Yazmayı öğrendiğim 1966-1970 gibi, Türkçe’de 50-100 sözcüklük cümle
kurulmazdı. Ayrıca, alttümce tanımı yoktu, tümleç tanımı vardı.
Sonra sonra, dilimizdeki toplam çeviri birikiminin artması ve Avrupa
dillerinin bazılarında oldukça uzun cümle kurma yazınsal geleneği olması
dolayısıyla, bu yapı da dilimize yerleşti. Ancak, hala tüm yazarlar tarafından
benimsenmiş değil. özellikle öykü gibi, kısa nitelikli kurmaca türlerde, pek
benimsenmiyor, hatta değilleniyor.
Ancak, bu konuda hala kesinleştirilmiş kural yok, uzun sıfat dizilerindeki
sırasızlık kuralsızlığı gibi. (Bu arada Türkçe için, resmi veya gayrıresmi
kural yenileyici kurumların şu sıralar olmaması da üzücü doğrusu, belirtmek
gerek. 2 (doğu ve batı) yönlü kurumlaşmaya (TDK’ye ve Dil Derneği’ne) da karşı
değilim, herkes kendi dilini kuramkat özgürdür.)
Bir örnek:
“Oysa ki bendeniz, Bukowski’vari biçimde yaşamla sözleşmemin olmadığını ve
Greenberg’vari biçimde bana gül bahçesi vaat edilmediğini, ayrıca gökten altın
yağsa kafama teneke düşeceğini bilen, (belki aşırı sayılabilecek) karamsar bir
gerçekçilikte biriyim.”
(‘Hayalkırıklığı’ metnim, 11 Haziran 2012. Eylül 2012, Psikeart.)
Bu yapıda 5 alttümce var. Burada 1.’nin ve 2.’nin yer değiştirmesi,
anlamsal nüans yaratır ama saçmalık yaratmaz. Oysa 4.’nün, 5.’nin önünde yer
alması, muhakkak gerekir durumdadır ama o ayraç içinde kullanılabilir de,
kullanılmayabilir de. Bir yazar olarak, abartılı bollukta ayraç içi alttümceler
kullanmaya eğilimim var. Bunun için de, kendim bile 30 yıldır henüz sabit kurallar
yaratamadım.
Devam:
1. ve 2. alttümcelere, adları verilen yazarların ilk adlarını ve birer eserlerini
ekleyip, 5 olan alttümce sayısını, 7’ye çıkarmak da mümkün ki öyle yapmışlığım
da var. Böylelikle tümcenin toplam sözcük sayısı, 30 küsurdan 50 küsura
çıkabilir ve ortalama bir okuru, cümlenin ortasında istoplatabilir.
Bu durumda mantıklı bir edim, bir yazarın kendi okurunu, kendi eserlerinde,
yavaş yavaş uzayan tümcelerle, sonul karmaşık tümceleri okuyup anlayabilir
duruma evriltmesidir.
Bunu, uzun tümce kurmaya sözdizimi olarak daha yatkın bir dil olan
Almanca’da uzun cümlelerle yazmış olan Nietzsche ve Kafka bile yapmadı, yani
kendi dilini açıklayıcı dipnotlarını düşmedi. Bence yazarın (anadili değil) dil
bilinci bunu da gerektiriyor.
Burada diğer bir sorun daha var:
3 küsur saatlık filmlerde, sözdilinden çok daha karmaşık olan sinema dilini
anlamakta güçlük çekmeyen görsel-işitsel gelişkin kişi, sözdili açısından 20
sözcüklü bir tümceyi okurken zihinsel açıdan tıkanp kalabilmekte, çünkü artık
çağımızda yetersiz / etkinsiz okuryazarlık geçerli / moda.
Yani başka bir deyişle okur, filmsel dildeki anlama zorluklarını aşmak için
epeyi çabalarken, sözdilinde bu kolaylaştırıcı çabayı hala yazardan umuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder