Cumartesi, Ağustos 11, 2018

Kovulduğu Yörüngeye Dönmeye Debelenen Cumhuriyet Dönemi Yazarlarımız


İnsanların tamamına yakını; standart biyografilerin içine doğarlar, onları sorgulamazlar, olduğu kabul ederler, verileni yaşarlar, ot gelip sap gitmeden ölürler.
Dünya’nın tüm kültürel modlarının, tüm yerlerinin, tüm zamanlarının, tüm ideolojilerinin yarattığı standart biyografiler için geçerlidir bu. Ölmüş, ölüyor, ölecek 100 milyar insan için geçerlidir bu.
Ancak, % 1 diyelim, %o 1 diyelim, bir bölüm insan, bu standart biyografilerin yörüngelerinin dışına fırlatılırlar veya çıkarlar, Toplumbilimde bunlara deviant veya marjinal denir.
Keşler, alkolikler, deliler, şu bu ayrallardır hep.
Yazarlar da öyledir. Yazmaya başladığın an, kendi standart biyografinin dışına fırlatılırsın.
Bir yazar olarak yörüngedışılıkta sürersen, entellektüel olursun, yeniden yörüngelere geri dönmeye çabalarsan veya dönersen, entelejensiya olursun.
Sorun, bizim ilk 200 yazarımızın entellektüel değil, entelejensiya oluşunda.
Eskiden beridir, ilkin ve en çok devlete bağlanırlar, 1960-1980 dönemi yazınında da kitleye bağlanmışlardır ama yine de devlet memurluğundan emekli olmaktan da geri kalmamışlardır.
Oysa:
İnsansal bir kesime bağlanırsan, doğruları yazamazsın ama doğrular hep sırıtır, doğruları birileri hep yazar yine de.
Toplumcu gerçekçi anlayış da; halka, kitleye, vatana, millette, Sakarya’ya, şuya buya bağlanmayı doğrular, savunur ve över.
Yazarların böyleliliğini eleştirmek ve/ya saptamak, eleştirmenlerin işidir ama onlar da bir yerlere bağlanırlar hep.
O nedenle, ülke sınırları içinde pek sevilen ve övülen 2 yazarımızı, Sevgi Soysal’ı ve Oğuz Atay’ı eleştirdmek, 2 yabancı eleştirmene kalmıştır.
Her 2 eleştiri metninin ana düşüncesi de; bir: bağlanmanın yazarı entelejensiya yaptığı, iki: Türk yazarın da isyan duygusunun eksik değil, hiç olmadığı ki Sait Faik buna ironik olarak, ‘kravatı sola kayınca, kendini solcu sanmak’ diyor.
Kovulduğu yörünge evine bacadan geri dönmenin asıl adı, kapıkulu olma oluyor.
Bizim yazarlarımız da, Kafka gibi ayrılmanın zorunluluğunu bilip, ayrılmazlar değil, ayrılmayı hayal bile edemezler. Soysal’ınki ise, ayrılmak değil, bildiğimiz düz ihanettir, evladına bile ihanet. Özlü ise, çook gecikmeli olarak ayrılmış ve akabinde vefat etmiştir: ayrılmaya ömrü vefa etmemiştir yani.
2013-2018 momentiyle süregiden durum da, sağcısıyla solcusuyla Türk yazarının, batmış Cumhuriyet’in yörünge evine hala dönmeye çabalamalarıdır.
Her zamanki soru şu:
Gemi batacak, batıyor, battı: Yazar ne yapacak?
İnsan olarak, cins olarak, kendi olarak, yazar olarak, entellektüel olarak…
Romanlarını veya öykülerini okuduğum ve bildiğim 100-150 Türk yazarı içinde, yörünge evinden uzaklaşan tek bir yazar yok.
Sait Faik, Buket Uzuner, Perihan Mağden, hep hep uzağa ve yurtdışına gidip, orada rüşdünü kanıtlayamayıp, kös kös yurda geri dönmüştür. Enis Batur’unki biraz daha ironik: Tüm kitapları Fransa’da Fransızca basıldıktan sonra bile, orada kalmadı.
Tilkinin dönüp dolaşıp geri döndüğü yer kürkçü dakkanı galiba…
‘Bir Kadın Düşmanı’ndaki saptamayı abartarak ve ters döndürerek söyleyelim:
Roma’da ikinci olmaktansa, Çemişgezek’te onuncu olmak, evladır: Bizim alaturka yazarlara göre yani…
(10 Ağustos 2018)

Hiç yorum yok: