Dolapdere
semtinde ve hurdacılık işinde, 1985-2015 arasında 4 altkültür dalgası yaşandı:
Önce
Çingeneler vardı. O bölgede belki 500 yıldır mukimdiler.
Sonra,
1990’larda köyleri yakılan Kürtler geldi.
Sonra
Afrikalılar geldi. 1990 gibiki dalga, Silopi’ye mülteci kampına toplu sürgünle
sonuçlandı. 1990 gibiki sürgün aynı zamanda, Kürtler’le bir tür yer
değiştirilme gibi yaşandı. 2000’lerdeki dalga ile ise İstanbul’da tutundular.
2010’larda
da Suriyeliler geldi. Onların öyküsü henüz tamamlanmadı.
4 grubun
da ortak yanı, hep ve hala en berbat evlerde oturuyor olmalarıdır. Bu açıdan
değişik bir değişmeli en alttakilik
yaşıyorlar, yaşayacaklar gibi de görünüyor. Birinin çıktığı evi, diğeri tutuyor
yani, başkası tutmuyor ve beğenmiyor yani.
Afrikalılar
haricindeki diğer gruplar, açık şiddet kullanımında. Afrikalılar, 1990’lardaki
deneyimlerini anımsıyor gibi, kriminalitelerini biraz daha saklayabiliyorlar.
Afrikalılar’ın
hiç yüksünmeden, Çingeneler’in ve Kürtler’in ‘şopar’ aşağılamalarına karşı,
ticaretlerini büyük bir başarıyla sürdürüp, Türkiye’de saat ve parfüm orta ölçekli pazarını tekellerine almaları, ilginç
bir kültürel antropolojisi gözlemiydi. Böylelikle Türkiye, saat çöplüğü oldu ve
çişin ana maddesi olan, bol amonyak
destekli parfümler ile epeyi alerjik vaka yaşadı.
Altgrup-içi dayanışma, en yüksek hala Afrikalılar’da
görünüyor. Zaten, tutunabilenler olmalarında
bunun payı yüksek.
Bu, bize
şunu öğretiyor:
Hegemonya, zorbalıkla da
kurulabilir, edilgin-dayanışma ile de.
Ancak,
tüm bu azınlıkların en büyük başarısı şudur:
Yeni bir Kavimler Göçü istilası. Türkiye için belki 20 milyon
kişi.
Tamam,
1980’den beridir Türkiye yolgeçen hanı oldu çıktı ama özellikle Afrikalılar ve
Suriyeliler ile görünürleşen bir biçimde, Dünya’nın
tüm 4. Dünya halkları için İstanbul, Dünya’nın merkezi oldu. Başta
AKP’ninki olmak üzere, hükümetler bundan çıkar ummasaydı, buna göz yummazdı.
Bu,
ABD’nin seçerek aldığı yıllık 1,5 milyon yeşil kartlıdan farklı bir öykü.
Daha
çok, ABD’nin güney sınırında, her gün mesai için sınırı gelip geçen, asgari
ücretin yarısına çalışan 15 milyon Meksika vatandaşı gibi bu.
Çünkü,
Balkanlarlı, Kafkasyalı, Orta Asyalı, Afrikalı tüm emekçiler, günde 12 saat 30
liraya çalıştırılıyor şu anda. Türkler ise, yevmiye beğenmeyip, kahvede günde
12 saat yanık oynuyorlar.
Genel
panorama ise şu:
Türkiye
1960-2010 arasında, o zamanki 40 milyon nüfusunun % 10’u olan 4 milyon kişiyi
yutdışına çalışmaya yolladı. Bunların 1 milyonu şu ya da bu biçimde geri döndü.
3 milyonu oralarda kaldı.
1980-2015
arasında ise, minimum 10 maksimum 20 milyon kişi, Türkiye’den transit / göçmen
geçti. Bunların 1-2 milyonu hep sabit kaldı ülkede.
Abartarak
söylenirse, nüfusun % 75’i turnikeye girdi. Bu ise, 1877-1922 arasındaki 45
yıldaki 12 milyonda 3 milyon içeri, 3 milyon dışarı göçün % 50 olan oranının üzerinde
bir oran demek.
Yine
diğer bir deyişle:
Dolapdere
1985-2015 içindeki, 30 yıllık hepi topu 10
bin kişilik bir gözlem grubu, 100 küsur milyon kişi için geçerli bir çıkarsama
sağladı bize.
Birinci Cumhuriyet’in tasfiyesi biraz da buna bağlıydı. Tıpkı Osmanlı’nın
tasfiyesinin bir önceki göç dalgasına bağlı olması gibi.
Herhalde,
bunu içeriden gözleyip, doğrudan yazan ilk ve tek kişi de biziz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder