Çarşamba, Ekim 03, 2012

Mazlumluk Parodisi


Ali Öz’ün Tarlabaşı foto-senfonisi bir mazlumluk parodisi olmuş.

Sizlere benim gerçek Tarlabaşı’mı anlatayım bakalım:

Son 20 yıldır Taksim civarında mukimim. Merkez olarak meydanın çevresinde bir uydu gibi dolanan noktalarda oturma fırsatı buldum. Son 6,5 yıldır da, belden aşağı Kasımpaşa seviyesindeyim.

Zenciler, son 20 yılda ilginç bir etnik azınlık öyküsü yaşadılar buralarda. 20 yıl kadar önce, uyuşturucu satıcısı olarak mimlenip, epeyi linç edilip, sonra da topluca Silopi toplama kampına sürgün edildikten sonra, nedense ortam gevşedi. Şu anda Türkiye’nin parfüm ve saat kaçakçılığı onların tekelinde sayılır. Tüm semt pazarlarında Afrikalılar’ın tezgah açtığını görebilirsiniz. 35 yıl önce onlarla ilk muhatap olduğumda, daha çok Afrika’nın Hristiyan güney ülkelerinden ikenlerken, şimdilerde tüm ülkelerinden geliyorlar.

Kürtler, hemen her konuda yaptıkları gibi, bu konuda da Tarlabaşı’nı sözcüğün tam anlamıyla talan ve yağma ettiler. Bu yağma süreci devleti de kapsadı, çünkü 1965 ertesi Türk Hristiyan azınlıklara gayrımenkullerini satmaları yasaklanınca, onlar da önce onları Hristiyan vakıflarına devrettiler ama öykü uzayınca, ölümler ve mirasçısızlıklar filan eklenince, bu durum Beyoğlu ilçesinde binlerce sahipsiz bina yarattı ve Kürtler onların epeyisini resmen asp ettiler. İlk bedava gasp edenler birkaç kuşak boyunca, giderek artan fiyatlarda mallarını satıp, daha iyi semtlere doğru emekli oldular (zırvaca nöbetleşe yoksulluk sayılan durum). Tabii sonunda devlet gelip, ulu manitu olarak, mallara istediği fiyata el koyunca da, çıngar çıktı.

Çingeneler göçer bir halk olmalarına karşın, ironik olarak buralarda en eski halk durumundalar. Fatih zamanında gemilere mıh yapacak tek zanaatkar kesim onlar oldukları için, hizmetleri karşılığında Kasımpaşa bölgesine yerleşme hakkı aldıkları rivayet edilir. Kasımpaşa bölgesinde 3 Çingene yerleşim alt-bölgesi vardır ve buralardakiler birbirlerini pek sevmezler (zaten tenleri de farklı renklerdedir). Dolapdere Çingeneler’i ise göreli yeni nesil Çingeneler. Kriminal Çingene söylencesine katkı daha çok onlardan geliyor.

Tarlabaşı, bunların halklar orjisi bölgesi durumunda son 20 yıldır. En son gelen ve en aşağı seviyedeki grup Zenciler olmasına ve en kötü evlerde oturmalarına karşın, inanılmaz barışçı mafyasal bir kesim olarak, diğerlerini ticarette feci kazıklayıp, bir de cahilmiş ve kazıklanıyormuş gibi alttan alttan sırıtmalarını binlerce kez seyrettim ve içten içe çok güldüm. (Bende de bilmem kaçıncı kuşak Afrika geni var siyah siyah, onu da burada belirtmiş olayım.)

İşin içinde bir de transvestiler / transseksüeller var. 1997-2006 arasında mukimi olduğumu Ülker Sokak mukimliği serüvenim beni bu gruptan nefret ve tiksinti ettirdi. Bana gerçekten en berbatları komşu olarak kısmet oldu ve onlar sayesinde tam cehennem yaşadım. Şu anda Gaziosmanpaşa ve Dolapdereüstü civarında biraz daha yaygın durumdalar gibi.

İmdi bu halklar hakir, zalim, korkak. Çingeneler’in Zenciler’e, eskiden kendilerine söylenen ‘Arraapp’ sözünü ağız dolusu saydırmalarına hala alışamadım desem yeridir. Dolapdere Bit Pazarı’nda kaç kez Kürtler’in Zenciler’i dövmesini (yani mallarını gasp etmesine karşı çıkılınca oluşan durumda) İngilizce’m ile engelledim bilemem.

Tarlabaşı, şu anda Türkiye’nin gündelik olarak en alkollü, en kurulu, en fuhuşlu, en kriminal bölgesi. Polisçim orada karakollarında oturuyor işte.

AKP’nin DP damarı tutup buraları bir kez asimile etmesi kararı ve bunun sonucunda ortaya çıkan yıkık binalar öyküsü, benim yaşamımda ikinci kez vuku buluyor. Kim neyi nasıl kar edecek bu öyküde belrsiz, eminim kimsenin evdeki hesabı çarşıya uymayacak.

Benim 2012 momentli Tarlabaşı öykümün sinopsis özeti budur.

Öz’ün öyküsü ise, ‘aney aney’ ağıdı dozunda, bir his histerisi dalgasıyla kaplı bir görsel öykü dizisi.

*

Yukarısı toplumbilimsel öykü idi.

Duruma bir de sergi açısından bakalım:

Öz, bu sergi için 30.000 kare çekmiş. 100 civarındaki kare ise sergide yer lamış.

Sergi açılışına Tarlabaşı halkı da glemiş. (Orasını kaçırdığıma üzüldüm, sıkı mavra olmuştur.)

Bunları sergi görevlisi, histerik-hümanist bir sergi izleyicisi hanıma anlatıyordu. Bendeniz ise, sergiyi ikinci kez (bir ters bir düz) izlemeyi bir buçukuncu ortasında kesip, o abuksabuk sohbeti dinlememeyi yeğledim.

Sergi ve teknik ayrıntılar:

Eksikler:

Minimalizm

Realizm

Düz / sade anlatı

Konusunu bilme

Tüm antropolojik palet (engelli, sivil, entek, sanatçı, vd)

Fazlalar:

Oryantalizm

Bazan renk

Öğe kalabalığı (bu minimalizmden ayrı)

Uygunsuzlar

Çoğunluk kadrajlama

Uygunlar

Çoğunluk kadrajlama

Tarlabaşı belgelemesi

En kötü örnek

Karlı sokak (Ara Güler’vari olan)

Toplam not

2 / 10

*

Yaptığım eleştiri sanatsal ürüne saygısızlık değil, en az düşman denli sert vurma antremanı. (Öz ile ne dostum, ne de düşmanım.) Sonuçta yazdığım gerçeklerin bilgisel varlığı, Öz’ün onları bilmeme lüksünü yaratmayacak denli kesin ve keskin durumda. Öz de bir foto muhabir (etimolojik olarak haberden ve bilgiden gelen muhabir). Kendini ve insanları yanıltma lüksüne sahip değil bence.

Hiç yorum yok: