Ölmüş insanların ardından olumlu
yazmayı sevmem. ‘Kör ölür, badem gözlü olur’ gibi olur. Ayrıca, gençken o
yazarın canını emip, ölünce onu göklere çıkartmak, başbelası alaturka edebi bir
gelenektir maalesef, bunu da sevmem.
Ancak, rahmetli Muzaffer Buyrukçu ardından ağıt yakılmayı hak etmiş bence:
Öldüğünde yalnızmış ve cesedi 5 gün boyunca çürümüş.
Buyrukçu temelde kurmaca yazar. Ancak, benim için onun büyüklüğü güncelerindedir
(kurmaca-dışıdır). Tümüyle Buyrukçu tarzı bir günlük dizisidir onlar. 8 cilttirler
ve bendeniz 25 senede yalnızca 6 tanesine ulaşıp okuyabildim. Bunların yeni basımı
da 2012 itibarıyla yoktur.
Bu günlükleri nasıl yazdığını bir türlü öğrenemedim veya anlayamadım: Ya
inanılmaz güçlü bir belleği varmış, ya da inanılmaz hızlı biçimde steno
tutuyormuş.
Gelelim, bir örnek olarak ‘Dillerinde Dünya’ya:
Kitabın yalnızca ilk 8-9 sayfasında 5-10 yazar birden yazarın kaydına
girivermiş: Cemal Süreya, Ercüment Uçarı, Orhan Suda, vd şahsen, diğer epeyisi
eserleriyle ve ‘in vitro’ / naklen yayın tartışma konusu olarak. Edebiyatçılar
edebiyat tartışırlar onun güncelerinde. En güzeli de olay çoğunluk meyhanede
geçer. Hani, en çok yakınılan konulardan biri de, solcu yazarların
alkolikliğidir ya bu ülkede... Hah işte, o yakınmanın boşluğunu kanıtlar
bizlere bu notlar: Herkes ağırlıklı olarak edebiyat yaşar, edebiyat konuşur
meyhanelerde, hem de rakıyı süt niyetine götürür.
Kitabın girişi 1970 yılı ile başlıyor. Tam da sol dalga zamanı. Tam da
gerçekçilik rüzgarı zamanı. Hem köy rüzgarı moda, hem de burjuva gerçekçiliği moda
o sıralar. 1971 balyozu eli kulağında. Enstantane tam enstantane yani.
Sonra mekan İstanbul. Çok değil 40 küsur sene öncesinin İstanbul’u.
Düşünün bu adam, bu insan, bu yazar, tüm bunları 5 sayfaya sığdırabiliyor.
Bu kitabı daha önce birkaç kez daha okumuştum. Bu kez değişmişim, hem de
epeyi. İçim hüzünle doldu. Çabalarına saygı duydum. Bugün kaliteli Türk
edebiyatı sayılan şeye hayıflanmadım bile. Bu kayıtlar var, demek ki bu ülkede
insan gibi bir şeyler yazılabilmiş bir zamanlar, o yeter de artar bile.
O nedenle, iyilik yaz denize at,
‘suda yaşayıp suda yaşadığını bilmez
balık’ bilmezse, halik-vaka nüvis kadrini bilir.
Mezarında üzülme Buyrukçu. Bir 40 sene daha, ben o ebleh şeyselleştirilmişlere
ot ve saç baş yoldururum senin eserlerinin
hatırına, nasırlarına basmayı iyi biliyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder