Önce klişelere bakalım:
Sağ partilerin hiçbir zaman çözüm olmadığını (ama bu sol partilerin çözüm
olduğunu göstermiyor).
Muhafazakar ve liberal olmanın birarada olamayacağını...
Liberalizmin er geç savaş demek olacağını...
Savaş olmadan uzun süre başta kalmanın oldukça zor olduğunu...
Alaturka İslam’da kilisenin olduğunu...
Müslümanlar’ın para ve seks sınavını geçemediğini...
Her devrin adamlarının ANAP, DYP, AKP (iktidar) yolculuğunun ibretle
izlendiğini...
10 yıl iktidarın, iktidardakileri çok yorduğunu...
10 yıl iktidarın iktidardaki insanları feci paranoyak yaptığını...
İktidarın kişilikleri feci dejenere ettiğini (bunu ilk kez Özal’da hepi
topu birkaç yılda gözlemiştik, adamın kişiliği ve bünyesi resmen paramparça
olmuştu)...
Gidenin ağam, gelenin paşam olduğunu...
TÜSİAD’ın ve MÜSİAD’ın ne sanayici, ne de (büyük) tüccar olduğunu...
Medyanın iktidar karşısında sürmenaj geçirdiğini...
ABD’nin hesaplarının bir türlü tutmayıp, 2000 askeri Stratejisi’niden
beridir, Türkiye üzerinden uyguladığı planlarının tüm Dünya’da çöküşe
geçtiğini...
Sonra novumlara bakalım:
Medyanın yapacak pek de fazla bir şeyi olmadığını ama bugünkü sanal ve
matbu basının yazacak hiçbirşey bulamayışını, ondan öte kopyalayıp yapıştıracak
hiçbirşeyi seçemeyişini, yani onların da bir tür ambale olmasını...
Alaturka İslam’da, İslam iktidarının dinsel ibadetleri gevşettiğini, yani
bunun da bir tür ikame ve kilisesel davranış olduğunu (iktidar Müslüman olunca,
Müslümün vecibeleri toptan yerine getirilmiş oluyor ki tam da Doğul / köylü
kurnazlığını imler).
Bir insanın savaşta ölmesiyle, N insanın onun tüm yaşamının uyanık saatları
kadar fazla çalıştırılıp sömürülmesinin ilkede özdeş olduğunu...
Yani:
‘Çalıştırmak özgürleştirir’ neo-liberal faşizminin Nazizm’i ve onun
besleyicisi Krupp (kapital) faşizmini) geçtiğini...
Diğer bir deyişle:
Son 30 küsur yıllık neo-globalizmin ve neo-liberalizmin Dünya’ya verdiği
zararın, tüm savaşların en büyüğü sayılan 2. Dünya Savaşı’nın yıkımınınkini
geçtiğini...
Yine de:
1980 darbesinin eski köylü / feodal toplumculuğu kırıp, gerçek bireylere ve
burjuvaziye giden yolu açması gibi, bu neo-liberalizm de en çok korumak
istediği kurum olan aileyi darma duman ederek, yeni özgürlükler yarattığını...
Kapitilizmin Dünya’ya ve çevreye verdiği kalıcı zararın 2010 itibarıyla
geri dönülemez ve telafi edilemez aşamaya gelmesinin, bu neo-liberalizmin pek
de kabahati olmadığını (katma değer olarak en yüksek olan onunki değil sonuçta)...
205 devletin 50 devletten daha kötü / zararlı bir düzen / sistem olduğunu
ama bunun öyle olması gerekmediğini ama tarihte genelde bunun gözlendiğini...
Sonuç:
Liste uzar gider.
Kimsenin tarihten ders almadığını biliyoruz. Almayacağını da yeniden
öğrendik.
Şerde hayır olabileceğinden ve 1980 darbesinden beridir en kötü zamanların
aşağı yukarı geride bırakılmasından dolayı, biz 1978’lilerin ve 1968’lilerin
Türkiye’yi veya olmadı bazı yangında ilk kurtarılacak bireylerini toparlamaya
başlamasının zamanı geldiğini de gördük.
AKP bize en önemli olarak bunu öğretti sağolsun. Zaten bir düşmanını
küçümsemeyeceksin, iki ondan birşeyler öğreneceksin ki uzun vadede onu
yenebilesin.
AKP battı, kitle battı, iktidar seçkinleri battı. Sona birkaç ‘Fahrenheit 451’
artığı biz kaldık netekim...
Hoşgeldin cesur ve yeni dünya...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder