Başlangıçsal / birinci örnekle
konuya girelim:
ABD’de bir kitap, örnek bedelinin 5-10 katı fiyatla bir kütüphaneye satılır
(idi).
Oysa, ABD’de de, TC’de, 1 kütüphanede 1 kitap yılda ortalama yalnızca 1 kez
okunur (kaynak: çeşitli almanaklar). (Bu sayının vehametini geçiyoruz.) Yani,
bir kitabın 5-10 yıllık tirajı o kitaba yansıtılmış (ve 1 kitapla 10 kitaplık
satış tahsil edilmiş) olur. (Bu rayiç, Türkiye’de bir kitap için ortalama 3
yılda 1 tiraj devridir.)
1 e-kitap bir biçimde 1 matbu kitabın yarısına fiyat bulmaya başladı, bu
rasgele bir oluşum, gelecekte denge değişebilir.
1 tek e-parça ise (son) yıllarca, ortalama 1 dolardan fiyat buldu ama 1
albümde ortalama 10 parça var ve 1 albümün fiyatı her yerde 10 dolardan çok ama
hiç kimse albümün tamamını dinlemiyor gibi, 1 kriterden mantıksal indirgeme
yapılmış gibi.
(Her 2’si de kültürel ve donanımsal israfı azalttı ama bu da ayrı bir
konu.)
Ara şerh: Eskiden benzeri örnek olarak, fotokopi vardı ve kriterler biraz
daha yumuşaktı, çünkü kopyalama o denli kitlesel bir olgu değildi.
İkinci örnek:
E-kitaplar matbu kitapların ortalama yarı fiyatına satılıyor. Matbu
kitapların yarı ederi zaten toptan / büyük dağıtımcıya gider ve o da son 10
yıldır genelde fuarlar ve internet satışları ile devreden çıkarılmış durumda.
Dolayısıyla bir yayınevi, üzerinde hiçbir beden ve zihin emeği olmayan bir e-telif
eserden, yine de % 90 alabilmekte. İşte bu, silahsız soygun sınıfından bir olgudur.
Üçüncü örnek:
Dünya korsan kültürel pazarının legalinin % 100’ü olduğunu 8hatta
geçtiğini) biliyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey daha var: O korsan ürünleri
alanlar, olağan kültürel ürünleri alan sosyo-kültürel gruptan değiller. Genelde
hiçbir kültürel ürün kütektmeyip, yalnızca kültürel ürün küketiyorlar Bu da ortaya
acaip eğlenceli bir durum ortaya çıkarıyor: Yıllarca sıfır satan matbu kitaplar,
bir anda korsanda çok-satar oluveriyor. Dikkatinizi çekerim, burada reklam yok,
yalnızca toplu bilisizlik var. (Bu bilgiler 25 yıllık seyyar kitapçılık
yaşamımdan doğrudan gözlemler.)
Kısa bir ara toparlama:
Yeni teknolojik eğilimlerin kültürel ürünlerdeki tüketim eğilimlerini
etkilediği açık ama sanılan yönde değil.
Kültür üreticisi her durumda zararda. Zengin yayıncı ve korsancı çok ama
zengin yazar hemen hiç yok, olanlar hakkında da yazacaklarımı sansürlüyorum.
2011 trendleri için bakınız:
İkinci el ve korsan kitapta bu sıralamalar geçersiz. Şu an itibarıyla
eminim bundan.
Demek ki telif haklarının vadesini ve ormatını belirlerken, beyin emeğinin
mülkiyet karşılığını tartacağız:
Benim ironik bir karşılaştırmam vardır:
En zekiler, en bilgililer, en çok kitap alanlar, en akademisyenler, en çok
yazanlar, en marjinaller diye. İlginçtir ama arakesit pratikte hep sıfırdır.
Uzun vadede ise bildiğimiz tarihi en çok etkileyen kitaplar listesi var ve
hiçbiri roman değil ve zamanında hiçbir çok-satar olmamış. Şimdi onlardan çok
para kazanan bazı yayıncılar var.
Yani, insanlığa mal olmak ve ona epey şey katmak bile yaratıcısını aç
olmaktan korumamış.
Sosyalist toplumda bunu yazar baştan ödüllendirerek çözmüşlerdi. 1970’lerde
kapitalist Hollanda’da ve o ülkelerde görüldü ki yine beleşçiler gerçek yaratıcıların
ekmeğini pasta diye lüpletmiş.
Gelelim birinci tekil kişi
kipine:
Tarihin en çok kurmaca-dışı eser vermiş kişisi olmaya ve en uzun vadeli
telif düşünceler üretmişliğe doğru yol alıyorum.
Bugüne dek 150’nin üzerinde matbu, 3.000’nin üzerinde e-makalem yayınlandı
ve 4 matbu kitabım mevcut. Yalnızca 1 ve yalnızca 1 kez telif ödemesi aldım.
Metinlerim bugün internette intihal ediliyor ve müdahalelerim sonuç vermiyor
ama sevgili polis devletine henüz başvurmuyorum.
İnternette bugün yılda 1 milyon okurum var ve olağan koşullarda e-makalenin
ederi 1 dolar. Bana parça başına yalnızca 10 sent ödense, zengin olurum ama böyle
bir şey olmayacak. Bu durumu kabullenmemin tek nedeni, intihar etme yetimin
olmayışı.
Geçici çıkış maddesi:
O nedenle diyorum ki telif
kriterlerini yalnızca ve yalnızca üreticiler
koyma hakkına sahiptir, aracılar ve tüketiciler değil.
Eğer işin içine hukuk insanları
girecekse, bunlar kültür piyasasında en az 20 yıl geçirmiş kişiler olmalıdır.
Bir de her zamanki gibi arabulucular
gerekecek. Onların uzmanlık dalı, yalnızca uzlaşma
koşulları yaratmak olacak.
Asgari müşterek budur bence.
(3 Mayıs 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder