Cumartesi, Haziran 24, 2017

Alnında Enayi Yazan Adam

… şöyle demiş:
“Üç yıldır sokakta yaşayanlarla empati kurmak için onlar gibi yaşadığını söyleyen Akkoç, “Yanlış anlaşılmasın. Ben sokağa çıkın, alkol için, uyuşturucu kullanın, şöyle yapın, böyle yapın diye bir telkinde bulunmuyorum. Bu benim (için) sosyal deneyim. Çok aksi bir durum olmadıkça, müdahale etmiyorum. Çünkü o zaman iş doğallıktan çıkıyor, kurgu oluyor” dedi.
“Sokağı anlamayan hiç kimse sanatçı olamaz” diyen Adem Akkoç, “İronik bir durum. Yaklaşık 3 yıldır sokağı, sokaktakiler gibi yaşıyorum. Bu sanatımın bir parçası. İnsanları anlamak ve empati kurabilmek. Herkes diyor ki empati kurabiliyorum. Onlar gibi yaşamadığınız sürece, onlar gibi sokakta yolunuza bakmadığınız sürece empati kuramazsın.”
Ve bencesi, kendi mental ve zihinsel regeresyonunu ve mental ve zihinsel konfüzyonunu tanımlamış doğrudan.
24 yıl eğitim almış, 30 yıldır seyyar satıcılık yapan, zaman zaman evsiz kalan, 25 yıldır 7/24 Beyoğlu’nda, daha çok da Taksim civarında yaşayan biriyim.
Dolayısıyla, dediklerimi hem yaşam pratiği, hem de insan bilimleri kuramı açısından yazıyorum.
Ressam Goya’nın 19. Yüzyıl İspanya’sını ve ressam Grosz’un 1920-1930 Almanya’sını görsel öğelerle sunduğu üzere; faşizmlerde, engizisyonlarda, tarihsel çöküş dönemlerinde dekadans, dejenerasyon, abuksama ivmelice artar. Bizde de arttı.
Hırsız-yazar Mehmet Kartal, bunu içeriden gözledi ve yazdı. Erken öldü gitti.
Oysa bu insanın durumu, bohemcilik oynamaktan ibaret. Evsizlerin moda gözlemi olmaz, olsa olsa kültürel antropolojisi olur.
Onunu durumunu da, böylesi yerlerde ve zamanlarda yolunu şaşıran aydıncıkların melokomikliği olarak tanımlıyoruz.
Ve kendisi tek örnek de değil…
Gelelim işin epistemiğine, yani bilgisine:
Benzeri konuları yazıyla, sinemayla belgesel yapan çok kişi var.
Onların kullandığı yöntem, alnında enayi yazanınki gibi değil.
Herşeyden önce, kamerayı doğru yere koymak, diye bir sorun var. Aynı olay, farklı kamera konumlarıyla, farklı görülebilir ve gösterilebilir. Bunun sinema dersi niyetine örnekleri de var zaten.
Enayi Abi’miz ise, kamerayı bir yere koymuyor: Kendisini, olaya hiç karışmayabilen bir öğe gibi sunuyor.
Bunu, bir kabileye giren bir antropolog bile yapamadı. Bunu, Levi-Strauss çok güzel anlatır.
Enayi Abi’miz bizce, kuburu seyredeyim, ondan malzeme çıkarayım, kreasyon tasarlıyayım ama feçes üzerime bulaşmasın, derdinde.
Bilincinde olmasa da, yaptığı en büyük enayilik de bu bizce.
Modacı olması enayiliğini ise, saymıyorum bile…

(22 Haziran 2017)

Hiç yorum yok: