Telif kriterlerinde en önemli maddelerden birini vade oluşturuyor.
Havanda su dövülüyor, her kafadan bir ses çıkıyor ama ortada dayanaklı
savlama yok.
Emeklilik konusunu örnekleyelim:
Ortalama 1 çalışan, ortalama A yıl yaşamla, ortalama B yıl prim ve sigorta
ödemekle, toplamda kaç yıl emeklilik hak eder?
Eskiden sonsuz hak idi. Şimdi limit sıfır hak var.
Buradaki kriter şu olabilir:
B yıl boyunca C primi ve D sağlık sigortası ödemesi ile enflasyon katılarak
reel sıfır kazançla kaç yıl ödeme yapılması gerektiği sigortacılık ve
bankacılık istatistik listelerinde bellidir.
Tabii kesin konuşmaktan kaçınılıyor, o zaman aslında devletin ve özel
sektörün emekçileri iliğine kemiğine sömürme niyetinde olduğu kanıtlanacak.
Gelelim telif hakkına:
Öncelikle, yazar ve mirasçıları 100’er veya daha fazla yıl yaşayabileceği
için, makul bir barajı aşmış bir yazarın kendisinin ve ailesinin müreffeh bir
yaşam sürebileceği kesindir ama bu ayıp bir şey değildir.
Buradaki kriter şu olabilir:
Bir menkul veya gayrımenkul değer, sonsuza kadar miras bırakılabiliyorsa,
aslında telif (yani menkul) değer de sonsuz kadar telif miras bırakılabilmeli.
Asıl manevi açıdan şu önemli: Ülkesinde zulüm görüp, eserlerinin ülkesinde
yayınını yasaklayan (örneğin Thomas Bernhard gibi) bir yazarın vasiyeti, bence
sonsuza kadar geçerli olmalıdır. (Burada Osmanlı’dan Türkiye’ye geçiş de hesaba
katılıyor, tarihsel / ülkesel miras olarak).
Patentlerde patent vadesi genelde 20 yıl ama zaten teknolojik bir ürünün
pazar vadesi o kadar bile değil. Burada önemli olan sorun, tek tek bireysel
mucitlerin icatlarının patentini alamayacak parasızlıkta ve hukuksal
bilgisizlikte olmalarında ve şirketlerin keneliğinde. Bugün Edison’un sayılan
birçok buluşu kendisi intihal etmiştir. Gasp etmiştir de denebilir (özellikle
Tesla vakasında).
Bir de teknoloinin izin verdiği ama göz önüne alınmayan yeni bir durum var:
Bir yazar kendini derin uykuya veya komaya aldırabilir ve ölü sayılmaz.
Zaten böylelikle isteyen yazar (eğer yeterince telif alacaksa) yüzlerce yıl boyunca
telif alabilir.
Gelelim en dert konuya:
Şirketlere.
Kültür bürokrasisi ve kabzımalları, dağıtım tekeline sahip oldukları içn,
üretimi kendilerinin yönettiğini sanırlar. Bu epistemolojik faşist bir
tavırdır. İstedikleri yazarı eser yayını açısından yaşarken gömme hakkını
kendilerinde görürler.
İşin yatırımı birim satış ederinin % 10’u iken, şirketlerin % 90, telif
sahibinin % 10 alması ticaret ahlaklarının ve ahlaksızlıklarının hiçbirine
sığdırılamaz.
Şirketlerin bahanesi şudur:
Yayınladığımız film de olsa, kitap da olsa, % 99’u pratikte zarar
etmektedir.
Bizim yanıtımız da şudur.
E, o zaman bat. Bu işi bilmiyorsun demektir o zaman.
Şimdi genel sorunsal şu:
İnsanların boş zaman harcamaları diğer harcamalarının toplamını yakalamaya
başladı. Diğer bir deyişle, asıl toplam dünya kültürel harcama cirosu 1 trilyon
doları çoktan geçti ve şirketler buna çok geç aydı. Şimdi yalnızca son treni
yakalamaya debeleniyorlar.
Benim bu konudaki kişisel eylem tercihim şu:
Yalnızca benim telif veya derleme olarak üretebileceğim bazı kültürel
ürünleri yok ettim. Yalnızca bir zamanlar bende olduklarına ilişkin kanıt ve
kayıt bıraktım.
Bu konudaki kişisel seçimimin adı budur:
Oto-anarşist tavır.
Ya hediye ederim, ya da yok ederim (bakınız ‘Mülksüzler’ ve Shevek).
Dipnot: Yaşamımın telif eser üretebildiğim son 25 yılını başkalarının telif
eserlerini satarak geçirdim. Kendi eserlerimden ise telif kazanamadım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder