Künye: Yönetmen: Aleksandr Melnik, Senaryo: Arif Aliyev, Oyuncular: Konstantin
Lavronenko, Andrei Feskov, Marat Basharov. 2008, 119 dakika.
‘Novaya Zemya’ Rusça’da ‘yeni bölge’ demekmiş. Kuzey Denizi’nde Rusya’nın aynı
adla tanınan 2 adası da vardır.
Film sınırları ve eksikleri olan bir filmdi.
Yine de, yaşam ve ölüme ilişkin limit bilgiler veriyordu.
Gelecekte bir zaman Rusya’da, idam cezası kalktığı için, çok kalabalıklaşan
müebbede mahkumların 200 küsuru bir deneye tabi tutulur. Götürülüp, Kuzey
Kutbu’na yakın bir bölgeye bırakılır. Mevsim henüz yazdır ve güneş hiç batmaz.
İlk gruplaşma daha gemide başlar: Müslüman Çeçenler, ayrı ayrı hücrelerde
hapsedilmiş olsalar da, birbirleriyle iletişime geçerler ve ötekilerle kavga
ederler, çünkü onlar ne de olsa teröristtir, ötekilerle anlaşamazlar.
İlk maraza da gemide çıkar.
Sonra hepsi bölgeye bırakılır. Hepsinin kolları kilitlidir ve anahtarları
da uzağa bırakılır.
Çeçenler azınlık olsalar bile, bölgede ilk gruplaşmaya ve atağa yine
giderler, çünkü ilk önce anahtarları alıp, öldürülmekten kurtarılmak
istemektedirler.
Hristiyan mahkumlar onları öldürür.
Buraya kadarki planlarda ilginç olanlar şunlardı:
En ihtiyar Çeçen hiç konuşmaz, hiç kımıldamaz. Ölürken bile susar.
Bunun anlamı şu: Ruslar bir biçimde Müslümanlar’ın şehadete inanılmaz bir
sükunetle gidişine saygı duymayı öğrenmişler. Başka bir filmde de, yine ölüme
mahkum ve bir tuzaktan çıkmak isteyen ve istemeyenler arasındakiler yüzünden,
birbiriyle savaşan bir grup komandodan Müslüman olanı, kendini öldürtür, yani
şehadeti gönüllü kabullu eder.
Yine ana film:
Bu kargaşa sırasında, filmin baş kahramanı olan kişi kaçak ve tek başına
bir yerlere sığınır. Avcılık yaparak yaşar ama sonunda yakacak bulamaz.
Bu sırada, mahkumlardan biri de onu bulmuş ve onun yanında kalmaya
başlamıştır. İkisi de çok üşüyünce, gruba kömür çalmak için geri dönerler ama
yakalanırlar.
Ortaya çıkar ki, onların başına gelen herkesin başına gelmiş ve erzaklar bölgedeki
fareler tarafından azaltılmıştır. Bu durumda en güçlü kişi, ölümcül bir yarışla
o gün ölecek kişinin belirlendiği bir sistem kurmuştur. Sona kalan öldürülür ve
yenir.
Tam da yamyamlığa geri döndüğümüz bir dönemde bu filmin yapılması çok
ilginç. Ruslar, hem 1. Dünya Savaşı’nda (kaynak Hasan İzzettin Dinamo’nun
kayınpederi), hem de 2. dünya Savaşı’nda, o ünlü Stalingrad savunmasında, epeyi
yamyamlık yapmışlardır.
Kahramanımız, kendine yandaş toplayark, onların yardımıyla, yamyamlığı
yaratanı öldürerek yamyamlığı durdurur. Az kalan yiyeceği dağıtır ve bir
sonraki sevkiyatı beklemeye başlarlar.
O sırada kahramanın bulduğu, düşmüş deniz uçağını tamir etmeye başlarlar.
Sevkiyat gelir.
Bir sürpriz vardır:
Bu kez 50-60 kişilik ABD’li ve önemli bir bölümü zenci olan bir grup daha
bırakılır.
Kahramanımız, karşı grubun liderine elini uzatır ama karşısındaki elini
bile uzatmaz.
Yankiler doğrudan bunlara saldırırlar.
Deneyi yapanlar, en üst yöneticinin kararıyla, hepsini katleder ama
kahramanımız 3 kişiyle daha kurtulur. Ancak, filmin kurgusu nedeniyle, kaçılan
uçağın düşüp düşmediği anlaşılmaz.
Sonuçta, kademeli olarak 4 savaş ve 3.-4. arasında kısa bir barış vardır,
hani 5.000 yıllık tarihte yalnızca 50 yıl tam barış olması gibi.
Filmde konuşma çok azdı.
Ruslar’ın daha Sovyetler çökmeden önce de var olan, tam Stalinavski tarzı diyemeyeceğimiz
ama hem natürel, hem metafizik olabilen türden, Tarkovski’nin de çok iyi
kullandığı bir oyunculuk tarzı var.
Absürd var. Dehşet var. Ancak herşey aşırı olağan. Herşey çırılçıplak
görünüyor. (İngilizler benzeri bir oyunculuk sergilerler ama onlarınki
süslüdür, Ruslarınki aşırı sade.)
Tabii olağan gerçekleşir: Çar’ı da Sibirya kullanan, Stalin’i de Sibirya
kullanan bir ülkenin cehennem tasarımı da kutup olur o zaman, Müslümanlar’ınki
gibi çöl değil.
Filmi seyrederken çenem düştü. Artık sinemada öyle düşünceler açıkça
dilegetiriliyor ki anti-hümanist olan benim düşüncelerimi bile aşan durumlar
ortaya çıkıyor.
Film boyunca 300’e yakın kişi ölüyor. 200’ü aşkını birbirini çıplak elle
veya doğada bulduğu taşla filan öldürüyor. İnsanların cinayet moduna geçişini,
Holywood bu kadar açıkseçik hiç gösteremedi, seri katilli olan filmlerde bile.
‘Katil Doğanlar’ bunun yanında çocuk oyuncağı kalıyor.
Bu filmde öldürmek o kadar doğal, o kadar gerçek ki, yemekten ve seksten
daha yakın bize...
Daha önce dediğimi, bu film açıkça ortaya koydu:
Ölümüne kadar delice savaş, kimin sağ kalacağı hiç belli olmaz...
Dipnot:
Mecazımız da şu:
Coğrafya’da ‘Novaya Zemlya Etkisi’ denilen bir ışık olayı var: Güneş olağan
olarak doğduğu süreden daha önce doğmuş ve çizgi veya kare biçiminde görünüyor.
Bu durum ilk kez bu adalarda gözlendiği için, olaya bu ad verilmiş.
Evet, önümüzdeki kısa gelecek
zamanda, batmış olan ‘tarihin güneşi’nin doğduğu böyle sanılacak.
E, bir de tabii ki ne varsa, ekstremofillerde var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder