İşte bu
nedenle Oktay, 3. sınıf bir denemeci idi.
Küllüm
mafiş bir tez.
Hayır.
Bugün
Sait Faik gibi de yazarsınız, Bukowski gibi de, asıl önemlisi Feneon gibi de.
Naturalist
ötesi naturalist bir yazın mümkün bugün.
Kurmaca
veya kurmaca-dışı. Güzelyazın veya çirkinyazın. Alt-yazın veya üst-yazın.
Ki onun
sürdüğü alan olan deneme, daha tanımlandığı anda bir meta-edebiyat alanı idi,
çünkü yoktan var edilmişti, Montaigne tarafından.
Oktay
ise, 500 yıl sonra bile, Montaigne denemeciliğinin gerisine düştü.
Montaigne,
alaturka anlamda gibi hümanist değildi çünkü. O insanı değil, doğruyu seviyordu
ve kendini öne çıkarıyordu, toplumu değil. Yazabilmek için de, inzivaya
çekilmişti.
Bu 1940,
1950, 1960, 1970 kuşakları olan yazarlar buna saplanıp kaldı.
1980’den
sonra da Ahmet Altan, Orhan Pamuk ve Latife Tekin geri üçlüsü, yıktı perdeyi
eyledi viran.
Ne
Cumhuriyet kaldı, ne gerçekçilik.
Oktay da
gerçekçi değildi.
Bir
olasılık ona atfedilen biçimde, dayak
yedikçe kendini en haklı hisseden mürit konumundaydı.
Oysa
gerçek, siz dahil, düşmanınız dahil, dostunuz dahil, herkesi ezer geçer.
Hep öyle
oldu.
O gerçek
ve gerçekçilik, Oktay’ın yaşamını da eserini de ezdi geçti.
Sorun
yenilmektte değil, Spartalılar gibi, yenildikçe taktik değiştirmeyip, son
insanına kadar yok olmak.
Evet:
1930
kuşağı silindi gitti.
Oktay da
öyle...
Ayrıca:
Bugün
Sait Faik gibi yazabilecek olan borazancıbaşı, buyursun er meydanına...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder