Burada,
olumsuz bir eşanlamlılık var:
İngilizce
‘editing’, sinemada ‘kurgu’ anlamında kullanılıyor.
Türkçe’de
ise, bunun için ‘derleyici’ sözcüğü var.
Kurgu ve
derleme ise, aynı şeyler değil.
Edebiyatta
derleme şu biçimde oluyor:
Adamın
biri, bir anafikri yaşama geçirmeye karar veriyor ve bunun için birçok yazara
başvuruyor.
Örneğin
diyor ki:
“Sizin
en tehlikeli düşünceniz nedir?”
Gönderiyor
bilimcilere.
Kaçı
yanıt vermişse oluyor 1 derleme kitap. (Böyle bir kitap var ve bazı bilimciler,
konulan sürede soruyu yanıtlamamış ama yanıtlamayı taahhüt etmiş.)
Editör
bunu düşünmese, bu kadar yazarın aklına o soruyu yanıtlamak gelmeyecek, aslında
bilimci yazarların aklına bu soru kendiliğinden gelmiş olması gerekir ama
gelmiyor işte ne şazık ki.
Sinemada
da bu yapıldı:
1895
üretimi, özgün Lumiere bir kamera, 1990 gibi bulundu. Sineama editörleri bunu
tamir ettirdi ve kullanılır duruma getirdi. Sonra da yönetmenlere gittiler:
Bununla
birer film yapın.
Kural
şu:
Tek
çekim ve 52 saniyelik rulo film.
40
yönetmen yaptı ve ortaya ‘Lumiere and Co.’ çıktı.
Not: Bu
proje tamamlandıktan sonra da, o sırada programı dolu olan yönetmenlerin, bu
haberi bilip, sonradan o kamerayla o filmi çekmesi gerekirdi. Bunu istemeyeni,
yönetmen sayamam ben.
1
düşünce daha:
Sinema
üzerine birer film yapın.
1
düşünce daha:
11 Eylül
üzerine, 11 dakika 09 saniye’şerlik birer film yapın.
1
düşünce daha:
Mayın
üzerine birer belgesel yapın.
1
düşünce daha:
‘Matrix’
üzerine çizgifilm yapın.
Hepsi de
film yapıldı.
Hepsi de
internette var.
İşte, sinemada editörlük bu olmakta.
En son,
‘Loving Vincent’ filmi yapıldı, van Gogh’un eserlerinden olmak üzere, 40
ressama 55 bin kare yeniden ürettirildi ve bunlar film için birleştirildi.
Dünya’nın ilk resim-film’i oldu
böylelikle.
Bu
yaklaşım, bu sıralar dizilerde de kullanıldı. Burada, anafikri editör yerine,
prodüktör getirdi. Ortaya ‘Hannibal’ çıktı.
Ancak,
burada hala eksik olan bir şey var:
Eğer bir
editör, bir eleştirmen denli çok film izlemişse, hangi yönetmenin neyi iyi film
yapacağını da bilir. Baştan bilirse, kötü örnekler yapılmadan elenmiş olur.
Eğer bir
editör, editör filmlerini izlemişse, hangi yönetmenin bu işi kıvıramadığını da
görür. 11’’ 09’ 01’daki 11 filmden 2’si çok iyi, diğerleri berbat idi örneğin,
çekilmese daha iyiydi yani. ‘Lumiere and Co.’daki 40 parçadan yalnızca 2’si
film idi. 38 yönetmen, Lumiere sineması nedir bilmiyordu. Utanç verici bir
durum ama gerçek de bu.
Dolayısıyla:
Sinemada
100 tür veya alttür varsa, editör filmi de bir tür. 1 milyon film yapılmışsa
toplamda, 10 bin de editör filmi yapılabilir demektir. Oysa, henüz 100 tane
bile böyle örnek yok bildiğim kadarıyla.
Not:
Trier’in diğer bir yönetmene, 5 kural-engel koyup, 5 film yaptırması, çok çok
özgün bir örnek. Sorun, eğer Trier bu engelleri kendine koyabilseydi ama
koyamadı da... Dogma’nın kendi koyduğu 10 kuralı Dogmacılar’ın kendilerinin
çiğnemesi durumu da, ironik ötesi bir örnek.
Ben bir
editörlük önerisinde bulunayım:
Eski
Yugoslavya savaşları konusunda yoğun film yapan 3 yönetmene yönelik bir söyleşi
filmi. Çünkü, hala estetiko-politik
yalpalar vurmayı sürdürüyorlar, başta Kusturica olmak üzere.
Hadi,
bir de alaturka örnek olsun bakalım:
İstiklal
Caddesi’nde, 24 saatta, 24 yönetmen, 24 saatlık / 1 günlük konulu / öykülü,
birebir zamanlı filmler çekecekler ama hiçbiri diğerinin kadrajına girmeyecek.
Aynı anda da, en az 7 yönetmen çekim yapacak.
Yani:
Sinema
bitmez, çünkü henüz başlamadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder