Güleyim
mi, ağlayayım mı, bilemiyorum. En iyisi, hem ağlayıp, hem gülmek.
Herşey,
yeni kitap satan bir kitapçıda Güney Kore köşesi görmem ve fotoğrafını çekip Instagram’a
koymamla başladı.
Meraklıyımdır.
Şu genç kardeşlere bir bakayım, dedim. Kliplerini buldum, rezalet-ötesi. Herşey
dijital ama 70’lerin ‘boing boing’leri düzeyinde.
1950’den
sonra, kendi haline bırakılan kızın, ya davulcuya, ya zurnacıya varması, olayı,
önce ön-rak ile, ardından art-rak ile, en son da 1968 dalgası ile sürdü. İlgiyi
ve dikkati çekmeyen şey ise, Twiggy’nin de, sıfır bedenin de, ‘aneroxia
neurosis’ tipinin de, yine aynı tarih patentli olması. Demek ki olay 50 yıl
sonra, kasedin ikinci turu gibi, şeref turuna geçti.
Buraya
kadar herşey açıkseçik ama sonrası bulanık. Benim popüler kültür için sevgili mihenk taşım Ekşi Sözlük’teki konuyla
ilgili metinler uçmuş gitmiş:
“tüm kezban ergen kızlarımızın hayran
olduğu, güney koreli bir müzik grubu. neden sorusunu sormadan edemiyorum. her dönem bir şeylere sarıyorsunuz,
yeminle çok komiksiniz.
19.08.2018
07:07 wattaheal
+
tüm
işsizlere dert olmuş, insanların bir müzik grubunu sevmesi.
söylemeden
edemiyorum, sanane!
hiç
ilgilenmediğin bişeyle ilgili buraya gelip yorum yazmak mantıklı da, benim bir
müziği beğenmem mi mantıksız?
çok mutsuzsunuz, ondan oluyo hep
bunlar.
19.08.2018
11:56 ~ 11:59 m smurfette”
Ben bu
sözü biliyorum, 1968-2018 versiyonlarını da biliyorum:
‘You are
happy, I am happy, we are happy.’
‘Don’t
worry, be happy’ (epeyi ödül almış bir şarkı).
’24
hours party people’ (konuyla ilgili ve aynı başlığı taşıyan bir film de var).
Kültürel
antropolojik gözlem ve yorum ise hepten uçuk kaçık:
“benim
bir kızkardeşim var. 15 yaşında. sağolsun ergenliğini de hiç bir noktasını es geçmeden
tümüyle yaşıyor. yaptığı tüm garip gurup hareketler ve yaşadığı aşırı uç enteresan duygularıyla o bir
örnek. Neyse, bu kardeş irisi kızımız, nerden kaptıysa, güney kore’ye tapma hastalığına yakalandı. ama öyle uç noktada ki
her duygusu gibi, esasen oralarda doğmuş da, biz zorla onu iç anadolu’ya getirmişiz gibi davranıyor. biz de evde güney kore
iyiniyet elçisi ağırlıyormuşuz gibi yaşıyoruz. üstelik annemi, babamı da
alıştırmış yeni kendisine. mesela babam, sofra kurulmadan önce sofraya bakıp
eksikleri söyler son rütuşçu gibi. artık kardeşim, kendini nasıl kabul
ettirdiyse babam 'suyu getirin, tuz gelmiş ama biber gelmemiş, peçete yok' gibi
eksiklerin yanına 'zeynep'in çubuklarını
getirmemişsiniz' filan demeye başladı. çünkü kız pilavı dahi çubuklarla
yiyor. iyice delirmiş durumda. Neyse, durum buyken, haliyle odasının duvarında
bir cm² yer kalmayacak şekilde bts posterleri asılı. 3 gece 4 gün odasında
kaldım, sonucunda elemanların birini bir diğerinden çok azıcık ayıramadım. ve
de kendi hastalandığı yetmiyormuş gibi, bize de sürekli izletmeye dinletmeye çalışıyor.
önceleri of öf diyip duruyordum, sonra bir kliplerini tesadüfen daha alıcı
gözle izledim. aman allahım. danslar, mekanlar, düzenlemeler... tam anlamıyla
harika. hele ‘fake love’ klibi. ön yargımdan dolayı utandım resmen.”
(Kalınlaştırmalar
benim.)
Kitapçı
gözlemim yeni bir moment ama internette, Güney Kore filmlerine arabesk müzik
ekleme hastalığı, Youtube’da 2 yıldır var. Yani, bir dalganın bir başka dalgaya
(bildiğimiz kafka’esk) başkalaşımı
durumu var ve bir silsile sözkonusu.
Ve en
önemlisi:
Bu,
bildiğimiz taşralı bir davranış biçimi. O konuda, tüm Dünya ve Türk
edebiyatında sonsuz parçalar mevcut. Taşrarılık hiç bitmez, çünkü küçük insan hiç bitmez.
Özet şu
(ki başka bir metnin konusu olsa gerek):
Arabesk,
rep, Güney Kore fan’lığı.
Gelelim
sözü geçen klibe:
Arağın
en dibi. Paçalın en dibi. Uysa da kodum, uymasa da kodum’un en dibi. Bizim arabesk-rep örnekleri bile gayet özgün,
banal-kitsch ama özgün, Bunlarsa,
banal-kitsch bile olamamışlar.
Çok
güldüüm çok:
Bu işsiz
güçsüz taifesinin yaşlanmasına az kaldı. Sonları çok eğlenceli / trajikomik
(yinelene yinelene komedi olmuş trajedi) olacak.
Çok
ağladıım çok:
Bunları
kireç kuyusuna atsan, salgın hastalık yine de bitmez.
(21 Ağustos 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder