Bildiğimiz
melodram.
Fassbinder
orada öylece dururken, bunu yapmak, cinayet bile değil, sinema katliamı.
Stephen
Seagul gibi, sumocan olmuş çıkmış.
Bakışları da onun gibi. Mel mel. Çok hap yutmuş herhalde.
Obezlerin
depresyonlusu pek makbul değildir.
Hele
hele, obez Fassbinder’in, ölür ayak sinemada kırdığı rekorlara bakılınca Trier,
şekillerden şekil beğenmeyen bir üslupçu olarak kalabiliyor sinema sanatında.
Trier,
ABD’yi ilk kez denemedi. ‘Dancer in the Dark’ da vardı.
Yine de,
sinema dergisi ‘Variety’, onu hala Norveçli sanıyor.
“Hollywood
has been courting the Norwegian helmer with offers to come and make a film in
the States.”
‘Helmer’
da, ‘dümenci’ demek.
Bu da
bana, ‘Plenty’ filmindeki, Bergman göndermeli, ‘Norveçli değil lan, İsveçli’
repliğini anısattı.
Ben de
diyorum ki.
‘Norveçli
değil lan, Dan.’
Boşuna
dememişler.
Sen eşek
olursan, semer vuran çok olur.
Trier
da, 2 kez Holywood’a bel bağladı, 2 kere semer ve zerduz palan istedi, 2 kere
eşek oldu / kaldı.
Gabriel
Byrne, bir biçimde kadraj sahalarına geri döndü. ‘Vikingler’de döktürüyor,
burada da öyle. Huppert de öyle.
Zaten
soru da bu:
O 2
devin arasına, o 2 tıfılı neden koydun Trier?
Ezilip
gitmiş ikisi de.
Trier,
biraz fileşbek biraz fileşforvırd yaparaktan, zamana tek tek basaraktan, bade
süzerekten, form kurtarmaya debelenmiş.
Hesapça
film, düz film olacakmış. Başı başka, kıçı başka oynayan bir şey olmuş.
Her
zaman söyledim:
‘Avrupa’
dışında, Trier’da ağırbaşlılık hiç yoktu.
Şimdiyse
yavşağın teki olmuş çıkmış.
Tıkınmış,
aksırmış patlamış.
Şimdi de
‘oldum ben’ diyor bizlere...
Yemiyor...
Yankiler’e
yedirmiş ama...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder