Ali Öz’ün Tarlabaşı foto-senfonisi bir mazlumluk parodisi olmuş.
Sizlere benim gerçek Tarlabaşı’mı anlatayım bakalım:
Son 20 yıldır Taksim civarında mukimim. Merkez olarak meydanın çevresinde bir
uydu gibi dolanan noktalarda oturma fırsatı buldum. Son 6,5 yıldır da, belden
aşağı Kasımpaşa seviyesindeyim.
Zenciler, son 20 yılda ilginç bir etnik azınlık öyküsü yaşadılar buralarda.
20 yıl kadar önce, uyuşturucu satıcısı olarak mimlenip, epeyi linç edilip,
sonra da topluca Silopi toplama kampına sürgün edildikten sonra, nedense ortam
gevşedi. Şu anda Türkiye’nin parfüm ve saat kaçakçılığı onların tekelinde
sayılır. Tüm semt pazarlarında Afrikalılar’ın tezgah açtığını görebilirsiniz.
35 yıl önce onlarla ilk muhatap olduğumda, daha çok Afrika’nın Hristiyan güney
ülkelerinden ikenlerken, şimdilerde tüm ülkelerinden geliyorlar.
Kürtler, hemen her konuda yaptıkları gibi, bu konuda da Tarlabaşı’nı
sözcüğün tam anlamıyla talan ve yağma ettiler. Bu yağma süreci devleti de
kapsadı, çünkü 1965 ertesi Türk Hristiyan azınlıklara gayrımenkullerini
satmaları yasaklanınca, onlar da önce onları Hristiyan vakıflarına devrettiler
ama öykü uzayınca, ölümler ve mirasçısızlıklar filan eklenince, bu durum Beyoğlu
ilçesinde binlerce sahipsiz bina yarattı ve Kürtler onların epeyisini resmen
asp ettiler. İlk bedava gasp edenler birkaç kuşak boyunca, giderek artan
fiyatlarda mallarını satıp, daha iyi semtlere doğru emekli oldular (zırvaca
nöbetleşe yoksulluk sayılan durum). Tabii sonunda devlet gelip, ulu manitu olarak,
mallara istediği fiyata el koyunca da, çıngar çıktı.
Çingeneler göçer bir halk olmalarına karşın, ironik olarak buralarda en
eski halk durumundalar. Fatih zamanında gemilere mıh yapacak tek zanaatkar
kesim onlar oldukları için, hizmetleri karşılığında Kasımpaşa bölgesine
yerleşme hakkı aldıkları rivayet edilir. Kasımpaşa bölgesinde 3 Çingene yerleşim
alt-bölgesi vardır ve buralardakiler birbirlerini pek sevmezler (zaten tenleri
de farklı renklerdedir). Dolapdere Çingeneler’i ise göreli yeni nesil Çingeneler.
Kriminal Çingene söylencesine katkı daha çok onlardan geliyor.
Tarlabaşı, bunların halklar orjisi bölgesi durumunda son 20 yıldır. En son
gelen ve en aşağı seviyedeki grup Zenciler olmasına ve en kötü evlerde
oturmalarına karşın, inanılmaz barışçı
mafyasal bir kesim olarak, diğerlerini ticarette feci kazıklayıp, bir de
cahilmiş ve kazıklanıyormuş gibi alttan alttan sırıtmalarını binlerce kez
seyrettim ve içten içe çok güldüm. (Bende de bilmem kaçıncı kuşak Afrika geni
var siyah siyah, onu da burada belirtmiş olayım.)
İşin içinde bir de transvestiler / transseksüeller var. 1997-2006 arasında
mukimi olduğumu Ülker Sokak mukimliği serüvenim beni bu gruptan nefret ve
tiksinti ettirdi. Bana gerçekten en berbatları komşu olarak kısmet oldu ve onlar
sayesinde tam cehennem yaşadım. Şu anda Gaziosmanpaşa ve Dolapdereüstü
civarında biraz daha yaygın durumdalar gibi.
İmdi bu halklar hakir, zalim, korkak. Çingeneler’in Zenciler’e, eskiden
kendilerine söylenen ‘Arraapp’ sözünü ağız dolusu saydırmalarına hala alışamadım
desem yeridir. Dolapdere Bit Pazarı’nda kaç kez Kürtler’in Zenciler’i dövmesini
(yani mallarını gasp etmesine karşı çıkılınca oluşan durumda) İngilizce’m ile
engelledim bilemem.
Tarlabaşı, şu anda Türkiye’nin gündelik olarak en alkollü, en kurulu, en
fuhuşlu, en kriminal bölgesi. Polisçim orada karakollarında oturuyor işte.
AKP’nin DP damarı tutup buraları bir kez asimile etmesi kararı ve bunun
sonucunda ortaya çıkan yıkık binalar öyküsü, benim yaşamımda ikinci kez vuku
buluyor. Kim neyi nasıl kar edecek bu öyküde belrsiz, eminim kimsenin evdeki
hesabı çarşıya uymayacak.
Benim 2012 momentli Tarlabaşı öykümün sinopsis özeti budur.
Öz’ün öyküsü ise, ‘aney aney’ ağıdı dozunda, bir his histerisi dalgasıyla
kaplı bir görsel öykü dizisi.
*
Yukarısı toplumbilimsel öykü idi.
Duruma bir de sergi açısından bakalım:
Öz, bu sergi için 30.000 kare çekmiş. 100 civarındaki kare ise sergide yer
lamış.
Sergi açılışına Tarlabaşı halkı da glemiş. (Orasını kaçırdığıma üzüldüm,
sıkı mavra olmuştur.)
Bunları sergi görevlisi, histerik-hümanist bir sergi izleyicisi hanıma
anlatıyordu. Bendeniz ise, sergiyi ikinci kez (bir ters bir düz) izlemeyi bir
buçukuncu ortasında kesip, o abuksabuk sohbeti dinlememeyi yeğledim.
Sergi ve teknik ayrıntılar:
Eksikler:
Minimalizm
Realizm
Düz / sade anlatı
Konusunu bilme
Tüm antropolojik palet (engelli, sivil, entek, sanatçı, vd)
Fazlalar:
Oryantalizm
Bazan renk
Öğe kalabalığı (bu minimalizmden ayrı)
Uygunsuzlar
Çoğunluk kadrajlama
Uygunlar
Çoğunluk kadrajlama
Tarlabaşı belgelemesi
En kötü örnek
Karlı sokak (Ara Güler’vari olan)
Toplam not
2 / 10
*
Yaptığım eleştiri, sanatsal ürüne
saygısızlık değil, en az düşman denli sert vurma antremanı. (Öz ile ne dostum, ne de
düşmanım.) Sonuçta yazdığım gerçeklerin bilgisel varlığı, Öz’ün onları bilmeme
lüksünü yaratmayacak denli kesin ve keskin durumda. Öz de bir foto muhabir (etimolojik
olarak haberden ve bilgiden gelen muhabir). Kendini ve insanları yanıltma
lüksüne sahip değil bence.
*
Gelelim mazlumluk parodisine:
Hemen tüm mazlumlar güçsüzken mazlum, güçlüyken zalimdir.
Hiçbir marjinal, ayral, azınlık kümesi veya bireyi, yalnızca öyle olduğu
için sevgiyi, şefkati, hümanizmi hak etmez. Hiç kimse hak etmez. İnsan
haklarını alabilmek için, önce insan sorumluluklarını ödemiş olmak gerekir.
Entellektüeller, tümüyle malforme / malpsike olarak bu azınlıkları
yüceltme, sevdirme, imajlama, paketleme, pazarlama, vd hizmetlerini bilinçsizce
yerine getiriyorlar Dünyada kültür pazarı gibi, azınlık hakları / sivil toplum
etkinlikleri pazarı var ve bundan epeyi kişi madden ve manen nemalanıyor şu
sıralar.
Elinde tuzluğuyla hıyarı olana koşmanın alemi yok. Elleri suç işlemek için
armut tutanın, insan olmak için de elleri armut toplar.
Gelelim, Tarlabaşı mazlum parodisine:
Oradakiler mazlum filan değil. En azından tamamına yakını değil. Bundan 15
yıl önce, Tarlabaşı’na girdiğimde, 7-8 yaşındaki Kürt veletler yolumu kesip
‘narıyon lan burada?’ geyikleri yaparlardı. Şimdi (devletsel veya başka bir)
tokadı yiyince ‘aney aney, mazlumum ben’ parodisi yemiyor.
Eğer bir sanatçı bunları bilinçleyemiyorsa, (fıkradaki gibi) yeri toplama kampında tuvalet kağıdı olmaktır.
Ya da:
4 Eylül 2012 itibarıyla savaştayız, uyuyun nennii nenni...
(2-4 Ekim 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder