Pazar, Ekim 21, 2012

İşkencecimle Gözgöze


‘İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır ve/ya öznel-nesnel gergefli kültüroloji ve tarihçe’ ve/ya ‘bir resim yaparsınız, içinize kendinizi de yerleştirirsiniz: Oğuz Atay’ ve/ya ‘okuru doğruluğuma ikna için, önce yazar kendimi ikna gerekir’.

Önce öznellik:

1 Ağustos 2012 günü İstanbul 1. Şube’de dayak ve elektrik gördüm. İşkencecim / dayakçım / elektrikçim İbrahim Şahin idi ve şimdi kendisi Susurluk soruşturmasından dolayı suçlu bulunduğu için içeride.

Lakabı ‘doktor’ idi. Kendisini gözlerim bağlı olarak, sarı-kırmızı pankart kumaşı parçası içinden gördüm ve zihnime kaydettim. Yıllar sonra da bir fotoğrafından kendisini teşhis ettim. (Burada benim gibi, ondan dolayı mağdur olanların, bu bilgiyi doğrulamalarını umuyorum, yani hala benim açımdan % 100 doğru olsa da, nesnel açıdan % 90 kesinlikte bir bilgi.

Ben olsam, onu dava etmezdim. Ya bırakırdım kendi haline, ya öldürürdüm, ya da bir güzel tekme tokat kavga edip, sonra da gidip birlikte rakı içerdim. Bu kanıya, seyrettiğim ‘Balkan Cabaret’ filmindeki benzer bir konu nakşından sonra varmıştım. (Ayrıca, 1940 kuşağından bir doktorun kendi işkencecisini ölümcül bir hastalıkta ameliyat edip kurtardığını kayıtlardan biliyoruz: Hasta-işkencecinin ameliyat masasında bir tarafı 3,5 atıyormuş tabii ki.

Beni ilgilendiren şey, durumumdaki diğer ayrıntılar:

Beni bu olaydan sonra mevcutlu olarak askerlik şubesine götürülmecesine, asker kaçağı olarak ihbar eden kişi, emekli asker olan babam idi. Kendisi, askerlerin böyle işler (işkence) yapabileceğine bir türlü ikna olamadı.

1980 öncesi lümpen apolitik sayılan bir bireydim ama aslında asal yalnız bir bir bireyci entellektüel idim ve hala da öyleyim. Böyle bir belanın benim gibi birinin başına gelmesi beni hep güldürmüştür. Asıl tepkim bu.

İşkence tabii ki travma yaratıyor ama aynı anda başka travmalar da yaşadım: Okuldan geçici olarak atıldım ve ben içerideyken 2,5 yıllık nişanlım beni boynuzladı.

Bu olayın başıma gelmesinin müsebbibi olan kişi, okuldan atılmak üzere olan ve muhbir vatandaşlık ödülüyle okuldan mezun olan bir arkadaşım. Kendisi ile uzaktan da olsa hala görüşüyoruz.

Bu kadar kubur suyu yeter.

Şimdi nesnellik:

21 Ekim 2012 tarihi Radikal’den:

“BDP’li Önder, görüşmeden önce gazetecilere ‘Raci Tetik, benim bilfiil işkencecim. Sadece benim değil, Mamak zindanından geçen binlerce insanın işkencecisi. İki yoldaşımızında ölümünden sorumlu. Onları sorarak başlayacağım. İlhan Erdost , Mustafa Yalçın’ dedi. ‘’Size nasıl bir işkence yapılmıştı?’ sorusuna Önder, şu yanıtı verdi: ‘Mamak’ta herkese ne yapıldıysa... Tabutluklar, falakalar, kendi eliyle dövmeler, köpekleri üstümüze salmalar, hakaretler, görüşçülerimize yapılan eziyetler... Bir özel harp mensubudur. Kıbrıs’taki işkencelerinden, gaddarlığından dolayı ödüllendirilerek Mamak’a gönderilmiştir. 28 Ağustos’ta geldi Mamak’a ve 12 Eylül’ün geleceğini haber vererek başladı işe, soracağız bütün bunları. Tarih sorar. Gün gelir devran döner, sanıkla sorgulayan yer değiştirir.’”


Yazdıklarımdan ortaya çıkıyordur: Kürt sorununa sempati ile bakmıyorum ve bunun temel nedeni tarihsel-siyasal bilincim ve bizzat tanık olduklarım.

Sırrı Süreyya Önder, Baskın Oran ve Ufuk Uras gibilere doğrudan antipati ile baktığımı söyleyebilirim: Tam, ellerinde tuzlukla hıyarı olana servis yapma durumundalar. Sonuçta, hempaların sonunun ne olduğunu o terörlü dönemleri yaşamış ve jargonunu bilen biri olarak kendisi daha iyi bilse gerekir.

İşkencecisini teşhis ediyor tamam. Onu dava ediyor tamam. Ama tamam olmayan şey şu: Bunu medyada ‘naklen ölüm’ biçiminde yapıyor olması.

Tabii bir de şu var: Burası Türkiye: Devran döner, yine döner, yine döner. Yani, bu genç Harbiyeliler bir kere daha şeyttirirlerse, Önder yallah AB sürgünlüğüne: 30.000 arkadaşından biliyoruz. Bu açıdan Merve Kavakçı’dan farkı yok: Bağlı kuşu herkes vurur.

Diğer bir deyişle: Türkiye gibi ülkelerin tarihsel maratonu hiç mi hiç  bitmez. Malumunuz, resmi söyleme göre şu ana kadar 15 devlet batırıp, 16 devlet kurduk. 16.’cıyı da yallah tazyik olarak gömmekteyiz ve Önder de o devlet enkazının üzerinde tepiniyor. Eh, 17’ciyi kuranlar onu ‘devlet başa’ yerine, ‘kuzgun leşe’ yaptıklarında, diyecek bir şeyi olamayacaktır.

Haa, ben ne yapardım?:

Alırdım, küçük bir görsel / işitsel kayıt aracı. Giderdim aynı adama. Ortalıkta kalabalık yok. Yalnızca o ve sen. Başlardım asıl sorulacak soruları sormaya. Rakı filan da araya koyardım ki Türkler’in rakı masasındaki ‘itiraf.com’ları başlasın.

Sonra bunu, ölümümden ve onun ölümümden sonra yayınlanmak üzere gömerdim. (25 yıllık seyyar sahhaflık deneyimlerimi öyle yaptım örneğin.)

Benzeri bir örnek: Musa Anter’in kızı, babasını öldüren adamı, taa AB’nin bir köşesinde bulup röportaj yaptı ve yayınladı.

Bizler hem devrimciyiz, hem de entellektüeliz. Çifte beyinsel / kültürel sorumluğumuz var. Vaka nüvislikte yapacağımz epsilon kayıt hatası, peşimizden ‘imam yellenince ishal olan’ kitleden epeyi kişiyi mezara sürükler (bunu hak edebilirler ayrı konu). Kendimiz intihar hakkına sahibiz ama devrim için cinayet hakkına sahip miyiz? Doğrusu, Önder’in bunu dürüstçe ama dürüstçe yanıtlamasını beklerim

Evet, dinozor bir huysuz moruk böyle buyurdu.

Ahan da, karşı şerh hakkı.

Hiç yorum yok: