Aslında
soru şu:
1984-2015
arasında, 14 bin parça ve 35 bin sayfa yazmasaydım, ne olurdu?
Soruyu
tersine çevirelim:
Sinema
yapabilseydim, bu kadar yazar mıydım?
Hayır.
Bilimkurgu
roman yazabilseydim, bu kadar yazar mıydım?
Hayır.
Modern
dans sahneleyebilseydim, bu kadar yazar mıydım?
Hayır.
Sözü
geçen her alandaki 1 eser, 90-180 gün, 5/7 gün tempo ile, günde en az 8 saat
çalışmak demek. (Sinema ve modern dans, üzerine bir de başkalarıyla çalışmak
demek.)
Oysa
aynı sürelerde, günde 4 metin ve 10 sayfadan, 360-720 metin ve 1.440-2.880
sayfa yazmış olmam mümkün. Ki bu da, 10-20 kitap demek.
Değmezdi
yani.
Ama bunu
şu an söylüyorum.
Yoksa,
‘İsimsiz’i sahnelemiş olmak isterdim, en az bir örnek niyetine.
‘Tsunamide
Sörf’ü roman olarak bitirebilmiş olmak isterdim.
‘Tsunamide
Sörf’ü film yapabilmiş olmak isterdim, dijital-film olarak.
3 güzel
proje için de, 30-60 kitap yazılmamış olurdu ki arkalarından gelecek
yorgunluk-boşluk süreleri hariç.
1993
sonundan itibaren bu kadar yazmasaydım da olurdu.
35, 100,
200 kitap idi zirve koyutlarım. 250’deyim şu an.
Ancak,
1974-1983 ve 1984-1993 verimsizlikleri de çok yorucuydu, yazının çıraklık ve
kalfalık dönemleri yani.
Gençliğim
gitti yahu. 20 yıl yahu.
Ancak
gerçek şu:
Benim
yazmadığım hiçbirşey, benim dönemimde yazılacak değil, yazılmadı da.
Sansürlediklerimi
ve pas geçtiklerimi özellikle katıyorum buna.
Ancak,
alıntılarımın gösterdiği üzere, parça düzeyinde kristal doğruları yakalayan da
çoktu ve birçok şeyi onlardan öğrendim.
En son
Aydın Selcen örneği ortada: Ben kestirimlerle yazdım bir sürü şeyi ve gördüm ki
adamın yaşadıkları, tıpatıp benim dediklerim gibi ama onunki kanıtlı ve
içeriden kayıtlı. Ama o benim yazdıklarımı okusa, katılmayacak, çünük
yaşadıklarının anlamının o olduğuna ayamıyor.
Bu,
sürekli ayma ve intikal etme durumu, kişilik yapımı çok değiştirdi.
Zaten
şizofreniktim ama hep başkaları oldum. Ve bu da, şizofrenimi arttırdı.
Belleğimdeki
yaşamlar, kişisel yaşantımı üsselce aştı. Sürekli anı okudum çünkü. Ki bu da
şizofreni demek.
Tüm
yarım şu:
Onlar
yabancılaarak özdeşleşti, ben özdeşleşerek yabancılaştım, aştım ve uzaklaştım,
içimde yolculuk yaptım.
Yazmasaydım,
20’li yaşlarımdaki saftirik Reha ynen sürerdi gibime geliyor. Çok temiz kalpli
adamdım ben yahu.
Ama
yazmayıp, o kadar aptal kalmak beni çok üzerdi. Seziyordum aptallığımı ama
sözcüklere hakim değildim. Fikir var, ifade yok idi.
Şu an
için ise, yazacak bir şey kalmadı sanırım.
Çünkü,
yazılacak ve yaşanacak durumu, ben epeyi önceden, gelecekbilimle yazıyla
zarflayıp, dış sınırlarını tanımlamıştım. Sürpriz falan da ummuyorum.
Yazmasaydım, yazamazdım.
Yazdım ve dolayısıyla yazmayacağım veya yazacaklarım artık çok çok
azaldı.
Son 2
tümce, çok ilginç bir momentimi imledi.
Yani:
Yazı,
libido, tarih verilerimin beni beslemeleri limite geldi. Çevresindeki
hidrojenin tümünü kullanan bir yıldız gibi oldum.
Artık,
bir yalnız-usta olarak, tuhaf bir
yalıtıklık içindelik ama çekimime kapılıp bana yaklaşanları yutmama çabası
gibi, yeni bir evrede kaldım sanırım.
Bu,
Dünya’ya sesimin ve yazdıklarımın ulaşması da demek. Tarih, öyle söylüyor.
İnsanlarla
aramdaki mesafenin artması da demek ki zaten çok uzaktalardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder