Salı, Ekim 30, 2012

Requiem for Buyrukçu





Ölmüş insanların ardından olumlu yazmayı sevmem. ‘Kör ölür, badem gözlü olur’ gibi olur. Ayrıca, gençken o yazarın canını emip, ölünce onu göklere çıkartmak, başbelası alaturka edebi bir gelenektir maalesef, bunu da sevmem.

Ancak, rahmetli Muzaffer Buyrukçu ardından ağıt yakılmayı hak etmiş bence: Öldüğünde yalnızmış ve cesedi 5 gün boyunca çürümüş.


Buyrukçu temelde kurmaca yazar. Ancak, benim için onun büyüklüğü güncelerindedir (kurmaca-dışıdır). Tümüyle Buyrukçu tarzı bir günlük dizisidir onlar. 8 cilttirler ve bendeniz 25 senede yalnızca 6 tanesine ulaşıp okuyabildim. Bunların yeni basımı da 2012 itibarıyla yoktur.

Bu günlükleri nasıl yazdığını bir türlü öğrenemedim veya anlayamadım: Ya inanılmaz güçlü bir belleği varmış, ya da inanılmaz hızlı biçimde steno tutuyormuş.

Gelelim, bir örnek olarak ‘Dillerinde Dünya’ya:


Kitabın yalnızca ilk 8-9 sayfasında 5-10 yazar birden yazarın kaydına girivermiş: Cemal Süreya, Ercüment Uçarı, Orhan Suda, vd şahsen, diğer epeyisi eserleriyle ve ‘in vitro’ / naklen yayın tartışma konusu olarak. Edebiyatçılar edebiyat tartışırlar onun güncelerinde. En güzeli de olay çoğunluk meyhanede geçer. Hani, en çok yakınılan konulardan biri de, solcu yazarların alkolikliğidir ya bu ülkede... Hah işte, o yakınmanın boşluğunu kanıtlar bizlere bu notlar: Herkes ağırlıklı olarak edebiyat yaşar, edebiyat konuşur meyhanelerde, hem de rakıyı süt niyetine götürür.

Kitabın girişi 1970 yılı ile başlıyor. Tam da sol dalga zamanı. Tam da gerçekçilik rüzgarı zamanı. Hem köy rüzgarı moda, hem de burjuva gerçekçiliği moda o sıralar. 1971 balyozu eli kulağında. Enstantane tam enstantane yani.

Sonra mekan İstanbul. Çok değil 40 küsur sene öncesinin İstanbul’u.

Düşünün bu adam, bu insan, bu yazar, tüm bunları 5 sayfaya sığdırabiliyor.

Bu kitabı daha önce birkaç kez daha okumuştum. Bu kez değişmişim, hem de epeyi. İçim hüzünle doldu. Çabalarına saygı duydum. Bugün kaliteli Türk edebiyatı sayılan şeye hayıflanmadım bile. Bu kayıtlar var, demek ki bu ülkede insan gibi bir şeyler yazılabilmiş bir zamanlar, o yeter de artar bile.

O nedenle, iyilik yaz denize at, ‘suda yaşayıp suda yaşadığını bilmez balık’ bilmezse, halik-vaka nüvis kadrini bilir.

Mezarında üzülme Buyrukçu. Bir 40 sene daha, ben o ebleh şeyselleştirilmişlere ot ve saç baş yoldururum senin eserlerinin  hatırına, nasırlarına basmayı iyi biliyorum...

Hiç yorum yok: