Bu
ikisi, birbirinin karşıtı olarak tanımlı.
Soyutlama
ileri bir düşünce biçimi. Dolayısıyla somutlama, bir düşünmeme, düşünememe,
düşünmekten kaçınma eylemi olmakta.
Soyutlama
şöyle bir şey:
Elmaları
teker teker tutmak veya parmaklarını saymak yerine, rakamları icat edip
sayıları kurgulamak ve onun üzerinden de aritmetiği kurmak. Sonra, 4 işlemde ‘1
+ 2 = 3’ yerine, ‘a + b = c’ tanımını yapmak. Sonra, fonksiyon tanımlamak: x y
kare gibi. Sonra, bunun türevini veya tümlevini almak.
Bunlar,
soyutlama dereceeri ve düzlemleri.
Somutlama
ise, bunları tersine çevirme, herşeyin somut Dünya’da bir karşılığını arama
biçiminde zuhur ediyor.
Oysa,
gerçek Dünya’da da görünenle olan aynı şey değil:
Deniz
bakıp da dalganın bize geldiğini gördümüzde, su yatay deviniyor gibi görünür
ama aslında dikey veya döngüsel devinir ama biz onu yatay görürüz.
Almanca’dan
İngilizce’ye geçmiş olan ‘reification’ sözcüğü, hem ‘somutlama’ demek, hem de
‘şeyselleşme’.
Şey,
nesne ve somut da, semantik olarak aynı kategoride.
Dilden
bir örnek verelim:
Cins ad
tanımı, hem somut adlar için geçerlidir, hem de soyut adlar için. O nedenle de,
‘Almanca’da’ diye yazılır, ‘Almancada’ diye değil. Ancak yazarlar bile, bunu
Latin Alfabesi’nin kullanıldığı son 90 yılda hala öğrenemedi.
Tarih
sayılan şey, yazıyla başlar ve yazı da bir soyutlamadır, somutlama değil.
(4 Ağustos 2018)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder