Salı, Nisan 24, 2012

Novaya Zemlya




Künye: Yönetmen: Aleksandr Melnik, Senaryo: Arif Aliyev, Oyuncular: Konstantin Lavronenko, Andrei Feskov, Marat Basharov. 2008, 119 dakika.


‘Novaya Zemya’ Rusça’da ‘yeni bölge’ demekmiş. Kuzey Denizi’nde Rusya’nın aynı adla tanınan 2 adası da vardır.

Film sınırları ve eksikleri olan bir filmdi.

Yine de, yaşam ve ölüme ilişkin limit bilgiler veriyordu.

Gelecekte bir zaman Rusya’da, idam cezası kalktığı için, çok kalabalıklaşan müebbede mahkumların 200 küsuru bir deneye tabi tutulur. Götürülüp, Kuzey Kutbu’na yakın bir bölgeye bırakılır. Mevsim henüz yazdır ve güneş hiç batmaz.

İlk gruplaşma daha gemide başlar: Müslüman Çeçenler, ayrı ayrı hücrelerde hapsedilmiş olsalar da, birbirleriyle iletişime geçerler ve ötekilerle kavga ederler, çünkü onlar ne de olsa teröristtir, ötekilerle anlaşamazlar.

İlk maraza da gemide çıkar.

Sonra hepsi bölgeye bırakılır. Hepsinin kolları kilitlidir ve anahtarları da uzağa bırakılır.

Çeçenler azınlık olsalar bile, bölgede ilk gruplaşmaya ve atağa yine giderler, çünkü ilk önce anahtarları alıp, öldürülmekten kurtarılmak istemektedirler.

Hristiyan mahkumlar onları öldürür.

Buraya kadarki planlarda ilginç olanlar şunlardı:

En ihtiyar Çeçen hiç konuşmaz, hiç kımıldamaz. Ölürken bile susar.

Bunun anlamı şu: Ruslar bir biçimde Müslümanlar’ın şehadete inanılmaz bir sükunetle gidişine saygı duymayı öğrenmişler. Başka bir filmde de, yine ölüme mahkum ve bir tuzaktan çıkmak isteyen ve istemeyenler arasındakiler yüzünden, birbiriyle savaşan bir grup komandodan Müslüman olanı, kendini öldürtür, yani şehadeti gönüllü kabullu eder.

Yine ana film:

Bu kargaşa sırasında, filmin baş kahramanı olan kişi kaçak ve tek başına bir yerlere sığınır. Avcılık yaparak yaşar ama sonunda yakacak bulamaz.

Bu sırada, mahkumlardan biri de onu bulmuş ve onun yanında kalmaya başlamıştır. İkisi de çok üşüyünce, gruba kömür çalmak için geri dönerler ama yakalanırlar.

Ortaya çıkar ki, onların başına gelen herkesin başına gelmiş ve erzaklar bölgedeki fareler tarafından azaltılmıştır. Bu durumda en güçlü kişi, ölümcül bir yarışla o gün ölecek kişinin belirlendiği bir sistem kurmuştur. Sona kalan öldürülür ve yenir.

Tam da yamyamlığa geri döndüğümüz bir dönemde bu filmin yapılması çok ilginç. Ruslar, hem 1. Dünya Savaşı’nda (kaynak Hasan İzzettin Dinamo’nun kayınpederi), hem de 2. dünya Savaşı’nda, o ünlü Stalingrad savunmasında, epeyi yamyamlık yapmışlardır.

Kahramanımız, kendine yandaş toplayark, onların yardımıyla, yamyamlığı yaratanı öldürerek yamyamlığı durdurur. Az kalan yiyeceği dağıtır ve bir sonraki sevkiyatı beklemeye başlarlar.

O sırada kahramanın bulduğu, düşmüş deniz uçağını tamir etmeye başlarlar.

Sevkiyat gelir.

Bir sürpriz vardır:

Bu kez 50-60 kişilik ABD’li ve önemli bir bölümü zenci olan bir grup daha bırakılır.

Kahramanımız, karşı grubun liderine elini uzatır ama karşısındaki elini bile uzatmaz.

Yankiler doğrudan bunlara saldırırlar.

Deneyi yapanlar, en üst yöneticinin kararıyla, hepsini katleder ama kahramanımız 3 kişiyle daha kurtulur. Ancak, filmin kurgusu nedeniyle, kaçılan uçağın düşüp düşmediği anlaşılmaz.

Sonuçta, kademeli olarak 4 savaş ve 3.-4. arasında kısa bir barış vardır, hani 5.000 yıllık tarihte yalnızca 50 yıl tam barış olması gibi.

Filmde konuşma çok azdı.

Ruslar’ın daha Sovyetler çökmeden önce de var olan, tam Stalinavski tarzı diyemeyeceğimiz ama hem natürel, hem metafizik olabilen türden, Tarkovski’nin de çok iyi kullandığı bir oyunculuk tarzı var.

Absürd var. Dehşet var. Ancak herşey aşırı olağan. Herşey çırılçıplak görünüyor. (İngilizler benzeri bir oyunculuk sergilerler ama onlarınki süslüdür, Ruslarınki aşırı sade.)

Tabii olağan gerçekleşir: Çar’ı da Sibirya kullanan, Stalin’i de Sibirya kullanan bir ülkenin cehennem tasarımı da kutup olur o zaman, Müslümanlar’ınki gibi çöl değil.

Filmi seyrederken çenem düştü. Artık sinemada öyle düşünceler açıkça dilegetiriliyor ki anti-hümanist olan benim düşüncelerimi bile aşan durumlar ortaya çıkıyor.

Film boyunca 300’e yakın kişi ölüyor. 200’ü aşkını birbirini çıplak elle veya doğada bulduğu taşla filan öldürüyor. İnsanların cinayet moduna geçişini, Holywood bu kadar açıkseçik hiç gösteremedi, seri katilli olan filmlerde bile. ‘Katil Doğanlar’ bunun yanında çocuk oyuncağı kalıyor.

Bu filmde öldürmek o kadar doğal, o kadar gerçek ki, yemekten ve seksten daha yakın bize...

Daha önce dediğimi, bu film açıkça ortaya koydu:

Ölümüne kadar delice savaş, kimin sağ kalacağı hiç belli olmaz...

Dipnot:

Mecazımız da şu:

Coğrafya’da ‘Novaya Zemlya Etkisi’ denilen bir ışık olayı var: Güneş olağan olarak doğduğu süreden daha önce doğmuş ve çizgi veya kare biçiminde görünüyor. Bu durum ilk kez bu adalarda gözlendiği için, olaya bu ad verilmiş.


Evet, önümüzdeki kısa gelecek zamanda, batmış olan ‘tarihin güneşi’nin doğduğu böyle sanılacak.

E, bir de tabii ki ne varsa, ekstremofillerde var.

Hiç yorum yok: