Pazar, Nisan 01, 2012

EDEBİYATIN EPİSTEMOLOJİK AKSİYOLOJİSİ

GİRİŞ : TANIMLAR

Edebiyatı; roman (en az 20 altdal: tarihi, nehir, fantazya, polisiye, korku, gerilim, macera, erotik, porno, bilimkurgu, çocuk, genç, aşk; gerçeküstü, bilinç akışlı, dışavurumcu, vb), kısa roman, uzun öykü, öykü, kısa öykü, anı, yaşamöyküsü, özyaşamöyküsü, portre, günce, gezi, deneme, anlatı, düzyazı, monografi, makale, risale, araştırma, inceleme, derleme, alıntı, montaj, kolaj, karma, söyleşi, röportaj, fıkra, kronik, köşe yazısı, haber (en az 10 altdal), eleştiri, polemik, mizah, hiciv, söylence, efsane, destan, epope, fabl, masal, cingıl, mektup, özet, yorum, akademik tez, şarkı sözü (en az 5 altdal), dans librettosu, opera librettosu, anket, çizgi roman metni, şiir (en az 20 altdal), radyo skeci, oyun (en az 10 altdal), senaryo, sinopsis, libretto sinopsisi, belgesel olmak üzere 100’ün üzerinde altküme olarak tanımlıyoruz. Bunlardan roman, öykü ve şiir dallarında basılan kitapların sayısı, toplam kitap sayısının üçte biri civarındadır. Bu da edebiyatın epistemolojik değerini baştan sıfırlamaktır, çünkü bu türler anti-epistemiktir.

Epistemoloji (bilgibilim), düşünür Bedia Akarsu’nun ‘Felsefe Terimleri Sözlüğü’nde şöyle tanımlanıyor: “1. Fransızca’da: bilimlerin koyduğu sorunları inceleyen felsefe dalı. Bilim felsefesi ile eşanlamlı. Ancak bilim felsefesi, bilimlerin tarihini felsefe açısından inceler. Epistemoloji ise, çeşitli bilimlerin ilkelerini, varsayımlarını ve sonuçlarını eleştirerek inceler, onların mantıksal kökenini, nesnel değerini belirlemeye çalışır. 2. İngilizce’de: bilgi kuramı (ki Fransızca’da buna ‘gnozoloji’ denir), yani bilimin yapısını, yöntemlerini, ilkelerini, varsayımlarını araştıran felsefe dalı.” (Şerh: Bugünkü anlamıyla epistemoloji, her tür bilme eylemini inceliyor durumda.) Sanatsal ve felsefesel epistemoloji de var. İnsanlar 20 Yüzyıl’ın bitimine dek, kültürel üstyapılar olan bilimde doğru, sanatta güzel, ahlakta (düşünde) iyi aracılığıyla bir şeyler öğrenmeye çabalarlar idi. Disiplinlerarasılık ve çokdisiplinlilik sonradan egemen oldu. Estetik, bilimle sanatı birarada kullanırken; felsefesel anlamda epistemoloji, teolojiden psikolojiye dek birçok alanda geziniyor. Ana problematik şu: İnsan neyi ve nasıl bilir? Bu tartışmaya, insana bilme sınırı çizenler de kalabalık olarak katılır ama skeptiklerden agnostiklere kadar hiç kimse insanı yeni ve farklı şeyler bilmekten alıkoyamamıştır. İnsana bilme sınırı çizmeyenlerin bir bölümü, insanın bilerek yeni bir tür, sonrasında yeni zeka, hatta ötecanlı olma yolunda yürümesini tasarlar.

Aksiyolojiyi (değerbilimi), herhangi bir yerzamanda ‘insanların neyi yapıp, neyi yapmamasını öneren değerler toplamı’ olarak tanımlayabiliriz. Bu açıdan; din, ahlak, siyaset ve hukuk, kendiliğinden değerbilimin alanında yer alırlar. Keza ‘iyi, güzel, doğru’ da birer değerdir. Bunların neler ve hangileri olup olamayacağı da, değerbilimin ilgi ve bilgi alanında kalır. Akarsu, değerbilimin değerler alanının ilişkilerini, özellikle aşama düzeni bakımından aydınlatmaya çalıştığını belirtir. Örnekse, iyi, doğru ve güzelin, başka bir deyişle düşünün, bilimin ve sanatın hangisinin öncelik taşıdığını tartışmak değerbilimin işidir. Keza, insan bilimleri - temel bilimler ayrımını ve 9 temel sanat dalının hangisinin güzeli üretmede en yetkin olduğunu tartışmak da, değerbilimin söylem alanında / düzleminde kalır. Edebiyatın toplumbilimsel bir çalışma olmaması gerektiği moral bir önermedir. İyinin, güzelin, doğrunun arakesitinin boş olduğu önesürümü değerbilimsel bir önermedir. Edebiyatın doğrudan çok güzelle, örneğin okuru eğlendirmekle, onun yanılsamalarını doyurmakla ve yeniden üretmekle ilgilenmesi gerektiğini önesüren bir yazar veya eleştirmen, aslında örtük olarak bazı değer yargılarını empoze ediyordur. Aksiyoloji, tüm bu argümantasyonların dayandığı değerleri açığa çıkarır, tanımlar ve sınıflandırır.

‘Epistemolojik aksiyoloji’ deyince, zihinlerde ve kültürlerde, bireylerde ve toplumlarda, bilim, sanat veya düşün yoluyla bilginin üretilmesini, paylaşılmasını ve etkileşmesini olumlayan bir değerler dizgesi anlıyoruz. ‘Edebiyatın epistemolojik aksiyolojisi’ deyince de, bunların edebiyat dalları aracılığıyla beceril(ebil(mesinden veya beceril(e)memesinden söz ediyoruz. Estetik (‘güzelbilim’ diyen de var ama ‘sanatbilim’ ve/ya ‘sanatın kültürolojisi / ekinbilimi’ diyelim) ve eleştiri, sanatçıyı, edebiyatı ve ürünlerini bu yönden irdeler. Epistemik aksiyoloji, öğrenmeyi süperegosal değil, egosal ve idsel sayar; duygusal denli, düşüncesel soyutlukları (zihinsel süreçleri) ve somutlukları (davranışları) da irdeler.

Geleneksel söylemlerde, edebiyat türlerinden çok azı, bilgi üretmekle doğrudan ilintili sayılır. Araştırma veya inceleme yazılarını edebiyat saymayan çoktur. Keza, almanakları, ansiklopedileri, ders kitaplarını da edebiyat saymazlar. En çok güzelyazın sayılan dalın şiir olmasıyla, nitelikli en az yazarın şiir dalında çıkması ve bizde 3 kişiden 5’inin şair olması arasında bir ilinti olsa gerek: Kolay yapılan şey yazın değildir, sanatta böyle değildir, zanaatta da böyle değildir. İronik ve paradoksal bir durum: Sıradan insanların yazım hatalı mektupları, usta sayılan bir çok şairin şiirinden daha liriktir, hem de bilinçsizce onların duygularını daha estetik olarak dile getirmiştir. Ünlü yazarların mektupları ise, çoğunluk anlatı açısından zayıftır.

Epistemolojik aksiyoloji, 21. Yüzyıl’da edebiyatta yeni biçimler ve eski türleri yeni biçimlerle ve içeriklerle tanımlamak durumunda. Roman, şimdiki biçimiyle hepi topu 2 yüzyıllık bir yazın dalı. 20. Yüzyıl bilimkurgu romanın yeni bir tür olduğu yüzyıl oldu. 21. Yüzyıl’da bilimkurgu roman artık gelecekbilim ile içiçe geçme yolunda. Deneme, Montaigne zamanındakinden çok farklı bir içerikte. 20. Yüzyıl’da eleştiri, araştırma ve inceleme ile gergefler çizdi. 21. Yüzyıl’da bilimkurgu ve gelecekbilim ile gergefler çizebilir. Günce, 20. Yüzyıl’da daha çok deneme gibi yazıldı. 21. Yüzyıl’da yıllık öznel-nesnel tarihçe (veya 1 Ocak ve 1 Temmuz’da 50 yıl boyunca yılca) olarak yazılabilir. Reklamın sanat filmi olabilmesi gibi, sivil toplum örgütleri için tasarlanmış kar amaçsız cingıllar da sanat olabilir. 100 küsur dala yenileri eklenebilir, eskileri artık sanat-değillenebilir.

GELİŞME : ÖRNEKLEMELER

Birinci bölümde bıraktığımız yerden sürdürürsek, yazın dallarından birkaç örnek sergileyeceğiz. Kritik örnekler oldukları için, roman-toplumbilim, bilimkurgu-gelecekbilim, şiir-mantık konuları yeğlendi.

Örneklemeler

Roman ve Toplumbilim

Roman, bugünkü tanımıyla ‘Don Kişot’la başlatılır ve 18. Yüzyıl’dan başlayarak yaygınlaştığı izlenir. 19. Yüzyıl’da roman, okura toplumsal panoramayı aktaran tür olur. Bu gelenek, 20. Yüzyıl’ın ilk yarısında da sürdürülmüş ama ikinci yarısında post-modernist akımın muğlakçılığı sayesinde, gerçek(çi)likten tümüyle uzaklaşılmıştır.

Toplumbilim, Weber’den beridir tanımlanageliyor. Birarada yaşayan insanların toplum olduğu kesin ama toplumbilimin ne olduğu ve bir bilim dalı olup olmadığı onyıllarca tartışıldı. Bugün ise, 150 yıllık geçmişiyle ve onlarca ekolüyle bir insan bilimi sayılıyor. Toplumbilim, aile gibi, sınıf gibi, her toplumda gözlenen olguların oluşma ve birbirleriyle etkileşme süreçlerini irdeler. Toplayıcı veya sanayisel toplum gibi farklı kültürel modlardaki oluşumları derler ve sınıflandırır.

Roman ve toplumbilim, uzun bir süre aynı bilginin farklı söylemlerle dilegetirilişi olarak algılanmış. O nedenle de, romanın bir toplumbilim çalışmaması olmaması gerektiği  vurgulanarak dilegetirilmiş. Bugün başyapıt olarak okutulan romanlar zamanında, istatistikli almanaklar da vardı. Ansiklopedi türü ise, taa Fransız Devrimi’nden önce başlatılmıştı. Tüm bunlar roman yazarları ve eleştirmenler tarafından pek dikkate alınmamış. Bugün, geçmişe baktığımızda, Tanzimat’tan Meşrutiyet’e dek Osmanlı’da roman yazılmamış olmasının eksikliğini duymuyoruz, çünkü o döneme ilişkin almanaklar var ve/ya Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanlarıyla onları karşılaştırdığımızda, verilerde birbirine uygunluk görüyoruz..

Burada epistemelojik bir arguman-örnek var: Marc Ferro, Sergey Eisenstein’ın ‘Potemkin Zırhlısı’nın senaryosunu yazarken, gerçek Potemkin Zırhlısı’nın öyküsüne bağlı kalmadığını, bunun da gerekli olmadığını yazar (Sinema ve Tarih, Kesit Yayınları). Gerçek Potemkin Zırhlısı’nın denizcileri, filmdekinin tersine, devrimcilerin tarafını tutmaya karar verememiş ve Karadeniz’de kaybolup gitmişlerdir. Korkakları kahraman kılmak bir yalan söylemdir ve bunun gerçekçi bir yazar tarafından eylenip, yine gerçekçi bir eleştirmen tarafından görmezden gelinmesi, tarihin acı bir ironisidir.

İkinci bir örnek: Shakespeare’in tarihi oyunlarında gerçek saptırılmıştır. Yazarın vatandaşı biri, İngiltere’de taa 13. Yüzyıl’da gerçekçi ürünler verirken, yani halkı yazına sokarken, Shakespeare tarihi ve insanı deliler, ölüler ve krallardan ibaret duruma indirgemiştir. O nedenle Shakespeare, süslü ve içi boş sözlerden ibaret şarlatanlıkları yeğler. Onun metinlerinin insanlığın en temel durumlarını dilegetiriyor sayılması da, yine tarihin acı bir ironisidir. İnsanlar acı-gerçek yerine, tatlı-yalanı yeğliyor.

Devamında, bu bölümün bir altbölümü olarak, bilimkurgu ve gelecekbilimi irdeleyelim:

Bilimkurgu ve Gelecekbilim

Bilimkurgu bir roman türüdür. 19. Yüzyıl’da H. G. Wells ve Jules Verne ile başladığı kabul edilir ama aslında kökleri M.Ö. 100 yılında Eski Yunanlı bir yazarın aya yolculuğu anlatmasına dek geriye götürülebilir. Bilimkurgu roman, dünya dışı mekanlar ve gelecek zamanlar ile ilgilenirken, roman genelde şimdi ve burası ile ilgilenegelmiş; böylelikle arakesitleri baştan boşküme olarak tasarlanmış ama fantazya ve masal da burası ve geçmişle romanın destek öğesi olarak varolagelmiş.

Gelecekbilim bir toplumbilim ve insan bilimi türüdür. 2. Dünya Savaşı sürerken bir moünist tarafından icat edilmiş, savaşın ertesinde büyük felaketleri önceden öngörebilmek amacıyla, BM’deki Roma Klübü ile simgeleşen bir başlangıç yapılmış ve sonunda yalnızca ABD’de yıllık 50 milyar dolarlık bir pazar durumuna dönüştürülmüş ve aynı zamanda artık siyasetbilim kitaplarında yerini almıştır. Almanaklarda 2050 yılına dek uzanan kestirimler yapılmakta.

İkisi arasında bazı karşılıklılıklar var: Bugün ABD’de uzay üssü, Jules Verne’in ‘Aya Yolculuk’unda söylenen yerdedir. İlk atom denizaltısı ‘Denizler Altında 20.000 Kilometre’ romanındaki denizaltının adını taşır. Jules Verne bunları yazarken o çağın temel bilimcileri, trenlerin 36 kilometreden hızlı giderse, yolcuların soluksuzluktan boğulacağını veya havadan ağır taşıtların uçamayacağını önesürüyorlardı. Keza 20. Yüzyıl’da bilgisayarlar, bilimkurgu romanlarda cirit atarken, bilgisayarı tasarlayanlar, bir bilgisayarın asla bir ev büyüklüğünden küçüklüğe indirilemeyeceğini önesürüyorlardı. Bu durumda sanatçı toplumbilimcinin çok önüne geçmiş oluyor.

Mantık ve Şiir ve/ya Şiirin Yalan Söylemi

Okura anlamsız gelebilecek bir koyut önerme:

Mantıksal önermelerle şiir dizeleri birçok açıdan birbirine benzer. Örnekse:

“Varım, öyleyse düşünüyorum.
Düşünüyorum, öyleyse yaşıyorum.
Yaşıyorum, öyleyse öleceğim.
Öleceğim, öyleyse yokum.”

... metin parçası pekala ‘Descartes ve Sartre ve Möbiüs’ başlıklı bir şiir olabilirdi ama aslında çıkış önermesinin karşıtına 4 adımda varan mantıksal bir uslamlama örneğidir.

Şiirin ve mantığın ortak yönleri olarak, kırık tümceler, mantıksal önermelerin ‘SiP’ simgeselliği ile şiirin simgeselliğinin çakışması, az ve öz söz sayılabilir. Şiirin çok dereceli anıştırması aslında mantıksal bir olgudur. Bunu zihinbilimsel çağrışım testlerinden biliyoruz. Şiirde çağrışımın ara adımları örtükken ve öyle kalması güzel sayılırken, mantık ve zihinbilim aradaki adımları açığa çıkarmayı yeğler.

Ondan sonrasında mantığın ve şiirin yolları ayrılıyor. Şiir güzel uğruna doğruyu hemen her daim harcarken, mantık mutlak doğru peşinde koşuyor. Ayrılan yollar çatışan söylem düzlemlerine dek varıyor.

Buradan şiirin yalan söylemine geçiyoruz. Türk şiirindeki en büyük şiirsel yalanlar, başusta Nazım Hikmet’ten gelmiş: ‘Aslolan yaşamdır’ ve ‘hafız-ı Kapital olmak’. Doğrusu: ‘Aslolan ölümdür’ (Kafka) ve (marksist tarihçi Fernand Braudel’in 3 ciltlik kapitalizmin ön tarihinin açımlaması aracılığıyla) ‘negasyonist-i Kapital olmak’ olur.

Şiirin doğruyu bozması veya bozmaması, tümüyle değerbilimin irdeleme alanıdır. Şairler bilimci olmadıkları için, yalnızca güzel sözler etmek uğruna gerçekliğin canına okumayı kendilerine hak görür ve üstüne bir de alkış beklerler. Ancak kimi zaman da şairler, toplama kamplarından sonra şiir yazılmaması gerektiği gibi, yine abartılı duygusal tepkiler gösterebilirler. Aynı insanlar, terör çağının 1946’da bugünkü israil topraklarında, bir Musevi’nin kendi 50 dindaşı da dahil olmak üzere, içindekilerle birlikte bir oteli havaya uçurması ile başladığını görmezden gelmiştir.

Bilgi Toplumunda Edebiyatın Epistemolojik Aksiyolojisi

20. Yüzyıl’da 12.000 yıllık tarihte tüm üretilen bilgilerin üssel katları ölçeğinde bilgi üretildi ve birkaç paradimatik eşik atlandı. 21. Yüzyıl’a girdiğimizde, 11 Eylül 2001’den beridir global fetret devri içinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Buna karşın bilgi üretimi sürüyor. Önümüzdeki 200 yıllık dönem artık 2. Sanayileşme ve/ya bilgi toplumu olarak adlandırılıyor. Bu kültürel modda birincil aksiyolojik değer bilgi olacak.

Edebiyat da bu başkalaşımından payını alacak, aslında aldı ve almakta bile... En basit örnek, İkiz Kuleler faciası çoksatar romanların yazarlarınca, 5-10 yıl öncesinde aynen tasarlanmıştı. Ancak aynı romanlar ve yazarlar kategorisi yüzlerce uçuk düşünceyi, okurun adrenalinini yükseltmek için sundukları için, buna gelecekbilimden çok, ‘kısa erimli bilimkurgu’ diyebiliriz. Belgesel-bilimkurgu bireşiminin olası sonuçları başka bir metnin konusu.

Epistemoloji, insanların neleri bilebilip, neleri bilemeyeceğiyle uğraştığı için, neyin bilgi olarak sunulduğu da, epistemolojinin aksiyolojisinde yer alır. Yanısıra: Bilinenleri bilmeyen birinin, bilinmeyenlerin bilinemeyeceğini bilemeyeceği gibi, tutarlıdan çok, geçerli bir önerme varken, insanların neleri bilebileceği, epistemoloji kadar bilisel zihinbilim, bilişim, iletişim kuramı, yapay zeka yazılımları, evrende zeka arayışları gibi birçok disiplin tarafından da irdelenir. Göründüğü kadarıyla, insanın bilme üst sınırı hala yok ve edebiyat buna olumlu mu, olumsuz mu katkıda bulunacağına kendisi karar verecek. Yeni milenyumun ilk 5 yılındaki global-yazar eğilimi, bilgiden ve gerçekten kaçma yönünde.

SONUÇLAR : YOLLAR

Artık toplumbilimsel çalışmalar, romanlar kadar güzel ve güzelyazınsal (edebi) olabiliyor. Örnekse, Orhan Türkdoğan’ın alan çalışması olan ‘Gecekondu: İnsan ve Kültür’ var. Latife Tekin’in veya Metin Kaçan’ın, gecekonduyu birinci tekil kişi söyleminde anlatan romanları, bu çalışmanın yanında yalan söylem ve çirkin kaçıyor.

Wright Mills’in ‘İktidar Seçkinleri’, Fitzgerald’ın romanlarından daha estetiktir, çünkü eskiden romanlar gazete haberlerine doğru giderken, Mills gazete haberlerinden estetik bir derlemeyi toplumbilimsel bir çalışma kılmıştır. Proleter kökenli bir roman yazarı, sınıf atlama arzuları gibi çelişkilerle yanılsayabilirken, burjuva kökenli bir toplumbilimci kendi sınıfının aleyhine çıkarsamalar yapabilmektedir.

Bunların sonucu, romanın illa ki toplumbilimsel bir çalışma olması veya bunun amaç edinilmesi demek değildir. Tersine, zaten bugün gerçekçi Avrupa klasikleri diye okutulan eserler çok fazla gazete haberi havasında. Victor Hugo’nun ‘Sefiller’indeki 100 sayfalık Waterloo Savaşı ve 100 sayfalık Paris kanalizasyonları bölümleri, tamamen o döneme ilişkin toplumbilimsel çalışmalar olarak, ayrıbasım türünde yayınlanabilir durumda hala. Roman kendine yeni konular ve yeni üsluplar yaratmak zorunda. Bilimkurgu roman bunu yapan ilk dal oldu, romana geçmiş yerine geleceği, dünya yerine, uzayı soktu.

Bilimkurgu ve gelecekbilim, gerçekçilik ve bilgi üretimi açısından içiçe gergef işliyor. Belgesel ve bilimkurgu da, aynı alanda benzeri biçimde içiçe gergef işliyor. Bu oluşumlar, önümüzdeki onyıllarda muhakkak yeni edebiyat türleri melezleyecek ve harmanlayacak. Bu açıdan Willam Gibson’un ‘Neuromancer’i bir artı-değer çalışmadır: İnternetten önce siberuzay kavramını tasarlamış ve yaratmıştır.

Romanın yalan söyleme hakkı yoktur. Aynı zamanda bilgi amaç değil, bir araçtır. Edebiyatın ve epistemolojinin bir teleolojisi, yani amaçbilimi yoktur. Yalnızca, edebiyat ve edebiyatçı var olan bilgi düzenini azaltmamakla yükümlüdür. Bunu yaparsa, reklamcılar ve/ya derin ‘devletçi propagandacı, beyaz kuvvet gazeteciler’ gibi, kognitif-informatik faşist ve dekadant olur, olmuştur da: George Orwell, Ernest Hemingway, Graham Greene gibi.

Bizden bir örnek: Orhan Pamuk’un yazının illa ki gerçekliği anlatmak zorunda olmadığını belirtip, gerçekçi-dışı post-modern romanlar yazıp da, yurtdışında Türkiye’deki işkenceden dem vurması, sanatçının dekadansına veya çok cami arasında binamazlığına bir örnektir.

Diğer bir örnek, Orhan Kemal, ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ romanında, Abidin Dino’nun dedesinin Adana civarında el koyduğu toprakları anlattığı için, yıllarca onun romanlarının yabancı dillerde yayınlanmaması için kulis yapmasıdır.

Bilimkurgu asla yazınaltı olmadı. Hugo ve Nebula ödülünü alan tüm bilimkurgu romancılar, Nobel edebiyat ödülünü alan tüm romancılardan daha nitelikli eserler verdiler. ‘Neuromancer’in benzeri 21. Yüzyıl’da bile henüz yazılmadı. Aynı konudaki eserler hala onun açtığı yolu izliyor.

Gerçekçi polisiye olabilir: Lawrence Sanders’in ilk dönem ürünleri (Edward Delaney), Michael Connely (Hyeronomous Bosch), Henning Mankell (Kurt Wallander), Maj Sjöwall + Per Wahlöö (Martin Beck), George Simenon (Maigret) bu tür yazarlar ve kahramanlarıdır. Agatha Christie gerçekçilikle hiç ilintisi olmasa bile, onun romanlarıyla Victoria döneminin batan dünya imparatorluğu İngiltere’sinin kültürü arasında ilinti kurulabilir. Aynı biçimde, Ian Fleming’in ‘James Bond’ ve John Le Carre’nin ‘Smiley’ tiplemeleri, casusluk romanlarında, ABD’nin yeni sömürgesi İngiltere’yi değil, eski dünya egemeni İngiltere’yi yaşatmaya çabalar. Nitelikli bir polisiye romanın % 10 felsefe içermesi gerektiği savı, artık ‘% 10 olay - % 90 felsefe’ içeriği biçiminde de okunabilir, çünkü ortalama bir 21. Yüzyıl okuru 25 yaşında şiddet konusunda olaya doymuş durumda oluyor.

Eleştiri ve deneme, güzelyazın alanında kalıyor. Bir yazarın artık yalnızca eser vermesi yetmiyor. 20. Yüzyıl’da bile yazarın yaşamının ve eserlerinin hesabını verebilmesi isteniyordu. Eleştiri açısından 21. Yüzyıl’da bu, eleştirmenin hem yazarlığın, hem de kendinin yaşamının ve eserlerinin dökümünü birarada ve güzelyazınsal olarak yapabilmesi anlamına geliyor. Artık öznel-nesnel eleştiri içiçe geçmiş durumda, tıpkı (oto)biyografi-tarihçe içiçeliği gibi..

‘Tema Larousse’ türü ansiklopediler de güzelyazın alanında kalıyor, özellikle sanat konusundaki son 2 cildi. Keza, tüm sanat ansiklopedileri öyle.

Sözlü tarih ve sıradan insanların mektupları (Benjamin’in ‘Alman İnsanları’ derlemesi) gibi altyazın sayılan ürünler de, artık güzelyazın alanında kalıyor. Onlardaki dil düzensizliği tam da o yerandaki kültürel bozunumu imlediği için gerçekçidir. Bir de, akademisyenlerin bu konuyu modalaştırıp, son onyıllarda çok nitelikli alan taramaları yapmış olmaları bu durumu yarattı.

20. Yüzyıl patentli ‘günce-mektup-öykü/roman’ (1., 2., 3. tekil kişi kipi anlatı ve 18., 19, 20. Yüzyıl’da zirveye ulaşma) dizisi, 21. Yüzyıl’da ‘günce-mektup-deneme’ olarak kurulabilir. Buna ilişkin ilk örnekleri, taa 100 yüzyıl önce Walter Benjamin verdi.

Nazım’ın dediği gibi ‘Hafız-ı Kapital’ olunmaz. Olunca, Stalin’in ‘Gulag Takımadaları’ oluyor. Mao’nun Eva Siyau’su oluyor. Bu durumda Gorki gerçeküstü-absürd oluyor. Bu durumda ‘Jokond ile Siyau’ geçersiz oluyor.

Salman Rüşdi’nin dönekliği olunmaz. Ölüm fetvasından 15 yıl sonra, o zamanlar kendisini desteklemiş yazarları ölüm tehdidi altında bırakan bir Yankicilik seçmiş durumda. Kimliksizlik özgürlüğünü seçen Amin Maalouf, Edwar Said ve Tarık Ali’nin yanında informatik-kognitif faşist durumda ama onlar da oryantalist kalıyor.

Çıkış

Sevginin karşıtı, nefret değil, acıdır. Acının karşıtı, sevgi değil, nefret değil, bilgidir. Bu nedenle bilgi, sevgiye (ve güzele) iki kez karşıttır. Sevgi kategorisine insan sevgisi (hümanizm) de dahildir. İnsan bilgisi insan sevgisine, çirkin gerçek güzel faşizmine yeğdir. Bilgi, gerekirse iyiyi ve güzeli ezebilir ama bu bilimin sanatı ve düşünü ezmesi demek değildir, çünkü 21. Yüzyıl momentinde bilimin üretmeyi beceremediği bazı bilgileri hala metafizik üretiyor. Bilim, 2.500 yılda metafiziği ezemedikten sonra, sanatı ve düşünü hiç mi hiç ezemez. Bugün bilimin üretemediği ‘doğrusal dışı zaman’ tanımlarını sinema üretti bile. O nedenle bilgi, yalnızca yeni bir yol imliyor.

Gelecekbilimin epistemolojisi, Aristo-Lao Tzu sentezini, disiplinlerarası-uzman sentezini, bilim-metafizik sentezini, bilim-sanat-düşün sentezini üretecek ve daha ötelerine geçecektir. Edebiyat, buna katkıda bulunur bulunur, bulunmazsa şiir gibi, tiyatro gibi tarihdışı kalır. Edebiyatın epistemolojik aksiyolojisi, bunun olmaması için çabalar ve açar yol imler.

(Ekim 2004 + Mart 2007)

Hiç yorum yok: