Cuma, Haziran 16, 2017

Sokak Mobilyaları, Fakir-Meczup, Kuburkent İstanbul

Sokak Mobilyaları, Oktay Güzeloğlu’nun bir kitabı: Kendisinin tanıdığı İstanbul serserilerini, evsizlerini, düşkünlerini  anlatıyor.
Onun öyküleri, genelde 1990 öncesine, yani İstanbul’un jentrifikasyonu ve yeni talanı döneminin öncesine ait. 1995 öncesinde, İstanbul’da evsiz ve çöpten yemek yiyen sayısı çok-çok azdı. Zaten o kadar insanı doyuracak çöp de yoktu. Yani zenginleşme ve fakirleşme, İstanbul’da / Beyoğlu’nda 1995-2005 arası, en polarize dönem oldu, 1983-2017 arası neo-liberal dönem için.
Güzeloğlu, anlattıklarını doğrudan gözlemiş ama onlar lümpen proleter ise, kendisi daha çok bohem çizgideyken onları gözlemiş. Hırsız-yazar Mehmet Kartal ise, kendisi yaşadıklarını doğrudan yazdı ve anlattı. Hızlı yaşadı, genç öldü, cesedi yakışıklı mıydı bilemem.
Fakirmeczup, Oktay Çetinkaya’nın İnstagram sayfasının adı: Kendisinin tanıdığı, İstanbul’un en alttakilerini anlatıyor. Fotoğraflar ve öyküler, 2013-2017 arasına ait.
Çetinkaya’nın kağıt çöpçülüğünden gelen biri. Sonradan sınıf atlama / yükselme ile kitapçı dükkanı oldu. Kendisi hakkında yapılan bir belgesel onu ulusal alanda ünlü yaptı.
Kuburkent İstanbul, Reha Ülkü’nün ‘ulkureha’ başlıklı İnstagram sayfasındaki 200 kadar fotoğraftan oluşuyor. İstanbul’un / Beyoğlu’nun çirkin yüzünü özellikle kopya ve temsil ediyor.
Reha Ülkü, ‘fakirmeczup’ sayfasında bir ‘tutunamayan’ olarak var. 5 matbu kitaplı ve internette yılda 1 milyon okunuyor olmayı, tutunamayan bir statü saymadığı için, kendisi aynı düşüncede değil.
Güzeloğlu 1956, Çetinkaya 1970, Ülkü 1960 doğumlu.
Murat Belge, her nedense bir sosyoloji eseri yerine, aynı konuyu anlatan bir romanı yeğlediğini söylemiş zamanında. Sonra da oturup, asıl adı ‘Güncellikten Tarihe’ olması gereken, ‘Tarihten Güncelliğe’yi yazmış.
Bu; Benjamin, Lukacs, Brecht ve Adorno’dan oluşan estetikçi 4’lüsünün (bilerek ‘kare ası’ demiyoruz, onlardan önce Huizinga var çünkü), popüler kültür ürünleri üzerinden kültürel antropoloji ve politik tarih yorumlama yolu demek.
Lümpen proleteryayı anlatmak, burjuvalara kaldığı için olay, hayvanat bahçesinde doğup, doğal / içgüdüsel olarak yavru bakamayan gorilin yavrusunu tutması kabilinden oluyor ancak. London, Gorki, Traven gibi proleter entellektüeller varken bile, onların konuyla ilgili ve içeriden gözlemci sözlerine bile pek kulak asılmıyor.
Güzeloğlu ve Çetinkaya da, lümpen proleteryayı melodram dozunda anlatabilmişler ancak. Bizce, şu nedenle: Sınıfsal yabancılaşma yaşamışlar, civcivin kabuğuyla yabancılaşma yaşaması gibi.
Ülkü ise, en başından beridir sosyoloji / bilim / kültürel antropoloji tarafında yer aldığı için, belgesel tadında seyrediyor. İstanbul’un % 5’i olan Beyoğlu’nun % 10’unu birebir kayıtlıyor ve aktarıyor, gündelik yaşamın kültürolojisi bakış açısından.
Bu 3’ünü birbiriyle karşılaştırma’yı / karşıtlaştırma’yı ve kendi epistemik-sınıfsal-konum’unu seçmeyi sevgili kari’ye bırakıyoruz.

(15 Haziran 2017)

Hiç yorum yok: