiriler almışlardır.
7.
Muhafazakârların, özgürlük ve mülkiyetin birbiriyle yakinen
ilişkili olduğuna inanmalarıdır.
8.
Muhafazakârların, gönüllülüğe dayanmayan kolektivizme
karşı olmaları sebebiyle, gönüllü bir toplumu desteklemeleridir.
9.
Muhafazakârlar, iktidarın ve insanın ihtiraslarının ihtiyatlı
bir şekilde sınırlandırılması gerektiğine inanırlar.
10. Düşünen bir muhafazakâr
görmüştür ki güçlü bir toplumda süreklilik ve değişim üzerinde uzlaşma
sağlanmalı, her ikisi de kabul görmelidir.
(Russell Kirk)
Eğer, devrimcilerin bunlara karşı yorumu ne diye düşünülse, şöyle sonuçlar
çıkabilir:
1.
Devrim bir gereksinimdir ve gelenekselin sürekliliğini
kesmektir. Geleneksellik toplumun yaşam damarlarını kurutur, onu çürütür,
dekadansa sürükler.
2.
Bu da bir öncekinin devamı bir sav.
3.
Bu da bir öncekinin devamı bir sav.
4.
Muhafazakarların tamamına yakının fetihçi, emperyalist,
vd olduğu düşünülürse ve bunun da o muhafazakar yönetimlerin devletlerinin
sonunu genelde getirdiği düşünülürse, geçerli bir sav olarak bunu kabul etmemiz
zor kalır. Devrimcilerin temel özelliklerinden birinin ihtiyat olmayacağı kesin
ama devrimciler arasında iktidar mücadelesi başlayınca, Fransa ve Rus
Devrimi’nde gözlendiği üzere, bazı devrimcilerin ihtiyatlı, bazılarının ise
tutum ve davranışları onları ölüme götürecek denli ihtiyatsız olduğunu
görüyoruz.
5.
Muhafazakarların tamamına yakınının normal standartçılığını,
normal faşizmine dek ilerlettikleri düşünülürse, bunun da geçerli bir sav
olduğunu kabul etmemiz zor kalır. Devrimcilikle çeşitlilik ilkesi arasında,
gözlemsel ve/ya kuramsal istatiksel bir ilinti olması gerekmez. Pratikte onlar
da standartçı davranmıştır (en azından 1917 Rusya’da ve 1949 Çin’de), epeyi
avangard sanatçıyı tele etmişlerdir.
6.
Bu ilke her 2 tarafça da kabul edilmesi gerektiği halde,
nedense her ikisi de mutlakiyetçi olduğu için olsa gerek, mükemmel olmamayı
kendilerine pek yediremezler gibi.
7.
Mülkiyet nadiren hırsızlık olmayabilecekse de, mülkiyetin
insanı köleleştirdiği, insanların mal mülk karşısında ölüme giderken bile
tutkulu kalabilmelerinden, muhazakarların buna pek uyduğu söylenemez gibi: Son
10 yılda AKP’lilerin para ve kadınla sınavını ve çakışlarını bizzat gördük.
8.
Kolektivizm gönüllü de olabilir, zorla da olabilir. Bunun
her 2 çeşidini de, her 2 tarafın da yapmış olduğu düşünülürse, elimizde 4
kombinasyon var demektir.
9.
İktidar ve diğer insan hırslarına sınır koymayı, ne bu 2
ideoloji, ne de diğerleri henüz beceremedi.
10. Değişimin ve sürekliliğin
biraradalığını da, her 2 taraf da henüz eyleyemedi. Bunlar, birbiriyle ilkede /
temelde çelişmese de, uygulamada epeyi sorun yaşanıyor gibi.
Genel olarak bakınca:
1.
Bir ideolojinin veya siyasal paradigmanın kendinden gelen
bir öldürücülüğü ve diğerlerine yaşam tanımayıcılığı vardır. Bu, kuramsal değil,
pratik bir durumdur. Ayrıca, farklılığın sürmesine izin vermek pekala mümkündür
ve becerilmiştir de ama o ikinci farklılık gelip er veya geç birinciyi siler ki
bu da sıkça raslanan tarihsel bir gözlemdir.
2.
Ne muhazakarlığın, ne de devrimciliğin yalnızca 10
ilkeyle açıklanması zor. Haa, her türden muhafazakarlığın ve her türden devrimciliğin
ayrı ve kendi 10 ilkesi olur, o olabilir. Artı olarak, her 2 taraftan da
ideolojilerin ilkesiz / omurgasız olduğu çok vakidir.
3.
Her 2 taraf da, genelde kendilerini hümanist olarak
sergilemeye özen gösterseler de, yine tarih bu ilkenin hegemonyalarının en
başlarında çiğnendiğini de bize göstermiş durumda.
4.
Tarihe bakınca, sürekli değişim var ama bu önce
geleneksel / muhazakar uzun dönemin açmazının duvara dayanması, ardından
devrimci dalganın o duvardan çok (veya o duvak kadar) kendi varlık nedenlerini
yıkması, dolayısıyla tarihin oldukça ‘Brown devinimi’li biçimde yaşanması gerçeğini
gözlüyoruz.
5.
Her ikisinin de, ne teolojisi (varlığını mutlak
nedenlerle haklı gösterme ve zorunlu sayma), ne de teleolojisi (insanlık için
sonul amaç olma) geçerli olamaz.
6.
Muhazakarlık dengeli dönemlerde, devrimcilik kaotik
dönemlerde daha işlevsel oluyor gibi. Tarihteki kaos-kozmos dönemsellikleri
(her yerel, hem global öçekte), dünya sistemi bakış açılarıyla, biraz
kendiliğinden ve rasgele oluşuyor gibi.
7.
Muhafazakarlığı öldürücülüğü nedeniyle, kimseye hiç mi
hiç önermem.
8.
Bireysel olarak devrimciyim ama onu da öldürücülüğü
nedeniyle kimseye önermem. O nedenle, devrim yapılamıyor, devrim olunuyor.
9.
Önceki 2 önermeden çkan sonuç şu: Muhafazakarlığın
cemaatçiliği pek kimseyi şaşırtmıyor ama devrimciliğin pratikte aşırı bireyci
olması insanlara şaşırtıcı geliyor, çünkü neo-liberal-muhafazakarlar
(‘neo-con’lar) bireysel özgürlüğü tekellerine alma arzusundalar.
10. Tarih bitmedi, çünkü
başlamadı ama 1945 atom bombaları ve 1957 yapay uydusuyla, öte-tarih çoktan
başlamış durumda. Bu durumda, hem muhafazakar, hem de devrimci söylem, çoktan
(60 küsur yıldır) geçersizlenmiş olmakta ki bunu her 2 taraf da reddecektir.
Ek: Her 2 ideolojininin uygulama durumunda da, marjinaller ve ayrallar
değişimin % 99’unu gerçekleştiriyor ve her 2 tarafça da öldürülüyor ama bu öyle
olmanın amaçlaştırılması gerektirmez.
Seçim okurun.
(25-26 Haziran 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder