Bir
haber:
“Fransız
yazar Michel Houellebecq’in, 2022 yılında Fransa’da Müslüman bir devlet
başkanının seçilmesini anlattığı “Soumission” (Teslimiyet) romanın sahne
uyarlaması, Ortadoğulu sığınmacıların yoğun olduğu ve İslam kültürüne dair
önyargıların arttığı Almanya’da ciddi bir başarı yakaladı.”
Yıllar
önce, Türkiyede CIA için de çalışmış olan Graham Fuller, bir öykü anlatır:
“ABD’ye,
eski SSCB’ye karşı eğitmek için, Afganlılar’ı getirirler. Afganlılar, herşeyin
çok güzel olduğunu, ABD’liler için en iyi yolun Müslüman olmak olduğunu
söylerler.”
Katıla
katıla gülmüştüm. Güldüğüm, Fuller’in bunun ciddi olduğuna ve
gerçekleşebileceğine ayamamasıydı.
İspanya,
850 yıl Müslüman yaşadıktan sonra yeniden fetihi, engizisyonu ve koloniyalizmi
icat etti. Bu arada, bir de Amerika’ya gitti, bir İtalyan aracığılıyla...
‘Don
Kişot’ yazarı Cervantes, Müslümanlar’ın elinde tutsak kaldı.
Avrupa’nın
güney beşte biri, doğu üçte biri yüzyıllarca Müslüman işgalinde kaldı.
Avrupa,
ancak Roma yıkıldıktan sonra, tümüyle Hristiyan oldu. Oldu ama zorbalıkla, yani
katolik oldu.
Müslümanlaşma
da öyle, zorbalıkla...
Fuller’in
bunları dikkate alması ve bilmesi gerekirdi.
Nasıl ki
beyaz YMCA’lerin işgal ettiği ABD, bugün hiç farkında olmadan beyaz-dışı olduysa,
yarın da Fransa olabilir. Yasal veya yasadışı yollardan milyonlarca göçmen
alıyor ve Fransızlar da üremiyorlar pek. 2022 olmaz da, 2122 olur.
Devam:
““Soumission”,
7 Ocak 2015 tarihinde Fransa ve Almanya’da eşzamanlı olarak yayımlanmış, aynı
gün gerçekleşen Charlie Hebdo saldırısı nedeniyle büyük yankı uyandırmıştı.
Katliamdan hemen önce yayımlanan Charlie Hebdo sayısının kapağında da, romana
eleştirel bir biçimde yer verilmişti. Fransa’nın şeriat kurallarıyla
yönetildiği distopik bir gelecekte bir akademisyenin çaresizliğini anlatan
romanın yazarı, daha önce de İslamofobik söylemleri nedeniyle eleştirilmiş,
2001 yılında bir röportajda “İslamiyet’in en aptal din olduğunu” söylediği için
ırkçılık suçlamasıyla hâkim karşısına çıkmış ancak beraat etmişti.
“Soumission”un Avrupa’daki Müslümanlara yönelik saldırıları destekleyen
fikirlere sahip olduğu konuşulurken, Ali Baddou “romandaki İslamofobi
karşısında kusmak istediğini” söyledi. Yazarın önceki kitaplarını Türkçeye
çeviren Can Yayınları ise, bu kitabı henüz yayımlamadı.”
Bilgiler,
mitralyöz kurşunları gibi yağmış.
İslamiyet’in
en aptal din olduğunu söylemek, ne zamandan beridir islamofobik olmakta?
Bir
dinin en aptal din olduğunu söylemek, ne zamandan beridir ‘fobik’ olmakta?
Bakalım
Can Yayınları ne yapacak?
‘Şeytan
Ayetleri’ hala yok ortalarda.
Sorular:
Bir
İranlı aynı şeyi yaptığında, islamofobik olmuyor mu?
Örneğin,
‘Persepolis’ ve yazarı / çizeri?
Üstelik,
o yazar / çizer Hristiyan olduğunu, tüm kitap boyunca, açıkça hiç söylemiyor,
adı Marjanne iken bile...
Devam,
monologlu oyunun başrol oyuncusundan alıntı:
““Gerçekliğin
bizi ele geçirdiğini düşündüm. Ama aynı zamanda, yeni bir bilince de ulaştım.
Bence, Bataclan ve Köln olayı yaşandığında -ki bu ikisi tamamen farklı şeyler-,
bizi paralize ettiğinde ve bunlarla nasıl baş edeceğimizi bilemediğimizde,
tiyatro bize soğukkanlı bir alan açıyor; sorunlarımızla oyuncu, hatta mizahi
bir biçimde uğraşacağımız bir alan.”
That is
the question:
“Bunlarla
nasıl baş edeceğiz?”
Fransa,
gidip Suriye’de IŞİD’ci Fransa vatandaşlarını öldürürken, arada Suriye
vatandaşlarını da öldürdü. Geçmişte vicdanı solda / cüzdanı sağda olan Fransa
vatandaşları, cüzdanları solda / vicdanları sağda olunca, ‘Heil Le Pen’ oldu.
Sonra da, Bataclan’da Fransa polisi
Fransızlar’ı öldürdü. Şaşı sosyalist, uçkuruna feci gevşek, kart teke Hollande
(Hollandalı yani, Sarkozy de Macar idi, ulus-devleti icat eden ülkeye bak),
bunu anlayamadığını itiraf etmişti.
Ayrıca:
Bataclan
ve Köln olayı aynı şeyler. Madalyonun iki ayrı yüzü yalnızca. Başka yüzler de
olabilir ayrıca.
Bunun, Müslüman geçinen bir ülkede ateist biri
olarak yazdım.
Alaturka
yavşaklık ile mahalle baskısının ayrımını yazmış bir sokakbilimci ve bayağıbilimci
olarak yazdım.
Hristiyanlar
Müslümanlar’ı bilmem kaçıncı Haçlı Seferi ertesinde, taa1250 gibi durdurabildiler.
Müslümanlar
da bu hızla, 2250 gibi bir şeyler becerirler gibi...
Ve en
son alıntı:
“... tiyatro
bize soğukkanlı bir alan açıyor; sorunlarımızla oyuncu, hatta mizahi bir
biçimde uğraşacağımız bir alan.”
Tiyatro
tarihi pek öyle demiyor.
Oyun
evet ama belki Huizinga’sal anlamda.
Ayrıca;
satir ayrı şey, hiciv ayrı şey, mizah ayrı şey...
Antik
Yunan oyunları satirdir, Şair Eşref hicivdir ve gümrah çiçek küfrü de içerir
ama mizah öyle değildir.
Suludur,
seyreltiktir, kaypaktır...
Dipnot:
Afro-ABD’li
Lee (bu arada soyadı Çinli), Afro-ABD’lileri anlattığı ‘Chi-raq’ filmiyle,
beyazlardan değil, Afro-ABD’lilerden aşırı tepki aldı.
Sanat
böyle bi şii:
Kimin
eli, kimiin cebinde?
Ahan
da bu, hiciv işte...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder