Salı, Haziran 26, 2012

Muhafazakar ve/ya Devrimci



Muhafazakarlığın temel 10 ilkesi şöyle kabul edilmiş:

1.        Muhafazakârlar, süreklilik arz eden bir ahlakî düzenin varlığına inanmaktadır.

2.        Muhafazakârlar, geleneklere, teâmüllere (âdetlere) ve devamlılığa inanırlar.

3.        Muhafazakârlar, itiyat (alışkanlıkları devam ettirme) prensibi olarak adlandırabileceğimiz bir prensibe inanırlar.

4.        Muhafazakârlara, ihtiyat prensibi rehberlik eder.

5.        Muhafazakârlar, çeşitlilik prensibine dikkat ederler.

6.        Muhafazakârlar, mükemmel olunamazlık prensibine inanmaları sebebiyle çok sert eleştiriler almışlardır.

7.        Muhafazakârların, özgürlük ve mülkiyetin birbiriyle yakinen ilişkili olduğuna inanmalarıdır.

8.        Muhafazakârların, gönüllülüğe dayanmayan kolektivizme karşı olmaları sebebiyle, gönüllü bir toplumu desteklemeleridir.

9.        Muhafazakârlar, iktidarın ve insanın ihtiraslarının ihtiyatlı bir şekilde sınırlandırılması gerektiğine inanırlar.

10.     Düşünen bir muhafazakâr görmüştür ki güçlü bir toplumda süreklilik ve değişim üzerinde uzlaşma sağlanmalı, her ikisi de kabul görmelidir.

(Russell Kirk)


Eğer, devrimcilerin bunlara karşı yorumu ne diye düşünülse, şöyle sonuçlar çıkabilir:

1.        Devrim bir gereksinimdir ve gelenekselin sürekliliğini kesmektir. Geleneksellik toplumun yaşam damarlarını kurutur, onu çürütür, dekadansa sürükler.

2.        Bu da bir öncekinin devamı bir sav.

3.        Bu da bir öncekinin devamı bir sav.

4.        Muhafazakarların tamamına yakının fetihçi, emperyalist, vd olduğu düşünülürse ve bunun da o muhafazakar yönetimlerin devletlerinin sonunu genelde getirdiği düşünülürse, geçerli bir sav olarak bunu kabul etmemiz zor kalır. Devrimcilerin temel özelliklerinden birinin ihtiyat olmayacağı kesin ama devrimciler arasında iktidar mücadelesi başlayınca, Fransa ve Rus Devrimi’nde gözlendiği üzere, bazı devrimcilerin ihtiyatlı, bazılarının ise tutum ve davranışları onları ölüme götürecek denli ihtiyatsız olduğunu görüyoruz.

5.        Muhafazakarların tamamına yakınının normal standartçılığını, normal faşizmine dek ilerlettikleri düşünülürse, bunun da geçerli bir sav olduğunu kabul etmemiz zor kalır. Devrimcilikle çeşitlilik ilkesi arasında, gözlemsel ve/ya kuramsal istatiksel bir ilinti olması gerekmez. Pratikte onlar da standartçı davranmıştır (en azından 1917 Rusya’da ve 1949 Çin’de), epeyi avangard sanatçıyı tele etmişlerdir.

6.        Bu ilke her 2 tarafça da kabul edilmesi gerektiği halde, nedense her ikisi de mutlakiyetçi olduğu için olsa gerek, mükemmel olmamayı kendilerine pek yediremezler gibi.

7.        Mülkiyet nadiren hırsızlık olmayabilecekse de, mülkiyetin insanı köleleştirdiği, insanların mal mülk karşısında ölüme giderken bile tutkulu kalabilmelerinden, muhazakarların buna pek uyduğu söylenemez gibi: Son 10 yılda AKP’lilerin para ve kadınla sınavını ve çakışlarını bizzat gördük.

8.        Kolektivizm gönüllü de olabilir, zorla da olabilir. Bunun her 2 çeşidini de, her 2 tarafın da yapmış olduğu düşünülürse, elimizde 4 kombinasyon var demektir.

9.        İktidar ve diğer insan hırslarına sınır koymayı, ne bu 2 ideoloji, ne de diğerleri henüz beceremedi.

10.     Değişimin ve sürekliliğin biraradalığını da, her 2 taraf da henüz eyleyemedi. Bunlar, birbiriyle ilkede / temelde çelişmese de, uygulamada epeyi sorun yaşanıyor gibi.

Genel olarak bakınca:

1.        Bir ideolojinin veya siyasal paradigmanın kendinden gelen bir öldürücülüğü ve diğerlerine yaşam tanımayıcılığı vardır. Bu, kuramsal değil, pratik bir durumdur. Ayrıca, farklılığın sürmesine izin vermek pekala mümkündür ve becerilmiştir de ama o ikinci farklılık gelip er veya geç birinciyi siler ki bu da sıkça raslanan tarihsel bir gözlemdir.

2.        Ne muhazakarlığın, ne de devrimciliğin yalnızca 10 ilkeyle açıklanması zor. Haa, her türden muhafazakarlığın ve her türden devrimciliğin ayrı ve kendi 10 ilkesi olur, o olabilir. Artı olarak, her 2 taraftan da ideolojilerin ilkesiz / omurgasız olduğu çok vakidir.

3.        Her 2 taraf da, genelde kendilerini hümanist olarak sergilemeye özen gösterseler de, yine tarih bu ilkenin hegemonyalarının en başlarında çiğnendiğini de bize göstermiş durumda.

4.        Tarihe bakınca, sürekli değişim var ama bu önce geleneksel / muhazakar uzun dönemin açmazının duvara dayanması, ardından devrimci dalganın o duvardan çok (veya o duvak kadar) kendi varlık nedenlerini yıkması, dolayısıyla tarihin oldukça ‘Brown devinimi’li biçimde yaşanması gerçeğini gözlüyoruz.

5.        Her ikisinin de, ne teolojisi (varlığını mutlak nedenlerle haklı gösterme ve zorunlu sayma), ne de teleolojisi (insanlık için sonul amaç olma) geçerli olamaz.

6.        Muhazakarlık dengeli dönemlerde, devrimcilik kaotik dönemlerde daha işlevsel oluyor gibi. Tarihteki kaos-kozmos dönemsellikleri (her yerel, hem global öçekte), dünya sistemi bakış açılarıyla, biraz kendiliğinden ve rasgele oluşuyor gibi.

7.        Muhafazakarlığı öldürücülüğü nedeniyle, kimseye hiç mi hiç önermem.

8.        Bireysel olarak devrimciyim ama onu da öldürücülüğü nedeniyle kimseye önermem. O nedenle, devrim yapılamıyor, devrim olunuyor.

9.        Önceki 2 önermeden çkan sonuç şu: Muhafazakarlığın cemaatçiliği pek kimseyi şaşırtmıyor ama devrimciliğin pratikte aşırı bireyci olması insanlara şaşırtıcı geliyor, çünkü neo-liberal-muhafazakarlar (‘neo-con’lar) bireysel özgürlüğü tekellerine alma arzusundalar.

10.     Tarih bitmedi, çünkü başlamadı ama 1945 atom bombaları ve 1957 yapay uydusuyla, öte-tarih çoktan başlamış durumda. Bu durumda, hem muhafazakar, hem de devrimci söylem, çoktan (60 küsur yıldır) geçersizlenmiş olmakta ki bunu her 2 taraf da reddecektir. Ek: Her 2 ideolojininin uygulama durumunda da, marjinaller ve ayrallar değişimin % 99’unu gerçekleştiriyor ve her 2 tarafça da öldürülüyor ama bu öyle olmanın amaçlaştırılması gerektirmez.

Seçim okurun.

(25-26 Haziran 2012)

Hiç yorum yok: