Pazar, Nisan 01, 2012

CASUSLUK ROMANLARININ POLİYALEKTİĞİ

Önkoyut

Bu metin, 1990 tarihçesel değişimlerinin yaşanmasından bir 10 yıl geçmeden yazılamazdı ve/ya yazıldığında anlamlı durumda olmazdı. Yine benzeri bir durum olarak, bir 10 yıl daha sonra anlamsızlaşabilir. O nedenle yalnızca düşüncesel bir moment olarak kabul edilmeli.

Casusluk romanları deyince, gerilim ve polisiye romanlarının bir bölümünü de kastediyor olacağız.

Giriş: Casusluk Romanlarının Tarihçesinin Hermenötiği

Veri tabanı olarak temelde John Le Carre’nin romanları kabul edilecektir, çünkü incelenecek olan yerzamanda tartışma konusu tüm zaman dilimlerini ve konu çeşitlemelerini irdeleyecek biçimde yazmış olan bir tek o var..

Agatha Christie, ticari olarak dünyanın en çok satmış olan yazarı: İngiliz, polisiye yazmış ve kadın. Bir önesürüme göre, kitapları 20. Yüzyıl’da 2 milyar adet satmış durumda. Dünyanın en çok satmış olan 3 kitabının İncil, Stalin’in toplu eserleri ve Mao’nun Kızıl Kitap’ı olup, 3’ünün de erkekler tarafından yazılmış olup, 3’ünün de ideolojik olması ve çoğunluk zorla ve/ya bedava edinilmesi bir gösterge. Aslında, dünyanın en çok satmış 3 yazarının kadın olması ve diğer 2’sinin aşk romanları yazmış olması da bir gösterge. Ancak bunlar metnin anlam kapsamı içinde yer almıyor.

Agatha Christie’nin ve John Le Carre’nin İngiliz olması bizi ilgilendiriyor. İngiltere, 2. Dünya Savaşı’ndan önce, dünyanın 1 nolu ülkesiydi. Sonrasında ise yerini ABD’ye kaptırmıştı ve Ian Fleming ve le Carre’de bunu dikkate alınmamış olması da bizi ilgilendiriyor.

John le Carre bir MI5 ajanıydı. Casus romanları yazarları olan Ian Fleming, Graham Green, Muriel Spark da öyleydi. Le Carre’nin Köstebek’i (kurmaca) ile Asrın Casusu’nu (belgesel) karşılaştırınca, olgusal açıdan birebirlik örtüşme görüyoruz. MI5 elemanı Kim Philby’nin deşifre olmamak için, Rosenbergler’i bile isteye ölüme yollaması ve bunu açıkça itiraf etmesi, kurmaca kitaplar için bile abartılı görünüyor.

Yazarlar neden casusluk romanı yazar? Buradaki örnekler öznel, çünkü kendileri casus. (Hemingway’in ABD için çalışmak isteyip, kabul edilmediği önesürülür. Bu arzu neden acaba? İktidar mı? Psikopati mi?) İkinci kategori araştırmacı gazeteciler: Malzemelerini belgesel olarak sunamayınca, romana kayıyorlar. Örneğin, Forsyth’in Çakal’ındaki de Gaulle’e suikast girişimi o yıllarda resmen yalanlanmıştı. Oysa durum gerçekti ve Carlos tarafından dilegetirildi. Bizde de Soner Yalçın, örce kitap yazdı, sonra da konu uzmanı olarak dizilerde danışmanlık.

Okurlar neden casusluk romanı okur? İnsanlar komplo kuramlarını severler. Casusluk romanları okumak gerilim duygusu, yani adrenalin salgısı yaratır; bu da tekdüze küçük burjuva kısırdöngülerini unutturur. Herkes, iktidardakilerin aslında ortalıkta saçmalayan siyasetçiler olmadığını bilir. Sakıp Sabancı’nın darbecilerle ve MİT’çilerle görüşmelerini, Çatlı’ya imzaladığı kitabı anımsayalım.

ABD tarafından yaratılan çoksatan kitap kategorisinde her zaman 3-5 casusluk romanı bulunur. 1990 ertesinde bir bocalama oldu ama tezler yeni antitez-düşmanlar yaratmakta duraksamadı. Bugün her casusluk romanında bir Arap mutlaka var.

Diyalektik-Poliyalektik Açılımları

Aristo’nun analitik diyalektiğinde, bir şey ya erdemlidir, ya da erdemsizdir. Lao Tzu’nun sentetik diyalektiğinde erdem erdemsizliktir.

Hegel’in (Kant’tan devralınmış) triyadik diyalektiğinde sentez denli, dekadans da bir olursaldır (contingency). Marx’ın diyalektik materyalizminde karşıtlar çelişir, çatışır ve sentezlenir.

Buraya kadar hepsi pozitif diyalektikti.

Adorno’nun negatif diyalektiğinde karşıtlıklar ve çelişkiler birbirine karıştırılmadan birarada tartılır; karşıtlığın iki tarafı diğeri üzerinden dolayımlanmadan, en keskin ucuna doğru sürüklenir.

Buraya kadar hepsi düzüne diyalektikti.

Tersine diyalektikte, karşıtlıklar birbirine yaklaşmaz, mesafeli kalır veya birbirinden uzaklaşır. (Daima savaş olacak değil ya.) Bu tutarlı değil, geçerli bir durumdur. Çokkültürlü toplumlarda, örneğin cumhuriyet dönemindeki Türkiye’de, tüm ayralların birbirine anlayış değil, düşmanlık ve saldırı gösterdiği gözlenir. 1985-2000 arasının en mağdur ayralları sayılan Kürtler’in, bırakın eşcinsellere veya uyuşturucu bağımlılarına karşı, kendi halkından astlarına karşı bile sürekli faşistçe davrandığı bilinir. Keza köylülerin zenginkondulaşması, 1983-1998 arasında diğer gecekonduluların mal varlığını tam bir talan ve yağmaydı. Öyle ki: Anadolu toprağının bu nedenle yüzyıllarca çölleşmesi gündemde.

Buraya kadar hepsi diyalektikti.

Ursula K. Le Guin’in çoğul (üçlü) diyalektiğinde 3 tane karşıt 2’li sav vardır. ‘Mülksüzler’ romanında bunlar çelişir, çatışır ama sentezlenmez. Alana 4. kategori-novum girer ve öykünün sonu boşlukta kalır. O demez ama biz buna ‘triyalektik’ diyebiliriz.

2’den 3’e yol varsa, 3’ten 4’e, 4’tan çoka ve/ya sonsuza da gidebiliriz ya da o yolu tanımlayabiliriz. Konulu tanımlarla, diyalektikten ve 2’den sonrasına ‘poliyalektik’ diyoruz. Tanım gereği, poliyalektikte ‘n x (n-1)’ adet 2’li karşıtlıklar, yani diyalektikler koyabiliriz. Şerh: Bir kategorinin kendisiyle çelişkileri, özdeşlik ilkesinin sorunsalıdır. Diyalektik, Aristo’dan Adorno’ya dek, özdeşlik ilkesini sorgulamaz. Buradaki parçalarda, Adorno’dan sonrasında sorgular ama o başka bir metnin konusu olur.

Artı-ekstra çıkma: Bu karşıtlıklar bir düzlemde 180 derece açılı 2 ışın olarak tanımlıdır. Bunları 90 derece açılı, yani birbirine dik olarak yeniden tanımlarsak ve yeni bir öğeyi alana sokarsak, birbirine karşıt olan 3 adet 2’li yine olur ama bu durum biraz daha farklı bir triyalektik / poliyalektik olacaktır. Birim, ters ve geçersiz işlemler farklı tanımlanacaktır. Karşıtlıklar birbirine tersinmez işlemlerle dönüşebilir olacaktır ki Le Guin bir bakıma bu tür bir triyalektik tasarlamış oldu, çünkü Anarres bir bakıma Urras ile, bir bakıma A-İo ile özdeştir ama hiç biri verili yerzamanda diğerine çevrilemez, başka bir deyişle en keskin devrim bile %o 5-100 tümel değişim demektir.

Casusluk Romanlarının Karşılaştırmalı Kültürbilimi

Önce diyalektikler:

ABD-SSCB karşıtlığı

1945-1990 arasındaki biricik temel ikilemdi. ABD, SSCB’yi yenerek dünyanın tek hakimi olacağını sandı. 1991’den sonra gerçekleşen olaylar tümden yanıldığını gösterdi. Eski savunma bakanları, eski CİA’ciler bunu görüyor ama şimdikiler görmüyor. Hoş, eskiler de şimdi görevde olsalar, hem görmezden gelirler, hem de basiretleri bağlanır. İktidarın gözü kördür çünkü.

John le Carre’nin romanları, MI5’i öne çıkarsa da, aslen CİA-KGB çatışmasını irdeler. Burada ilginç olan, her iki tarafta da karşı tarafa casusluk yapanların idealist kişiler olmasıdır. Hiçbir le Carre romanında bir ABD ajanı Rus ve bir SSCB ajanı Yanki karşı karşıya gelmez ve/ya iletişime girmez. le Carre’nin kalemi ve arşivi güçlü olduğu için, ilginç metinler olurdu: İki taraf da yakalanır ve biribiriyle alay eder, Ortaoyunu metni gibi olurdu.

ABD-İngiltere karşıt(sız)lığı

ABD İngiltere’nin eski sömürgesidir. İngiltere ABD’nin yeni sömürgesidir. Nasıl ki İngiltere sömürgeciliğin ve royal emperyalizmin bayrağını İspanya’dan, Portekiz’den ve Hollanda’dan devraldıysa, sanayileşmenin bayrağını da ABD ilk sanayileşen ülke olan İngiltere’den devralmıştır. Hoş, Japonya da ADB’den çoktan devralmıştır ayrı konu.

MI5’çiler CİA’cilere ‘kuzenler’ der. Özellikle 5 veya 6 MI5 en önde geleninin, köstebek çıkması, CİA’cilerin MI5’çileri feci küçümsemesine yol açar. MI5’çiler de CİA yöntemlerini barbarca bulur. Yine her zamanki gibi insanlar zorbalığa boyun eğerler ve uzaktan uzağa haset duyarlar.

ABD-AB karşıtlığı

ABD-AB karşıtlığı, 2003’teki 2. Irak Savaşı’ndan sonra açıkseçikleşti. AB’nin 3 devinden İngiltere, ABD’nin peşine kuzu kuzu takılırken, diğer 2 G-7 Almanya ve Fransa edime karşı çıktı.

2004’te AB, nüfusuyla, ekonomisiyle, aslında askeriyesiyle de ABD’den büyük ve daha güçlü durumda ama bunun bilincinde değiller. (Örnekse, her yıl 10’un üzerinde ABD savaş uçağı düşüyor ve 20 milyar dolarlık silah ABD topraklarındaki depolardan çalınıyor.) Ancak, iki dünya savaşında da ABD tarafından kurtarılmanın aşağılık takınağını yenemiyor. Oysa, dünyanın en iyi silahları AB’de, özellikle de uçaklar ve helikopterler, yalnızca revizyon gerekli, geleceğe bakış açıları dar.

Sanırım henüz ABD-AB karşıtlığını körükleyen romanlar yazılmadı. Bunun için 5-10 yıl daha geçer. ABD, 2. Dünya Savaşı’nda aslında Almanya’ya atom bombası atacaktı. Konu bırakılan yerden sürdürülebilir. ‘Indiana Jones’ saçmalığı hala var olan Naziler çocuklara bile gülünç geliyor artık. AB’deki beyazkafa ırkçıların ABD’ye düşmanlığı işlenebilir. Anti-faşist ‘punk-rock’çular’ Bruce Springsteen’e karşı: Bir konserde iç savaş çıkar, iyi konu olurdu.

ABD-İslam Karşıtlığı

ABD 1980’de SSCB-Afganistan Savaşı’nda İslam’ı besledi. 1991’de İran’a karşı Irak’ı destekledi. 1992’de bugünkü Tayyip iktidarının temellerini TC’de kurdu. Hepsinde de yanıldı. Bu konuyu ‘Demokrasi Tuzağı’ kitabında, CİA’nin eski TC sorumlusu Graham Fuller çok iyi açımlar. Hele Afganistanlı savaşçıların, ABD’nin İslam’ı seçmesi durumunda, hem maneviyatı, hem de maddiyatı kurtaracağına ilişkin düşüncesi, tam Doğulu kurnazlığıdır. Sorun, İslam’ın maneviyatının gerçekten var olması ve ABD’de maneviyatın, örneğin aile kurumunun gerçekten ölmüş olmasının ironik ikilemidir.

Müslüman teröristler Carlos ve FKÖ sayesinde, daha 1960’larda casusluk romanlarına girmişti. Burada ilginç olan, le Carre’nin ve diğer batılı casuluk romanı yazarlarının da, MOSSAD’a duydukları sempatidir. Oysa, Yahudi kurnazlığı bile, canlı bombaları engelleyemiyor. Artı, bugün canlı bombaların Müslüman icadı sanılması da, medyatik yanılsatmalara bir örnektir.

Sonra Triyalektikler

ABD-AB-Ortadoğu:

Petrol en geç 2050’de bitecek. Bu hem AB’nin hem de ABD’nin sonu demek. İnanılmaz biçimde her ikisinin de bunun için uzun dönemli bir planı yok. Kanada ve Norveç dışında 1. Dünya yok olacak, üstelik soğuk iklim kuşağındalar. 3. ve 4. dünya petrolsüz gerçekten yaşayabilir ama 1. Dünya değil.

Şibumi’de tamamen hatalı bir biçimde, Arap siyasetçiler ve/ya casusluk örgütü yöneticileri gayet embesil tipler olarak resmedilir. Oysa ki aynı kişiler aynı yıllarda KGB aracılığıyla, Batı’ya oldukça zarar verici olabilecek bilgilere sahiptiler. Zaten sonradan ortaya çıktı ki, İRA ve ETA FKÖ ve diğer örgütlerle yakınen halvet durumundadır. Böylelikle MI5, en basit casusluk kuralını çiğnemiş oldu: Asla düşmanını küçümseme.

Asıl Poliyalektikler

Şimdi asıl açılımlarımızı sergileyebiliriz:

Tekkutuplu dünyanın ikikutuplu dünyadan daha iyi bir yer olmadığının ortaya çıkması, 1990-2000 arasındaki global tarihçenin genel tarihe en önemli katkılarından birisidir. Düşmanını yenmenin veya öldürmenin de savaşı kazanmak anlamına gelmeyebileceği Sun Tzu’nun ‘Savaş Sanatı’na şerh olarak kondu. ABD’nin tek başına dünya jandarmalığını götüremeyeceğini, kendi uzmanları bile baştan biliyordu, çünkü ne Kore’de, ne de Vietnam’da ABD savaşı kazanmamıştı. Hele hele kasap McNamara’nın bile bir belgeselde bunu itiraf edebilmesi yeter de artar kanıt. Buradan çıkarsama, 3.-büyük savaş yerine, 50 küçük ama toplamı daha büyük savaş demek oldu ve önümüzdeki 50-100 yıl boyunca da öyle olacağa benzer.

Burada negatif diyalektiğin karşıtlıkları muhafaza etmek ve tersine diyalektiğin karşıtlıkların birbirinden uzakta tutulması savlarından çok, karşıtlıkların aslında tam karşıtlık olmadığı savının geçerliliği ortaya çıktı. ABD eski bir AB sömürgesi, SSCB ise AB taklidi yapan bir Asya ülkesi, diğer bir deyişle nicel olarak A’+B’<<
Tarihin ‘olmayana ergi’ / ‘saçmaya varma’ yöntemini tümevarımsal olarak sergilediği pek vaki değildir ama bu kez öyle oldu. Casus romanlarındakinden saçma durumlar yaşandı: Eski SSCB’de uzay üsleri çökerken, Çin uzaya insan yolladı ve AB uzaya füze yollamakta 40 yıldır zorlanıyor. Çin, ABD’nin bütün teknoloji sırlarını 2002’de çaldı ve üstüne bir de alay etti: Hırsızlar hırsızlıktan yakınıyor. İsrail kendini yok oluşa kilitledi. FKÖ lideri Arafat faşist bir zalim olduğunu kanıtladı. Eski Vaşova Paktı üyeleri NATO’ya girdi. Bla bla...

Bu durumdan casusluk da payını aldı, eski Stasi’ciler yeni ‘Abwehr’ci oldu. Ernst Volkman ‘Casuslar’ kitabında bu konuda ilginç örnekler verir: Nazi olan Musevi, MOSSAD’da çalışan eski Nazi, KGB’de çalışan eski Nazi. Aynı kitapta halefler ve selefler de irdelenir: Risya’da ve Çin’de devrim sonrasında eski casusluk kadrosu aynen korunur. Yalnızca iki düşmanın biri diğerini yok eder. Bizde de Abdülhamit ile başlayan espiyonculuk, cumhuriyete taşınmıştır ve hala muhbir vatandaşlarımız sözlüklere geçecek denli etkindir.

John Le Carre’ye geri dönelim:

İşadamı terörist besler: ‘Yolun Sonu’. Smiley emekli olmuştur. Artık gençleri eğitmektedir. Bir çömez onu anımsayarak adım adım anlatmaktadır. 10’un üzerinde öykü-vaka anlatır. Sondan bir önceki ilginçtir: Dolar milyarderi bir işadamı Smiley ile alay eder ve kazananın daima para olduğunu söyler. Smiley kuşkuya düşer ama idealizminden vazgeçmez. Eğer, ABD-SSCB / CİA-KGB çatışmasını para açısından okursak, baba ve oğul Bush’un CİA’ye sahte Irak atom bombası belgeleri hazırlatması ortaya çıkar. Petrol fiyatlarının 6 ayda 5 katlara tırmandırılması şu an aleyhte yeterince kanıt oluşturuyor.

Çift taraflı ajan: Hemen her casuluk romanında bir hain vardır. Sorun birden çok hain olduğunda ortaya çıkar: Bu 3 tane tek tanrılı din olmasının, aslında 3’ünü de değillediği gerçeği gibidir: Aslında hepsi birbirinden ayırtsızdır ve birbirine düşmanlıkları incir çekirdeğine eziyet düzeydedir. Unutmayalım, ABD-SSCB birbiriyle soğuk soğuk savaşırken, vatandaşları aynı yemekleri yediler, aynı giysileri giydiler, hatta aynı TV dizilerini seyrettiler. Değişken parçalar, kültürbilimci Murdoch tarzı listelenmiş kültürel bütünün %o 1’i civarında bile değildi. Şerh: Diyalektik bu konuda hiçbir şey söylemez.

Bağımsız terörist: Bu tip Trevanian’ın Şibumi romanında anlatı zirvesine ulaştırılmıştır ama onun öncesinde konu taslağı gibi, 2 Jonathan Hemlock romanı gerekmiştir: ‘Eiger Sanction’ ve ? (Altın Yayınları). Gerçek yaşamda Carlos öyledir: Çok dillilik ve yitirilmiş bir kimlik, Müslüman olan eski marksist bir ateist.

Gerçek Örnekler:

Usame bin Ladin, Afganistan-SSCB Savaşı için ABD tarafından yaratıldı. Sonunda dönüp ABD’yi vurdu. Irak işgalinden sonra, o artık dünya teröristlerinin gözünde bir ilah. Eylemcisinden (İspanya’da tren bombalanması, 200 küsur ölü) sinemacısına (Ölüm Oyunu : 2, Fukasaku) birçok insan artık onu model alıyor.

‘Önce Kadınları Vurun’da Eileen McDonald (E Yayınları), önemli bir noktayı vurgular: Erkek teröristler teslim olmakta ama kadınlar olmamaktadır. O nedenle, anti-terör timlerine böyle bir emir verilmiş. Yazar, Leyla Halid’den başlayarak, 20. Yüzyıl’ın kadın teröristlerini irdeliyor. Ancak, yazılış zamanı uymadığı için canlı bomba olgusunu yaratan Sri Lankalı kadın teröristleri irdelememiş.

Unabomber, bireysel bir terörist idi. 18 yılda yakalanmadan, tek başına bombalı mektuplarla 3 kişinin ölümüne neden oldu. En sonunda, kardeşinin raslantıyla onu tanıyıp ihbar etmesi sonucunda yakalandı ve şu anda hapiste. Yakalanmadan hemen önce, yeni bir bomba göndermemek için istediği biçimde, ABD’nin büyük gazetelerinde bir manifestosu yayınlandı (Kaos Yayınları). Metin, mental konfüzyon yaşayan birinin ABD düşmanlığını içeriyordu. Sanayileşme toplumumun çözümlenmesi hatalıydı.

İkiz Kuleler’in yok edilmesi romanlarda dilegetirilmiş. Daha da abartılı olabilecek olan, 1970’lerin romanı ‘Kanlı Pazar’daki (Milliyet Yayınları) 1 milyon olası ölülük stadyum, açık hava, konser bombalamasıdır.

Çıkış : Kurmaca ve Gerçek

Kimi kurmaca yaşamı geçer, kimi yaşam kurmacayı:

Faik Bercavi, 2. Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın Türkiye başkonsolosu ve Hitler’den önceki başbakanı von Pappen’i bombayla öldürmeye çabalar ama beceremez. Bu hata 100 kişinin ölümüne neden olur, TC ve SSCB işe karışanları hacamat ceder. Bercavi bu konuda hiç konuşmaz ama ilginç olan durum şu ki işin içine Nazım Hikmet’in de karışmış olması olasılığı var.

Orhan Veli’nin kardeşi Adnan Veli, casusluktan hapiste yatar ama bu konuda tek satır yazmaz. Onun yerine, Türkiye edebiyatının hapishane üzerine bir numaralı kitabı olan ‘Mapusane Çeşmesi’ni yazar.

Eski MİT’çi Bayraktar, ABD için casusluk yaptığı için hapse atıldı. Ancak kendisiyle ilgili tüm bilgiler ya yok edildi, ya da hasıraltı edildi. Kanun hükmünde kararnameler gibi, bir bakıma olmayan yasalar ve belgelerle mahkum edildi. Güncesi de yok edildi ama kendisi hala sağ. Belki bir gün konuşur.

Honecker ve eski Stasi’cilerin hepsi serbestçe ortalıkta dolaşırken, hatta yeni Birleşik Almanya için çalışırken, eski Doğu Almanya’daki bir Türk casus, hala yıllardır hapis yatıyor. İronik olan, bir ABD üssünde hapis olması. Yani ABD, olmayan bir ülkenin topraklarında ve bir müttefikinin toprak bütünlüğünü ihlal ederek, kendi aleyhine işlenmiş saydığı bir suçu cezalandırıyor.

Geçtiğimiz yıllarda 85 yaşında bir İngiliz kadın, 60 yıl önce Doğu Bloku için casusluk yaptığını itiraf etti ve devlete karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olmadığı için hapse kondu. Burada ironi, kadının gerekçesinin vicdanı olması. Böyle bir vaka en abartılı casusluk romanlarında bile yazılmadı.

John Le Carre’nin ‘Trampetçi Kız’ romanında bomba tasarımcısı emniyet için iki fitil kullanır, Uğur Mumcu cinayetinde de 2 fitil kullanıldı. Kurmaca yapıcı ile ima edilen kişi, gerçek yapıcının öğretmeni ya da babası bile olabilir, çünkü böylesi bir benzerliğe sık raslanmaz.

Casuslar kurmacayı gerçek, gerçeği kurmaca kılabilme yetisine sahiptir. Bunu iş becermek için yaparlar ve biyografileri tamamlandığında, mazide kalmış CİA-KGB absürdü gibi kurmaca da, yaşam da absürdleşmiştir. Yani; onların yaşamında ve kurmacasında hiçbir zaman sentez yoktur, kimi negatif, kimi tersine poliyalektik vardır. Mental regresyon ve konfüzyon anlamında dekadans bolca vardır. Casuslar hapishaneye olduğu kadar, tımarhaneye de düşerler.

Casusluk romanlarının poliyalektiği, bugüne dek gözden kaçan bu irdelemelerin ortaya serilmesine katkıda bulunur ama olgular kuramlar arasında kesin neden-sonuç ilintileri kurmaz. Burada ve şimdi kesinlik % 50 sınırında gezinir ki muğlak ve kesin bilgi etkileşimi için de özel bir çalışma alanı sunar.

Bundan sonraki adım, akışkanlar devimselini insan bilimlerine uygulamak demek olacak, içiçe ve esnek poliyayektik modellemeleri olacaktır.

(Ekim 2004)

Hiç yorum yok: